27 Nisan 2019 Cumartesi

FUZİLİ

ÖYLE ŞARHOŞUM Kİ İDRAK EDEMEM DÜNYA NEDİR
BEN KİMİM SAKİ OLAN KİM ACABA ŞARAP NEDİR
GERÇİ CANANDAN ÇILGIN GÖNLÜMÜN ARZUSUNU İSTERİM AMA
CANAN SORSA BİLMEM ÇILGIN GÖNLÜMÜN ARZUSU NEDİR
MADEM BİR KEZ KAVUŞMAK AŞIĞI VUSLATA KANDIRIR
PEKİ MAŞUKTAN AŞIKA HERDEM BU İSTİNA NEDİR
DÜNYA VE ALEM SİSTEMİNİ FELSEFESİNİ BİLEN BİLGE SAYILMAZ
BİLGE ONA DENİR Kİ BİLMESİN DÜNYA NEDİR
EY FUZİLİ AH VE FERYATTAN İNCİNMEKTE ALEM
EĞER AŞK BELASI İLE BAŞIN HOŞSA
O ZAMAN BU DAVA BU KAVGA NEDİR
 FUZİLİ

26 Nisan 2019 Cuma

İHTİYAÇLAR HİYARARŞİSİ


            İnsanoğlu doğar büyür gelişir ve ölür. Bu döngü böyle sürer gider. Herkes yaşadığı çağda kendini gerçekleştirme yolunda yürür. Kimisi başarır kimisi başaramaz.
Hepimiz bu hayatta başarılı, takdir gören, yaptığı beğenilen, önemli, değerli insanlar olmak isteriz. Bunlar insanın doğasında var.
            Maslowun ihtiyaçlar hiyararşisinde ilk basamakta yeme, içme, üreme yani fizyolojik ihtiyaçlar vardır. İnsan doğar doğmaz karnını doyurmak için annesinin memesine yapışır.
Karnı doyan bebek Annesinin kollarında sıcacık kucağında tenle kurduğu bağla gelişimini güven ortamında sıcacık bir yuvada tamamlamaya çalışır.
            İhtiyaçlar hiyararşisinde İkinci basamak olan güven  böylece bu ortamda sağlıklı olarak yeşerir.
üçüncü basamak ta karnı doyan güven ortamında yetişen insan ait olduğu yeri arar ve aidiyet duygusuyla bulunduğu yerde kök salar, dik durur gövdesinin üstüne ve dal budak verir.
işte bundan sonra başlar beğeniler, başarılar, sevilme, sayılma, insan yerine konulma çok çok önemlidir.
 Ne iş yaptığımız önemli değil, hatta çalışmıyor da olabiliriz. O zaman da bize başarılı bir ev hanımı, başarılı bir anne, baba, evlat, komşu, ...sıfatımız neyse o olmak düşüyor.
 Başarı deyince genellikle aklımıza çok büyük işler yapan, çok ünlü, çok para kazanan insanlar geliyor, oysa başarı her meslekte her alanda çok önemlidir.
kişiyi kendi çapında yaptıklarıyla değerlendirmek ve geldiği noktayı kendi içinde özümseyerek içselleştireni görmek gerekiyor.
Ne iş yaparsanız yapın işinizi aşkla yapın ve severek yapın. işini severek yapan insanların yaydığı enerji herkesi mutluluğa sevk eder.
Eğer bir usta bir zanaatkar bir meslek sahibi işini çok severek yaptığını söyler ve dünyaya tekrar gelsem yine bu işi yapardım diyen birisine rastlarsanız sakın onu dinlemeden geçmeyin çünkü size vereceği çok büyük sırları vardır. Mutluluktan yana hissenize düşen payı almayı unutmayın. Kulaklarınızı dört açın. Çünkü etrafımız mutsuz insanlarla dolu ve işini sevmeden yapan robot insanlardan uzak durun.
 Mutsuz iş adamlarını, mutsuz doktorları, mutsuz mühendisleri, mutsuz ünlüleri mutsuz...insanları gördükçe mutsuzluğu normalleştirmeyin.
İhtiyaçlar hiyararşisinde en son basamak kişinin kendisini keşfetmesi ve var olan potansiyeli ortaya çıkarması yani kendini gerçekleştirme...işte bu neyse onun arayışı içinde olma ve bulma
arayanlar buldu, bulanlar mutlu oldu.
Mesleğiyle, kendisiyle ve bunun doğal sonucu olarak hayatla barışık olmak ne güzel…
"Yurtta sulh cihanda sulh" sözünü insan yaşamına indirgersek mutlu kişi, mutlu toplumlar, mutlu dünya...
Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
Ayla Bağ

25 Nisan 2019 Perşembe

Takunya Ustası Sevgi hanım.

             TAKUNYA USTASI SEVGİ GÜRSES
            Baştan ayağa medeniyet nakışları dokunur Tokat’ta. İşlemeli yazmadan, allı pullu başlıktan, rengârenk yelekten, desen desen cepkenden, raks eden fistandan, aynalı çarıktan, serin serin takunyaya kadar baştan ayağa medeniyetle dokunmuştur insan.
​Şadırvanların ahenkli sesi, serin nefesi takunya geleneğin ince işçilikle zamanımıza hediye ettiği eski zaman dostlarından biridir. Zarif bileklerin raksında ayaktan kulağa çarpan, kulaktan ruha sinen naif bir sevgili; ağustos yorgunluklarında kurnalara tutarak dinlendiren kadim bir dosttur.
​Son takunya ustalarından Sevgi Gürses 1975 Tokat’ta doğdu. Annesinin evinde, banyolarda  gördüğü, aksesuar olarak kullanılan, bağda bahçede süs olarak bulunan su kabağını süslüyor ve gece lambası olarak üretiyor. Boyalı boncuklu gece lambalarını ürettiği küçük atölyesinde bir de geleneğin son yadigârlarından takunyalara dokunuyor hamarat elleriyle. Suya dayanıklı olan gürgen ağacından ürettiği takunyaları yakarak işliyor. Lastikle, deriyle, boncukla kimlik kazandırıyor gürgen ağacına. Yakarak verdiği desenler, motifler bir sanat eserine dönüştürüyor takunyayı. Çoğu, ayağına takmaya kıyamıyor ve evinin en güzel köşesine asıyor. Hâlâ gelin hamamlarının vazgeçilmez kültür unsuru olan takunya, Tokat’ta nazenin gelinlerin zarif ayaklarında bir otantik bir tabloya dönüşüyor.
Hobi olarak başladığı bu işi 10 yıldır bu yapıyor. Takunyaları yakarak ilk süsleme işini başlatan usta.Evinin alt katını atölyeye çeviren ve üretimini orada yapan usta öğrenmek isteyen herkese bu işi öğretiyor. işini severek yapıyor.
Çırak yetişmiyor.
İlk ve son ustalardan birisi
Atölyesinde özgün çalışıyor.

             Sevgi Gürses 1975 Tokat doğumluyum. Evliyim iki çocuğum var. Annemin evinde banyolarda  gördüğüm evimizde aksesuar olarak kullandığımız bağımızda bahçemizde süs olarak bulunan su kabağının ben süslemesini yapıyorum ve gece lambası olarak üretiyorum. Çok güzel ilgi gördü üretimim den memnunum. Su kabaklarını subazlı yağlı boyalarla boyuyorum. Üstünü boncuklarla süslüyorum.Takunyalarımız gürgen ağacından suya dayanıklıdır. Daha çok şimdilerde süs olarak kullanılıyor. Takunyaları gelin hamamında hala alıyorlar. Hamamlarda kullanılıyor. Takunyaları yakarak süslüyorum. Üstlerine lastikle ve çeşitli sülerle süslüyorum. Takunyaları yakarak süsleme işini ilk ben başlattım. Hatta patentini al dediler ama oralı olmadım. Öğrenmek isteyen herkese öğretiyorum. Hobi olarak başladığım bu el sanatında 10 yıldır bu işin içinde üretim yapıyorum. İşimi severek yapıyorum. Evimin alt katını Atölye yaptım balkonu kapattım çalışma atölyesi yaptım ve orada üretim yapıyorum.
Çırak yetişmiyor.
İlk ve son ustalardan birisi
Atölyesinde özgün çalışıyor.

Elek ustası Salih Kandoğmuş

         

             Eleğin dilimizdeki anlamı şu; tahta yada kimi zaman metal bir kasnak ve bu kasnağın tek tarafına gerilmiş gözenekli tel, deri, vb. den oluşan taneli yada un gibi toz durumunda olan şeyleri yabancı maddelerden ayıklamak veya incesini irisinden kabasından ayırmak için kullanılan araç.
            1954 yılında Tokat Reşadiye Demirci'de doğdum. Babam Temel Yaşar elekçiydi. 10 kardeşiz. Ben öğretmen okulu mezunuyum.  Evliyim iki çocuğum var onlar bu mesleğe merak etmediler okudular ve şu anda kendi işlerini yapıyorlar. Babam bu mesleği Kastamonu Devrekli' de görüyor ve bu zanaatı Tokat'a getiriyor ve üretime geçiyor. Nalburiyeci dükkanlarımız vardı. İstanbul'da ve Samsun'da yerimiz vardı orada üretim yapıyorduk. Tüm Türkiye'ye dağıtım yapıyoruz. Elekçilik roman kardeşlerimizin işidir. Ben burada tüm roman kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karşılıyorum.
           Öğretmenlik mesleğini 27 yıl yaptım. Türkiye'nin çeşitli yerlerinde çalıştım hayatla yoğruldum. Emekli olduktan sonra Reşadiye'nin Demircili  Beldesine belediye başkanı oldum ve 10 yıl memleketime belediye başkanı olarak hizmet ettim. Eşimi 2005 te kaybettim. Belediye başkanlığını bıraktıktan sonra baba ata mesleği olan elekçiliğe geri döndüm. Etrafımdan bir çok insan beni bu mesleği yapmama sebep oldu çünkü talep var ve benden istiyorlar. Bende hobi olarak bu mesleği yaşatmak, tanıtmak, devamlılığını sağlamak üzere bu işin başındayım. Fuarlara katılıyorum. Hayatın içinde sosyal olmak ve yeni insanlarla tanışmak için işimin başındayım. Günde 100 elek yapıyorum. İşimi çok çok severek yapıyorum. Türkiye'de bir ilkim. Çünkü bu mesleği romen vatandaşı olmadan yapan tek ustayım. Yanımda çalışan bir çırağım var. Elek bir evin bereketidir.
            Eleklerimizin ağacı gürgendendir. Kasnakları Bursa Kemal paşadan temin ediyoruz. Orada bir mahalle var Selanikten gelme herkes bu kasnak işini yapıyor bizde oradan temin ediyoruz. Yanımda çalışan bir çırağım var. Ben daha çok meslek ölmesindiye fuarlara katılıyorum ve bu sanatı gündemde tutmaya çalışıyorum.
Elekler çeşit çesit. Bizim buralarda kuşburnu eleği, un eleği, salça eleği, nohut eleği, fasülye eleği, buğday eleği, kum eleği,...gibi.
Eleklerde bazen deri kullanılır,( Adana, Maraş, Çankırı )
Çırak yetişiyor...
Babadan oğula geçen bir usta
Fuarlarda bu mesleği yaşatmaya ve tanıtmaya  çalışıyor.

HASTANE GÜNLÜĞÜ

           Üç aydır hastanelerde gece gündüz kalınca gelenle dost gidenle tanış oluyorsun. Türkiye'nin mozaiğini kültürünü inançlarını gözlemlemek ve hareketlerine yansıyan davranışlarından görgüsünü göreneğini unutulmaya yüz tutmuş adetlerimizi,  değişime uğramış hallerinin en saf haliyle sergilendiği yer olarak görebiliriz bu hastane koridorlarını ve odalarını. En üst seviyede eğitim alan doktorlarımızın hastaya karşı davranışlarını gözlemlediğimizde bazen "doktor olmuşsun ama adam olamamışsın" diyebiliyoruz. Görevini güler yüzle, aşkla, severek yapanları gördüğümüzde umudun çoğalıyor ve iyiki varsınız diyorsunuz içinizden. Hangisinden bahsetsem bilemedim. Beş şişle çorap örerek geçimini sağlayan 85 yaşındaki Dudu teyzeden mi, Kalp kırizi geçiren gardiyandan mı, Çocukları tarafından terk edilen emekli Şaziye teyzeden mi, Güler yüzüyle yaşanmışlıkların pişirdiği olgunluğuyla derin derin nefes alarak yaşama tutunmaya çalışan gözleri ışıl ışıl Nesrin hanımın hikayesinden mi ?
           İnsanlar konuşmaya içlerinde biriktirdikleri acılarını ve hastalanmaya sebeb olan duygularını bir bir döküyorlar karşılarında bir dinleyici bulduklarında. Aslında şimdiye kadar onları sorgusuz sualsiz yargılamadan kimse dinlememiş. Elalem ne derle yaşamışlar yıllarca ve bu durumun farkına vardıklarında koca bir ömür gelmiş geçmiş. Hastalıklar yıkmış ayakta duracak hali kalmamış düşmüş hastane köşelerine. Bir dokun bin ah işit ahhh ahhhh nereden başlasam hangisini anlatsam. Film olur, roman olur, kimse dayanamaz benim çektiklerime diyerek söze başlıyor Nesrin hanım.
           "Annem ev hanımı babam öksüz kimsesi olmayan bir ırgat. Çok çalışkan bir adammış bir işten bir işe dinlenmek için koşar çalışırmış. Köyün en güzel evini satın almış ve orada oturmaya başlamışlar.  Köy yerinde büyüdük 5 kardeşiz. İlk okulu okudum ilerisini okuyamadım. Babam kız kısmısı okumaz dedi ve beni okula göndermedi aslında çok başarılı bir çocuktum. Okusaydım öğretmen olmak isterdim. Ablam, abim şizofren hastası. Abimin birisi iç güveyi olarak Ankara'ya gitti.  Ablam Tekirdağ' a evlendi. Sıra bana geldi görücü usuluyle karşı köyden bir delikanlıyla evlendim. Eşimi çok sevdim. Fakat ilk gece eşim iktidarsız çıktı. Köy yerinde dile düştük,  köyde cahillikten gelen İFTİRAYLA  dolu dedikodulara dayanamadım.10 ay evli kaldım. Eşim yurt dışına gitti ve ben 80 yaşında yatalak kayınpederime bakmak zorunda kaldım. Bende dayanamadım ve babamın evine geri döndüm. Anneme ve babama yardımcı olmak için bir daha geri dönmeyi düşünmedim. Çünkü eşim bana yar olmadı beni kabullenmedi bana sahip çıkmadı.  Benim hayatım hayallerim her şeyim bitti. Ben aslında evlendiğim gün kefenimi giyindiğim gündür. Çünkü o günden sonra hiç yüzüm gülmedi.
               Bir yıl babamın evinde kaldım. Dünürcüler gelip gidiyor. Dul kadınsın ya herkes seni istiyor uygun olanda olmayanda. Bende birisini kabul ettim. Adamı sevmedim ama anneme babama yük olmamak için evlenme teklifini kabul ettim. Hata üzerine hata yaparak yeniden evlendim. Aslında bir arayıştı benim gidişim. Bir mutluluk arayışıydı benimkisi. Beni baş tacı etsinde eşim desinde başka bir şey istemiyorum dedim. Eşim evliydi iki  çocuğu vardı ben onlara abla oldum. Bir buçuk yıl evli kaldım. Evi ocağı onardım oyalandım işler bitince burada da sıkıldım çünkü SEVGİ yoktu sevgisiz de yaşanmıyordu ve yürekten Allah'a yalvardım dua ettim. Allah'ım bana öyle bir hastalık ver ki öleyim yada   babamın evine geri döneyim dedim. Dualarım kabul oldu. Bir hafta sonra hastalandım ve doktora gittim şekerim 500 olmuş ve bir yıl bu şekerle mücadele etmeye çalıştım. Bir deri bir kemik kaldım. Herkes benden korkmaya başladı ve beni ölüme terk ettiler bir kere olsun doktora götürmediler. Hastalığıma doğal yollarla çare aradık. Eşim beni babamın evine getirdi "bir hafta kal ben seni sonra gelir alırım "dedi. Bir hafta sonra hazırlandım eşimi bekliyorum bir telefon gelmiş amcamlara  dediler ki "Nesrin abla boşuna hazırlanma eşin  seni bırakmış almaya gelmeyecekmiş." Haberi aldığımda yıkıldım olduğum yere bayılmışım. Yıllar sonra şöyle duydum. Eşim telefon etmemiş, güya ben buradan demişim ki "beni almaya gelmesin ben geri dönmeyeceğim" demişim. Benim adıma birileri telefon etmiş. Hastalığımla yıllarca mücadele etmeye çalıştım. Sevinince üzülünce  şekerim 1000 ne yükseliyor. Oynak şeker diyorlar doktorlar. Durduk yere İnsanoğlu dert sahibi olmuyor. Ondanda boşandım.
           Nacardım sahipsizdim.  Gel zaman git zaman ablamın yanına gezmeye gittim. Beni görenler
dünürcü oluyor. Bende ablamın yanında onlara fazla yük olmayayım diye huzur arayışının içinde üçüncü evliliğimi yaptım. Dört yıl evli kaldım. ÖZEL sebeplerden dolayı yıllar sonra ayrıldık.
            Köye geri döndüm ve anneme babama baktım. Hep başkalarını üzmeyeyim, kırmayayım diye çok çabaladım.Abim şizofren hastasıydı. Abimi hastaneye yatırdım tedavi ettirdim. Düzeldi çok şükür. İlaçlarını kullanıyor. Birlikte köyde yaşıyoruz. Şu anda ben şeker hastalığıyla yaşamaya çabalıyorum.  Ve abimle birlikte köyde yaşıyoruz. Abime baktığım için bakıcı parası alıyorum onunla geçiniyoruz. Namerde muhtaç değiliz. Çok şükür devletimizden.  47 yaşındayım hayat beni pişirdi. Allah'a olan inancımla ayakta kaldım. Çocuğum yok dalsız meyvesiz bir ağacım. Çok fedakarlık yaptım bu güne kadar ailem  ve başkaları için yaşadım.
             Kendimi çok üzdüm. Herkes kendi hayatlarını kurdu şimdi ben hastane köşelerinde kendimle uğraşıyorum. Kimsem yok arayanım soranım yok. Refakatçım yok. Herkese tavsiyem kendilerini üzmesinler hayat bir kere yaşanır güzel yaşasınlar sevsinler kendilerine değer versinler." diyor Nesrin hanım.
         Koskoca 47 yıl hayaller,  gerçekler, huzur arayışı mücadele, sevgi, sevgi neydi ? Eş , töre, gelenek görenek değişim, akraba,  dostluk,  çile ile pişmek ve bu dünyadan geçerken yaşam tecrübelerini bizlerle paylaşan bizlere nasihatte bulunan ve ben yaptım sakın sizler bu yanlışları yapmayın diyen Nesrin hanım aşırı  fedakarlığın ve kendisini kurban seçmesinin ceremesini hastalığıyla ödüyor. Şimdiki aklım olsaydı çok farklı düşünür farklı yaşar ve kendime değer verirdim. Başkalarının değerlendirmesine sözlerine değil kendi isteklerim doğrultusunda karar alır ve herşeyden önemlisi okurdum. Okuyun elinizde beceriniz olsun kolunuzda altın bileziğiniz olsun diyor. Teşekkürler Nesrin hanım bizimle hikayenizi paylaştığınız için.
   

19 Nisan 2019 Cuma

Semerci ustası ihsan Çeliköz

          Önceden şehir içerisinde her çeşit yük taşımacılığı “Eşeklerle” ya da “At Arabaları” ile yapılırdı. Günümüzde taşımacılığın motorlu araçlarla yapılması, yani traktörlerle kente ulaştırılması neticesinde at ve eşek gibi hayvanlar önemini yitirmiş, dolayısıyla “Semercilik” zanaatı hemen hemen terkedilmiştir. Yük ve binek hayvanı olarak kullanılan at, eşek ve katır gibi hayvanların taşıyacakları yükün hayvanın sırtına zarar vermemesi için ağaç iskelet üzerine deri ile keçe arası kamış otları ile doldurulup sarılarak dikilen semer çok özen İsteyen bir sanat dalıdır. İhsan usta olgun tavırlarıyla bildiklerini bizlerle paylaşan ve bilge duruşuyla öyküsünü aktaran son ustalardan birisi.
            1934 yılında Tokat'ta doğdum. İlk okula hiç gitmedim. Askere gitmeden önce gece okuluna gittim 17 günde okuma yazmayı öğrendim. Askerliğimi yazıcı olarak yaptım. Kendi çabalarımla okumayı geliştirdim.  Askere gitmeden evlendim. Beş çocuğum var. Hepsini bu semercilikle okuttum. Babam gece bekçiliği yapıyordu. Ben okula gitmeyince sanat öğrenmem için semerci ustasının yanına çalışmam için verdi. O zamanlar Tokat'ta semercilikle uğraşan 30 usta vardı. Türkiye'nin semercilikte başkenti bu memleketti. Şimdilerde bir kaç usta kaldı biz babalı oğullu bu mesleği yaşatmaya çalışan son ustalardanız.
              Köy yerinde kız, şehirde oğlan büyütmek çok zordu o devirlerde. Zanaat öğrenmem ve usta olmam için ustam beni çok güzel yetiştirdi. Kul hakkını ve hayvan hakkını çok koruyarak geldim. Hayvanın ağzı dili yok onun canını korumak bizim boynumuzun borcu işimi çok düzgün yaptım. Kalite açısından bizim kullandığımız malzemeler tamamen doğal. Sentetik ürünler kullanmıyoruz. Çünkü polyester hayvanı terletir ve hasta eder.
             Semerin dilimizde ki anlamı ; at, katır, eşşek gibi hayvanların sırtına yerleştirilerek üzerine binilen yada yük bağlanan, iskeleti ağaçtan yastık. Semercilik yapımında 12 malzeme kullanıyoruz. Gürgen Ağaçı, telis, kamış, pamuk ipliği, deri, demir , çivi, naylon çuval, kırmızı kumaş, kaş ağacı, arka tahtası,tahta,
Telis çuvalını Ankara'dan, ağacını Amasya'dan, kamışını Afyon Bolvadin'den alıyoruz.
İlk önce eşeğin ölçüsünü alırız ona göre malzemeyi keseriz.  Telis çuvalını kamış otuyla dolduruyoruz. Balık sırtı dediğimiz yerleri kalın çuvalla yeniden yorgan gibi sırırız. İskeletin üstüne yerleştiririz. Tahtalarla destekler, Naylon çuvallarla kaplarız. Kırmızı kumaşla semerin arkasını kapatır ve dikeriz. En son deriyle tüm semeri kaplarız.
                  Biz burada oğlum Mustafa Çeliköz ile beraber çalışıyoruz. Eskisi gibi rağbet yok semerciliğe çünkü teknoloji bu mesleği öldürdü. Köylerde eşşek kalmadı. Zaten çırak yetişmiyor bizler son ustalarız. Babalı oğullu bu mesleği yaşatmaya çalışıyoruz. Ben 8 yaşından beri 78 yıldır bu işin içindeyim. 86 yaşındayım. İşimi çok severek yapıyorum."diyen yaşanmışlıklardan kendi üzerine düşen payı alarak olgunlaşma yolunda bilge insan kıvamına gelen ihsan ustanın ağzından bal damlıyor. Sohpetine doyum olmuyor. Ayrılma vaktinin geldiğini söyleyerek bende  ustamızdan bize düşen payı alarak dükkanından ayrılıyorum.
Çırak yetişmiyor
Son ustalardan
Talebe karşılık vermeye çalışıyoruz.

18 Nisan 2019 Perşembe

At koşumu Hamut ustası

       
  1.         Hamut ustası Hüseyin Örükaya ata mesleği olan hamutu doğduğu memlekette yaşatmaya çalışan son ustalardan birisi. Hamutun kelime manası atları arabaya koşarken boyunlarından geçirilen, üzeri meşin kaplı ağaç halka ya da içi saman, kıtık vb. dolu meşin halka. Eskiden ulaşım aracı olarak kullanılan attlar şimdilerde özel alanlarda sergileniyor ve süs amaçlı payton gezilerinde kullanılan atların eğerleri çok kıymetli ve değerliğdi. Günümüzde önemini yitirsede yinede talep gördüğü yerde değer kazanmaya devam ediyor atlar. Stres atmamıza vesile olan bir hayvan. Tarih boyunca atlar insanoğlunun yanında olmuş ve hizmet etmiştir.
          1964 yılında Tokat merkezde  doğdum. Ortaokul mezunuyum. Baba mesleği olan bu hamut mesleğini 15 yaşından beri yapıyorum.55 yaşındayım yaklaşık 40 yıldır bu işin içindeyim. Askerden geldikten sonra evlendim dört çocuğum var bu işle ilgilenen yok. Hepsi okudular.
           Bu mesleği Babam ermeni bir ustadan Tahsin ustadan öğrenmiş. 1960 yılında bu dükkanı açmış bende babamdan öğrendim bu mesleği. Eskiden hamuta talep çokmuş yanımızda üç beş usta çalıştırırdık. Şimdilerde bu mesleğe talep yok. Yaptığımız Hamutları daha çok güneydoğu ve doğu anadoluya gönderiyoruz. Malzemelerin hepsi dışardan geliyor. Bu güne kadar geçimimizi sağladık. Babadan kalma bu dükkanda bundan sonrada azda olsa üretime devam edeceğim yılda 200 - 300 tane yapıyorum. Rızkımı çıkartıyorum. Boş durmayı sevmiyorum. Ölene kadar bu işin içinde olacağım.
         Hamutun malzemeleri;  Vaketa, koyun derisi meşin, manda derisi şaplı deri, eğri ağaç( gürgen ağaçı) yün keçe, deri koşumu, kamış otu, iplikler sırım ve deriden oluşur.   Bu malzemelerden hamut yapılıyor. İlk önce eğri ağacın üzerine kamışları sarıyoruz, yün keçeyle kaplıyoruz, en üstüne deriyi dikiyoruz. Tokaları takıyoruz ve koşumu hazırlamış oluyoruz. Kamış Afyon' dan, deri Yalvaç' tan geliyor. Saraçlar hamut ve eğer yaparlar. Her malzemeyi doğal ürünlerden kullanıyoruz. Kalite ve işçilik bakımından Türkiye'de en iyi ürünleri biz yaparız. Bizim üstümüze usta yoktur. Son ustalardan birisiyim çünkü yanımızda çırak yetiştirmiyoruz talep yok gençlerin ilgisini çekmiyor ve talep etmiyorlar.

12 Nisan 2019 Cuma

Şapka ustası

         Şapka üstüne devrim yapan tek ülkeyiz.İnsanların gerek süslenmek, gerekse da güneşe, yağmura karşı başlarını korumak için kullandıkları bir giyim aracıdır. Tarihin ilk çağlarından beri insanlar şapka kullanmışlardır. Şapka, başa giyilen veya takılan, pek çok farklı türü olan aksesuar. Başı sıcaktan, soğuktan veya yağıştan korumak amacıyla, dinî bir gereklilik olarak ya da sadece süs eşyası olarak giyilir. İnsanların binlerce yıldır kullandıkları başlıklar, onları sadece güneş ve yağmurdan koruyan basitbir giyecek yada aksesuar değil, aynı zamanda sosyal sütatüleri ,dini inançları, politik görüşleri, meslekleri ve milliyetleri hakkında bize bilgi veren anlam birer sembol olmuştur. Sadece kullandığı şapkaları inceleyerek bir toplumun kültürüyle ilgili deriden dokumaya, yeraltı zenginliklerinden bitki örtüsüne yaşam biçimlerinden manavi değerlerine kadar pek çok  konuda çıkarımda bulunmak  mümkündür.
           Mustafa Adak ölmek üzere olan şapkacılığın son ustarından birisi. "1976da Emirseyit köyünde doğum. İlk okulu bitirdim. Ortaokulda ustamın yanında çalışmak üzere girdiğim bu iş benim mesleğim oldu. Evliyim iki çocuğum var. Çocuklarım yardımcı oluyorlar ama ustalıkları yok. 1989 yılından beri bu işin içindeyim. Terziyim ama şapka ustasıyım. 2009 yılında dükkan açtım. Mesleği yaşatmaya çalışıyorum. Şapkanın ham maddesini istanbul'dan getirtiyoruz. Şapkanın kaliteli olması için, kumaş çok önemli. Pamuk, yün, iplik, goblen , tela , bobin ipi, çok çok önemli. Ben  komple bir zanatcıyım. 30 yıldır bu işin içindeyim. Şapkanın yapımında yün ve pamuk kumaşlar daha iyi olur. Kışlıklarda kaşe kumaş kullanıyoruz. Bir şapka 8 ile 10 parçadan oluşuyor. 
Tokata has şapkanın özelliği köşesi yok 5 parçalı modeldir. Kibardır. Aynı zamanda muhtar şapkası olarakta adlandırılır. Şapkanın asıl vatanı Elazığ'dır. Sekiz köşeli kaskettir. Beş köşeli kasket Reşadiye yöresine aittir. Erbaa'da sekiz parçalı  kasket daha çok kullanılır. Niksarda beş köşeli kullanılır. Köşelileri daha çok eskiler kullanıyor. Dede seksen yaşında sekiz köşeli kullanır. Oğlu atmış yaşındadır beş parçalı kasketi kullanır. 
       Genel olarak yöneticilerimizden ustalara zanaatkarlara sahip çıkılmasını talep ediyoruz. Sigortamızı yatıramıyoruz. Bizlerden ürün alıp gidecekleri yerlere hediye götürebilirler. Ustaların yaptıkları bu kaybolmaya yüz tutmuş zanaatların yeniden canlanması için bir akademi sanat merkezi kurulsun ve bu işe meraklılar gelsin ve sanatı öğrensinler. Ustalar garip kalıyor sahip çıkılsın ve sosyal bir güvencemiz olsun istiyorum. Ben zaten bu işi severek yapıyorum. Çırak yetiştiremiyoruz. Çünkü bu işe talep yok. Gençler sabırlı değil hemen para istiyorlar.
Bu İşe kültür bakanlığı el atacak ve bu değerlere sahip çıkılacak. Ustaları küstürmeyeceksiniz. Bu ustaları  eğitmen olarak alıp meslek liselerinde bunları kullana bilirsiniz. Bayramlarda seyranlarda huzur evlerini ziyarete giderken orada ki amcalara kasket hediye edilse onlarda çok mutlu olacaklar ve bizde desteklendiğimiz için çok mutlu olacağız." diyor Mustafa Adak ustam.
          
         

10 Nisan 2019 Çarşamba

Aynalı çarık ustası

         Çarık; Anadolu köylüsününen yaygın olarak kullandığı bir ayakkabı çeşididir. İşlenmiş sığır derisinden yapılan kenarlarından açılan deliklerden şeritler geçirilip ayak üzerine bağlanarak giyilen ilkel papuç.Tokat yöresinin geleneksel kıyafetlerindendir. Eskilerde aynaya bakmak ayıp olduğundan kızların, gelinlerin çarıklara konulan aynalardan kendilerine bakabilmeleri için yerleştirilmiştir. Ayna çarığın üstünde küçük bir pecere şeklinde konumlandırılmıştır.
         1960 Tokat doğumluyum. İlkokulu burada okudum. Evliyim, İki çocuğum var. 50 yıla yakın süredir ahilik geleneğinden gelen dede ve baba mesleği "çarıkçılığı" yaşatmak için çaba gösteriyorum. Mesleğime aşığım. 
         Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Sanatkarı 59 yaşındaki Ayhan Kılıç, emekli olmadan önce tarihi Taşhan'da çarıkçılık mesleği üzerine iş yeri açtığını söyledi. Unutulmaya yüz tutmuş bu mesleği yaşatmaya çalıştığını ifade eden çarıkçı ustası Ayhan Kılıç, “2010 yılında emekli olduktan sonra dükkanımda çalışmaya devam ettim. Babam bu mesleği sürdürürken onun yanına boş zamanlarımda uğrayarak bu mesleğe başladım. Bu mesleğin kaybolmaması ve gelecek nesillere aktarmak için çalışıyorum. Fuarlara giderek mesleği tanıtıyorum. Gitmediğim il kalmadı. Tokat'ta üç çeşit çarık yapıldığını belirten Ayhan Kılıç, Tokalı, aynalı ve sırımlı çarık yapıyoruz. Çarıkları deriden yapıyoruz, çarığın yapımı 1 hafta sürüyor. Sırımlı çarıklar, erkeklerin giymesi için; tokalı ve aynalı çarıkları ise kadınların giymesi içindir. Çarıklar, halk oyunları ekiplerince aksesuar olarak da kullanılmaktadır. Çarık tek parçadan yapılır. Yemeni yapımı farklıdır. Deri tabana göre kesilir ve altına kösele koyulur tabanı vardır. Tabanlı olan yemenidir. Bu sanatı öğrenecek çırak bulamıyoruz. Bu mesleği boş zamanlarında çocuklarıma öğretmeye çalışıyorum." dedi.
          Bu değerli çarıkların kültür yansıması olduğunu, Geleneksel el sanatlarının bir toplumun maddi ve manevi kültürünün bir bütünü olduğunu, ustadan çırağa, babadan oğula bu kültürü aktarma çabasının, sanatın gelenekselleşmesine katkı sağladığının farkındalığıyla Yok olmaya yüz tutmuş sanatlara katkı sağlayan meslek erbaplarının emeklerine saygı duyulmasının altını çizen Ayhan Kılıç yetkililerden destek istedi.
Çırak yetişmiyor
Babadan oğula geçen 2. Kuşak usta
Mesleğin ölmemesi ve hak edilen değerin verilmesi sahip çıkılmasını istiyor.

7 Nisan 2019 Pazar

Yazma ustası Yurdanur Uçar

Yurdanur Uçar: “Çalışmalarımda makine kullanmıyorum ve geleneksele bağlı olarak çalışıyorum.”
Yazmacılık, elle çizilerek ya da ağaç kalıplarla basılarak uygulanan bir kumaş desenleme tekniğidir.

Ağaç kalıplarla baskı yapma tekniğinin ilk olarak ne zaman ve nerede kullanıldığına dair kesin bir bilgi olmamakla birlikte Anadolu’da 14. yüzyıldan beri yazmacılık sanatının sürdürüldüğü ve 15.yüzyılddan sonra Tokat ilinin yazmacılıkta merkezi bir konuma geldiği bilinmektedir.

     Ağaç kalıplar kullanılarak baskı yapma tekniğinin tarihine ilişkin kesin bilgiler bulunmamakla beraber tarihte Tokat’ın 15. yüzyıldan sonra yazmacılığın merkezi konumuna geldiği bilgisi yer almakta.
Tokat’ta el baskısı yazma geleneğini devam ettirmeye çalışan ustalardan olan Ahmet Turan Yaşın, çocukluğundan beri bu işle uğraştığını söyledi.  Yazma ustası Yaşın; babasının yanında bu işi öğrendiğini ve 25 yıldır el baskısı yazmacılığı yaptığını ve amacının üretimi azalan yazmaların devam etmesini sağlamak olduğunu belirtti. Fuarlar ve festivallerde ve yapılan etkinliklerde yer almaya çalışarak yazmacılık sanatını devam ettirmeye çalışan Yaşın; hoşuna giden her motifi desene çevirebildiğini de belirtti. Yaşın “eskiden bu yana kullandığımız desenlerimiz de var, eskiden vazgeçmiyoruz, eski motiflerimizin içinde Osmanlı ve Selçuklu Devletlerinin duvar süslemelerinde kullanılan motifler var. Onları desen haline getiriyoruz ve mesleğimizi devam ettirmeye çalışıyoruz ama günümüzde yazmanın kullanım alanı çok azaldı.” dedi. Tokat yazmasını tanıtmak amacıyla fuarlara katıldığını belirten Yaşın; ’’Geçen yıl 4 defa yurt dışına fuara gittim. Bu senenin ilk etkinliği Fransa’da yapılacak, Osmanlı el sanatları üzerine bir etkinlik, oraya davet edildim, gitmeyi düşünüyorum.” dedi.

Taşhan esnaflarından Tokat yazması geleneğini devam ettiren yazma ustası Yurdanur Uçar da yazmacılık üzerine gazetemize konuştu ve “yazmacılık sanatı ile küçüklüğümden bu yana iç içeyim,  kız meslek lisesinde el sanatlarına ilgim vardı ve eğitimimi de bu yönde tamamladım.” dedi. 2007 yılından bu yana, Taşhan’da çalıştığını belirten Uçar “bütün el sanatları hakkında bilgim var, bilmediğim el sanatı çok nadirdir, şu an da Tokat yazmacılık sanatı ve kalıp oymacılığı üzerine çalışıyorum. Tokat’ın 600 yıllık geçmişini araştırıyorum, eski kalıplarını buluyorum. Ihlamur ağacına kalıpları oyuyorum, daha sonra da bu kalıpları pamuklu kumaşlara veya başka kumaş türlerine baskılarını yapıyorum. Kalıplarda dikkat ettiğim unsur, makine kullanmıyorum, tüm kalıpları elimde oyuyorum.” dedi. Aynı zamanda Tokat’ta devlet sanatkâr kimliğini alıp bu işi icra eden ilk kişilerden olduğunu belirten Uçar; “Kültür Bakanlığına ve Halk Eğitim Merkezlerine bağlı olarak açılan kurslarda eğitimci olarak çalıştım. Tokat’ta ve Tokat dışında birçok etkinliğe katılarak Tokat yazmacılık sanatını tanıttım. Çalışmalarımda makine kullanmıyorum ve geleneksele bağlı olarak çalışıyorum.” diyerek Tokat el baskısı yazma geleneğini sürdürdüğünü belirtti. 

Kaval ustası Yaşar Güç

        İnsanoğlunun üflemeli ilk çalgılarındandır. Çeşitli kaynaklarda ''ağız sazları'' arasında anılan çalgı. Orta Asya Türk uygarlıklarından itibaren bilinir. Ülkemizde yüzyıllardır, ''çoban sazı'' ya da ''düdük'' olarak tanınan kaval binlerce yıl insanoğlunun yoldaşı olmuştur.
Müzik terimi olarak kaval , genel olarak kamıştan yapılan, çoğunlukla çobanların çaldığı, içi boş yuvarlak bir boru biçiminde, dilli ya da dilsiz, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük demektir. Tarihi 
          1968 yılında Tokat'ın Başçiflik ilçesinin Erikbelen Köyü'nde dünyaya geldim. İlk okulu burada okudum. Dört kardeşiz. Babam Hasan Hüseyin Güç merak üzerine Reşadiye'nin Çinilibağ köyündeki kaval ustası Ali ustadan esinlenerek bu işe başlamış. Bende yokluk nedeniyle ilerisini okuyamadım. Çırak olarak babamın yanında çalışmaya başladım. O yıllarda amcam ve babamın başarısından etkilenen tüm köylü kaval yapmaya başlamış ama şu anda bu işi sürdüren iki üç kişiden biriyiz. Babadan gelen 80 yıllık bir kültürün 51 yılına şahitlik ettim. Ailede bu işle ilgilenen benim. 40 yıldır içinde olduğum Sanat alanında kalite bakımından benim yaptığım kavallar farklı. Kaval en güzel erik, kaysı, dut, kiraz , armut ağacından yapılır. Ağacın ham maddesini Sivas, Malatya, Tokat'tan karşılıyoruz. Ağacı kesip iki yıl kurumaya bırakıyoruz. Ahşap ne kadar kurutulursa o kadar iyi olur. Çünkü çatlama riski azalır. Ağacı kavalın boyunca keseriz, yarılmış ağaçları kuruduktan sonra tornadan geçiririz. İçini matkapla oyarız. Perdeleri deleriz, ağızlığı ve dilini yaparız. Hazır hala gelen kaval zeytin yağıyla yağlanır. Yağlanmasından maksat kavalın sesinin daha güzel olması içindir. Kavallarımızı Gomalak cilasıyla cilalıyoruz.Aynı zamanda ney, zurna da yapıyorum.Yurtdışından da spariş alıyorum. Festivallere katılıyorum. Davet gelirse gidip kavalımla sanatımı icra ediyorum. Bu işi yapan iki üç ustadan birisiyim. Talep yok. Kavalı unutmamak için okullarda öğrencilerimize fülüt yerine kaval alımını tavsiye etmeliyiz ve çocuklarımız bu milli çalgımızla çocuk yaşta tanışmalı.
              Dört çeşit kaval yapıyorum. Horlatmalı, dilli, dilsiz kısa kaval. Her bir kaval gurubunda 12 tane var toplam 48 çeşit kaval yapmış oluyorum. Horlatmalı kavalın sesi 7 ,la da, kısa kavala düdükte diyoruz sesi 5, la da bitiyor. Dilsiz kavalda ses 3 oktava kadar çıkar. Horlatmalı kavalda ses 1 oktavdır.
Yılda ortalama bin kaval yapıyorum. Uzun kaval'ı müzikle uğraşanlar alıyor. Turistlik olarak ürettiğimiz kısa kavallarımız var onlar daha çok satılıyor.
Türkiye'de Kaval deyince ilk akla Erikli Köyü gelir . 1979 yılında Arif Sağ bizim köye kaval almaya gelmişti. Babamın ünü topal Hüseyin kaval ustası taa oralara kadar gitmiş. Benim adımı Kültür            Turizm Müd UNESCO' ya sunmuş. 2008 de bakanlıktan hocalar köyümüze geldi. Babamla görüştüler, incelemelerde bulundular. Ödül aldığımı babam göremedi. Ben Niksar'da yaşıyorum benim oturduğum sokağa ismimi verdiler. Yapılan araştırmalar sonucunda 2009 yılında UNESCO tarafından Kültür Mirası Listesine "Yaşayan İnsan Hazinesi" olarak kabul ettiler.
Yaptığım işi çok seviyorum her yaptığım iş bir öncekinden daha iyi olmalı. Hepsi birbirinden farklı ve değerli. Üretmeye çalışmaya ve sanatımı icra etmeye Allah izin verdiği sürece devam edeceğim. Artık memleketim için bir marka oldum. Tüm fuarlara katılıyorum. Şehrimi ve kavalı tanıtmak için elimden geleni yapıyorum. Son olarak ulu önder Atatürk'ün bir sözüyle bitirmek istiyorum. "Başbakan olabilirsiniz , mebusan olabilirsiniz hatta cumhurbaşkanı dahi olabilirsiniz ama sanatkar olamazsınız "Yolunuz açık olsun ustam.

6 Nisan 2019 Cumartesi

Kitap İğne oyası ustası Cemile sucu

              Oya örmenin ilk kez nerede, nasıl ve kimler tarafından başlatıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, insanların örtünme ihtiyacını hissettiği zamanla başladığı zevk, beğeni ve yaratıcılık yeteneklerinin artmasıyla gelişme gösterdiği düşünülebilir. Süslemek anlamında kullanılan oya sözcüğü, 11.yy. Türklerinde “ev bezendi, Memluk Türklerinde “Oyu, Kırgız Türklerinde “Oyuma” şeklinde söylenmiştir. Oya sözcüğünün başka dillerde karşılığının bulunmaması, bu sanatın Türklere, özellikle Türk kadınına özgü bir sanat olduğunu düşünebiliriz. Günümüze kadar gelebilen bazı örneklerin inceleme sonuçlarına göre oyaların, en çok 17-18. ve 19. yy da yaygınlık gösterdiği, teknik, renk, konu, malzeme ve kompozisyon bakımlarından kaliteli ve özgün oldukları anlaşılmaktadır.iğneyle kuyu kazmak göznurunu akıtmak ve ürettiğin şekli en has yazmalarda oyalarla ipek ibrişimlerle süslemek ustalık ister. İşte 7 yaşında başladığı bu işe 46 yıldır emek vererek alanında profesör olan Cemile Sucu ustanın  hikayesi.
           "1966 yılında Tokat merkezde doğdum. 7 kız kardeşiz ben üçüncü çocuğum. İlkokula gitmeden önce elişi yapmaya başladım. İlk olarak ablam gelin olacaktı ona tığ işiyle paspas ördüm.
             İlkokul ücüncü sınıfa giderken iğne oyasıyla tanıştım. Mahalle kültürüyle büyüdük. Ablalardan teyzelerden öğrendim iğne oyasını.
              16 yaşında evlendim. üç çocuğum var. Yaptığım iğne oyaları beğeni aldı ve kendimi geliştirdim. Yarışmaya katıldım ve Birinci oldum.Kazandığım yarışma Türkiye çapında Ancor çapanın düzenlediği bir yarışmaydı. Kendime olan güvenim arttı. Halk Eğitim Müdürlüğü'nden teklif geldi. 2002 yılından beri halk eğitimde usta öğğretici olarak çalışıyorum. İlkokul mezunuyum fakat iğme oyasının profesörüyüm diyorum. İlkokul diplomalı profösör olmaktan çok mutluyum. Ben insanlara elimin emeği gözümün nuruyla örnek oluyorum. Eşimin ve babamın desteğiyle bu günlere geldim. İkiside aynı şeyi söylediler "yapamassın diye bir şey yok yapacaksın, yapanlar senden üstün mü ? sende yaparsın derdiler "bende yaptım.
Geçmişe kesinlikle takılıp kalmadım, hep gelecekten daha ümitli oldum. Güzel günler bizi bekliyor.
Çok hayal kurmayı sevmiyorum günü yaşıyorum.
Pişmanlığım yok iyi ki babamın kızı eşimin eşi olmuşum.
           İlkokul mezunuyum gururluyum. İlerisini okumayı düşünmedim. İlkokul mezunu olarakta bir yerlere gelebilirsiniz. İğne oyası profösörü olmak için diploma gerekmiyor. Ben insanlara örnek oluyorum.
Kültür müdürlüğünün açtığı Dosim yarışmalarına katıldım. İğne oyasından Türk Bayrağı yaptım. Türkiye'de ilk olarak böyle bir yarışma yapıldı. Yaptığım bayrak Tokat valiliği tarafından dönemin Başbakanına hediye edildi.ipek şallar üzerine ibrişimden iğne oyası yapıyoruz. Vizyonumuzu biraz geliştirdik. Sadece yazma kenarı oyalamıyoruz. Çok güzel iğne oyasından tablolar, kolyeler, tepsiler, çiçekler, gelin başı çiçekleri yapıyoruz. Kadın var olduğu sürece var olacak olan bir sanat. El emeği göz nuru kıymetli bir çalışma.
Hayalim sandıklardaki saklı hazineyi gün yüzüne çıkartmak, aslını koruyarak eski türk motiflerini çalışmak istiyorum.
Tokat'a ait olan iğne oyalarının patentini almak istiyorum." Menekşe oyası,gül oyası, zembil oyası, sümbül oyası, şeker tabağı oyası" gibi bir kaç örnek verebiliriz.
"Geçmişten günümüze günümüzden geleceğe Olan bu yaşantımızda mutlu olmayı başara bilmektir
yaşamak."diyor Cemile Sucu hanımefendi.
                 Merak ve heves üzerine yaptığı işi çocuk yaşta öğrenip geliştiren uluslar arası platforma taşıyan fuarlara katılan bir anadolu kadını. Tokat belediyesinin açtığı hanımelleri kurssunda usta öğretici olarak görev yapıyor. Öğrenci yetiştiriyor. Bu şehre ait  İğne oyalarının patentini almak ve ulusal fuarlarda şehrimizi temsil etmek istiyor.
Öğrenci yetiştiriyor
Halkeğitimde usta öğretici
Uluslar arası platformlarda bu mesleği tanıtmak istiyor.


Dokumacı Emine Kıyak


          M.Ö 4000 yıllarına dayanan ve günümüzde 800 yıllık geçmişi olan Dokumacılığın geçmişi tarih öncesi çağlara dayanmaktadır, insanlığın var oluşundan itibaren de içgüdüsel olarak doğal şartlardan korunmak amacıyla örtünme gereksinimi duymuştur. İlk çağ insanlarının örtünme ihtiyacını öncelikle hayvan postlarından karşıladıkları bilinmektedir. Daha sonraları ot, saz, dal gibi bitkisel maddeler kullanılarak hasır örgü gibi tekstil yüzeyleri oluşturulmuştur. Günümüze keçeleştirme, dokuma ve örme gibi üç temel yöntemle oluşturulan kumaşların ilk defa nerede, nasıl ve ne zaman gerçekleştirildiği kesin olarak bilinmemektedir.
             1974 yılında Turhal'ın Çamlıca köyü'nde doğdum.Annem ev hanımı babam çifçi. İlk okulu çamlıca köyünde okudum.Orta okulu dışardan bitirdim.Şu anda açık lisede okuyorum.Çocukluğum ve gençliğim yaylalarda geçti.Tarlalarda ekip biçtik,çifçilikle uğraştım.16 yaşında aşık olduğum gençle 18 yaşında evlendim.İki kızım oldu. Şu anda ikiside Üniversiteyi bitirdiler. Hayatın akışı size neler getirir bilemiyorsunuz.  Eşim vefaat edince ortada kaldım.
           Hiç bir gelirim olmayınca sosyal yardımlaşmaya baş vurdum. Onlarda bana bu dokumacılık işini teklif ettiler. Yani balık vermediler, balık tutmayı bana öğrettiler. Allah'ıma binlerce şükür olsun. iki yıl öğrenci olarak bu işi öğrenmeye çalıştım. 19yıldır usta öğretici olarak halk eğitimde kumaş dokumacılığı yapıyorum. Bu tezgahların çözgüsünü Denizli'de yaptırıyoruz leventlere sardırıyoruz. Buraya gelince çözgüsünü yapıyorum. Ondan sonra dokuma işine geçiyoruz.
            Tezgahlarda yüzde yüz pamuklu ipliklerle keten ve bambu kumaş dokuma da yapıyoruz. Yatak örtüsü, masa örtüsü, peşkir, şimen tablo, oda takımı yapıyoruz. Dokuduğumuz kumaşları baskıyla süsleyip daha değerli hale getiriyoruz. Hesap işiyapıyoruz, Antika , saçak, Turhal işi, gül deseni, iğne oyası  gibi mesleğimi severek yapıyorum. Unutulmaya yüz tutmuş değerlerimizden olduğu için elimden geldiğince yaşatmaya canlı tutmaya, katıldığımız fuarlarda kullanım alanlarını genişletmeye ve tanıtımını yapmaya çalışıyorum. Eskiden dedelerimiz ninelerimiz dokumacılıkta çok iyilermiş. Bu kumaşlardan iç gömleği ,don , çarşaf, şalvar da dikerlermiş. Tarlalarda tarım üretiminde sebzecilik artınca herkes dokumacılığı bırakmış.
             Emine hanım üzerinden okuduğumuz gerçekler,  Tek başına kimsenin desteği olmadan ayakta durmaya çalışan kadınların yıprandığını ve zorluğunun bir göstergesi olarak" ben yoruldum hayat biraz dinlenmek istiyorum " sözleriyle dile getiriyor. Yaptığı işle bu topraklardaki dokumacılığın son ustası olan Emine  Hanım öyle kıyak sayılacak bir hayat yaşamamış. Balık almayı değil balık tutmayı öğrendiği için ,kimseye muhtaç olmadan  ayakları üzerine durmasını başardığı için şükür ediyor. Şu anda Turhal halk eğitim merkezinde usta öğretici olarak çalışıyor. Teşekkürler Emine Kıyak  Hanım.
Çırak öğrenci yetiştiriyor
Halkeğitim de usta öğretici
Bu mesleği yaşatmak ve ayakta tutmak istiyor.

kitap Batik ustası Rabia Daşçı

               Tokat'ın çok renkliliğini kültür çeşitliliğinin bir parçası gibi desenlerine yansıtan ve renk çümbüşünün ahenkli uyumunu kumaşı boyayarak zanaatkarlığını gösteren usta aslında yaşadığı coğrafyanın bir yansıması olarak kendi iç dünyasının bir kopyası olarak ürettiği ürünlerin tüm dünyada kabul görmesini arzulaması bu toprakların zenginliğinin bir göstergesidir diye düşünüyorum. Kendime has bu desenlerimle markalaşmak istiyorum. 30 yıldır bu işin içindeyim. Hayalim Tüm dünyaya bu desenleri tanıtmak diyor ustam.
            1960 yılında Tokat merkezde doğdum. İlkokulu burada okudum. Liseyi Bakırköy Kız Meslek Lisesi'nde bitirdim. Eğitimime 8yıl ara verdim. Sonra üniversite sınavına girdim Gazi Osman Paşa üniversitesi Tekstil Baskı Bölümünü bitirdim.
             Mezun olduktan sonra 10 yıl kadar serigrafi kalıpcılık yaptım. O zamanlar Çizimlerimi elimde kendim yaptım. Şimdi bilgisayarlarla yapılıyor. Büyük fabrikalar kurulunca el   işçiliği öldü. Bu arada halk eğitimde usta öğreticilik yaptım. Benim asıl işim boyamacılık. Deneme yanılma yöntemiyle kendime ait bu batik yöntemini buldum. Yaklaşık 30 seneye yakın bu iş üzerine çalışıyorum. Benim ürettiğim bana özgü desenlerin tanıtımını yapamıyorum. Yöresellikte kalıyorum. Benden alınan desenler başkaları tarafından yurt dışı ürünü olarak Hindistan'dan geldi diye piyasaya sürülüyor. Ben daha ziyade istanbul'la çalışıyorum.Şikayetim genelde emek sömürücülerine.Eften püften şeyleri abartıyorlar, amacım gerçek değerlerin hak edenlerin değer görmesi. Atölyeyi kurmadan önce çizim yapıyordum dedim ya  fason çalışıyordum. Yaşadığım olumsuzluklardan çok etkilendim ve O gün karar verdim kendi atölyemi kurmaya. Çizimi yapıyorsam kalıbıda yaparım dedim. Önce kendime söz verdim sonra yaradana sığınıp bu işin en iyisini yapacağıma yemin ettim. Kolumdaki 4 tane bileziğimi bozdurdum. Büyük bir azimle  o zamanki ilk atölyemi kurdum. Allah'ıma bin şükür kazancım iyi oldu. Evimizi ve arabamı aldım. Hala hayatın içindeyim çalışıyorum üretiyorum, çevreme ve etrafıma faydalı olmak için. Bu yeteneğin bana Allah tarafından verilmiş bir lutuf olarak düşünüyorum.
             Benim bu sektörde olmam ve bu yönde ilerlemem lise ve üniversite eğitimim bu yönde olduğu için buna yöneldim. Hayatımı garanti altına alabilmek içinde bu dalda kendimi geliştirdim. Hayatımdaki en büyük zenginlik insan zenginliği. Elhamdürüllah memnunum hayatımdan. Çalışmayı çok seviyorum. İşimi çocuğum gibi görüyorum onu büyütmek için elimden gelen özeni , itinayı gösteriyorum. Batik desenli elbiseler, buluzlar ,şalvarlar, florlar üretiyorum.Doğal boyalarla çalışmak en güzeli ama kimyasal boyada kullanıyoruz.
              Yaptığım işi özel görüyorum sadece bana ait bu  desenlerimle hayalim markalaşmak.  Öğrenciler yetiştirip Tokat'tan evrenselliğe ulaşmak istiyorum.Tokat'a has bu desenlerin markalaşmasını çok istiyorum. Kalite olarak bizim önümüzde kimse yok ama ciro olarak beni geçenler var. Babam dülger miş eskiden köylere gider fırın, oklava, beşik, Ahşap oymacılığı, ince işlerle uğraşırmış. Bende  bu yeteneğimi babamdan ve annemden almışım. Annemde çok becerikli bir kadın. Bir çok insana iş kapısı oldum. Yetkililerden bizlere destek olmalarını istiyorum.
Çırak yetişmiyor
Atölyesi var
Tüm Türkiyede marka olmak istiyor.

Bıcak ustası Mustafa Uzel

           
  Bıçak; Bir nesneyi kesmek amacıyla üretilen sap ve namludan oluşan kesici alete bıçak denir. Hançer, kama, testere, kılıç, saldırma, pala, balta, satır, çakı, keser, tırpan gibi aletler bıçak olarak adlandırılır.
            Mustafa Uzel 1956 yılında Tokat merkezde doğdum.  Beş göbek öteden gelen bir mesleğin 4. Göbek ustasıyım.  Dede babam Mustafa Uzel, Dedem Kasım Uzel, Babam İhsan Uzel, Ben Mustafa Uzel, Oğlum Alper Uzel.
            Ülkü İlkokulunda okudum. 4 kardeşiz. 10 yaşından beri 52 yıldır bu işi yapıyorum. Ben usta çırak ilişkisi içinde bu işi babamdan ve dedemden öğrendim.15 yıl çırak olarak çalıştım. Dedemde babasından öğrenmiş. Evliyim. 3 çocuğum var. Büyük oğlum bu işle ilgileniyor ve sadece av bıçağı yapıyor. Günümüzde bu mesleğe rağbet yok. Meslek ölmek üzere son usta benim çırak yetiştiremiyoruz. Çünkü mesleğe talep yok.
            Bir çok bıcak çeşidimiz var. Bağ budama bıçağı(bıçkı) çakı, kaşık bıçağı, aşı çakısı, davar kırkmak için makas, kemik tarak, satır, balta, karga burnu, kama, saraçların bizlerini, süpürge bıçağı yapıyorum. Manda boynuzundan yapılan saplar avcı bıcağıdır. Dedemler tüfek tamiride yaparlarmış. Kama ve kılıçta yaptık zamanında.
Eskiden usta çırak ilişkisinde usta yetişirdi. Şimdi geliyor öğrenci yaptığım işin püf noktasını öğrenip gitmek istiyor.  Benim bir önemim yok onun için önemli olan o püf noktasını alıp gitmesi. Şimdiki gençler herşeyi yapmak istiyorlar ama kimseye minnet etmiyorlar, sabırları yok.
İmalat yapamıyorum, yanımda çalışan kimse yok sadece bileme yapıyorum ve özel olarak kemik saplı bıcaklar ve manda boynuzundan yapılan eğri bıçak Tokat'a has yerli  bir bıcaktır onu üretiyorum.
             Saraçların işleri görülsün diye biz'leri( dericilerin kullandığı iğne )yapıyorum, tahta baskının kalıplarını oymak için kullanılan karga burun bıçakları yapıyorum. Ben eskiden Sulusokak'ta ki dükkanda çalışıyordum ve bir çok çeşit elişçiliği yapan ustalarla büyüdüm gördüm görgüm arttı. Herşeyden biraz anlarım. Benim işim bıçakçılık babadan oğula geçen bir zanaat. Oğlum bu işin içinde avcı bıcaklarının üretiminde pir oldu. Çok güzel üretim yapıyor bende onunla gurur duyuyorum.
           Bıcakların çeliklerini döverek bu hale getiriyoruz. Koç, teke, manda boynuzlarından ağaçtan sap yapıyoruz. En az iki yıl geçmesi gerekiyor boynuzların sap olabilmesi için. Perçinleri pirinçten, bıçakçılıkta Sivas bizden ilerde biz üretim yapamadığımız için geride kaldık. Atölyem sanayide kurulu orada üretim yapıyorum. Kömür ocağı, ceryanlı fırın, tüp, gibi malzemeleri kullanıyorum. Bazen öğretmenler öğrencileri getirip atölyeyi gezdiriyorlar . Çocuklarımıza görsel olarak hizmet etmenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Hayalim Tokat'ın içinde ve turistlerin gelip gittiği bir handa Tokat bıcakçılığını tanıtan çakılar yapmak.
Çırak yetişmiyor
Kendi dükkanında son usta
Turistlik bir handa Bıcakları herkese tanıtmak istiyor.


Tiyatro sanatcısı Kemal Atangür

               "Dünyada Türkiye Türkiye'de Tokat"sözünün altını ilkler tekler ve kırklar şehri Tokat'ın kadim insanının yapmış olduğu zanaatlarıyla tüm dünya insanlığına örnek teşkil edecek çalışmalarıyla insanlığı mayalamdırma görevine devam ediyor. İşte size Türkiye'de ilk kez "Ekmek arası tiyatro diyerek" yaptığı işle tüm tiyatro sanatı alemine öncü olan alanında tek işine aşık bir tiyatro sanatcısı Kemal Atangür  yaptığı çalışmalarıyla fark yaratmaya devam ediyor.
             25 eylül 1968 yılında Tokat Merkezde dünyaya geldim. Babam Reşediye'nin Cibitekke  Köyü'nden gelmiş. Annesiz babasız öksüz kalmış, dedemin yanında çırak olarak çalışmaya başlamış ve onun yanında büyümüş. Dedem Yusuf Ziya Öztunç 15 yaşında Selanik'ten gelmişler. Oradada köftecilik yapıyormuşlar buraya gelincede lokantacılık yapmaya devam etmişler. Babam burada çırak olarak çalışmış ve ustalığa kadar gelmiş. Babam dedemin gönlünü fetetmiş dedem ustasını kızına almış. Bizim meslek anne dedemdem bize miras kaldı. Ben üçüncü göbek ustayım. Liseyi Gazi Osman Paşa Lisesinde okudum. O yıllarda Halk eğitimin tiyatro koluna üye oldum. Tesadüfen Tokat'lı  Orhan Şeref Ayçe Tuluat üzerine çalışan bir tiyatrocuyla tanıştım. Bana tiyatroyu sevdiren hocamdır. 1987 yılında Çorum meslek yüksek okulunda tiyatro kulübünün başkanı oldum ve tiyatro yapmaya devam ettim. Okulum bitince 27 mart dünya tiyatrolar gününde çok sevdiğim eşim Selda Gür ile evlemdim.4 çocuğum var. İsimleri Osman Rutkay, Cahide Vera, Zahide Ahna, Afife Jale.
          Hayatımda sadece tiyatro var. Halk eğitim merkezinde usta öğretici olarak çalışıyorum. 1994 yılında 1937 doğumlu tiyatronun duayeni Ünver Oral hocayla tanıştım. Orhan hocam beni çok beğendi gölge tiyatrosunun bütün sırlarını benimle paylaştı. Gölge oyununu tek başıma yapabileceğimi ses rengimin çok uygun olduğunu söyledi. Ben bütün gayretimle ve aşkımla bir tiyatro salonu, odası kurmak istedim. Kardeşim Bilal marangoz bana bu salonu inşa etti ve 35 yıldır tiyatronun içinde yazıp oynuyorum. 25 yıldırda gölge oyunu karagöz ve hacivat tiyatrosunu Münür Özkul tiyatrosu adı altında "ekmek arası tiyatro" sloganıyla dededen gelen üçünçü göbek köfteci ustası olarak tiyatroyu bu dükkanda yaşatmaya çalışıyorum. Üst katta köfte yapıyorum ve alt katında her cuma günü gölge tiyatrosu olan hacivat karagöz oyununu kesintisiz olarak 25 yıldır oynatıyorum. Devamlılık arz etmesi açısından benim bu yaptığım Türkiye'de bir ilk ve bir rekor. Beykent üniversitesi tiyatro sinema bölümü öğrencileri benim hayatımı bitirme tezi olarak çalıştılar ve bu sunumu hocaları çok beğenmişler ses getirdi. TRT den benim belgeselimi çektiler. Çeşitli festivallere davet ediyorlar orada gidip doğaçlama olarak tiyatro yapıyorum.İşimi eşimi aşımı çok ama çok seviyorum.
             Tiyatro ekibimiz 8, 10 kişiyle götürüyoruz. Turnelere çıkıyoruz. Sosyal sorumluluk anlamında  Okullara karagöz hacivat oyununu oynamaya gidiyoruz. Tokat'a gezmeye gelen misafirlerimiz bizi çocuklarıyla birlikte ziyaret ediyorlar ve gölge oyunu tiyatromuzla onlara en kıymetli hediyeyi veriyoruz çünkü Türkiye 'nin hiç bir yerinde rastlayamayacakları bir gösteryle çok memnun ayrılıyorlar. Tiyatro torpil kabul etmez. Yeteneği olan bu alanda kendisini geliştirir. Sanatı ehil ellere teslim etmek gerekir. Doğayla iç içe bir hayat yaşayalım. Çünkü bizim burası doğal bir memleket özü sözü bir ben bu memlekette yaşamaktan çok mutluyum. Yetkililerden benim bu yaptığım sanatı daha iyi şartlarda sunabilmem için bana bir salon tahsis etmelerini ve orada halkı tiyatroyla buluşturmak çok istiyorum.
Öğrencileri var
İlk usta öğretici
Daha çok insana ulaşmak daha güzel bir sahnede tiyatro yapmak.

Otantik çöp Bebek Nuray Yıldız

          Köyler  bozulmamış özünü hala koruyan kapısı herkese açık ,sofrasında sevgisini ve güler yüzünü paylaşan misafirini baş köşeye otutturan ,samimi özel insanlar.Köy deyince aklıma her şeyin ilk hali bozulmamış doğal organik  olanı gelir. İnsanıda, meyveside ürettiği sütü yumurtasıda hiç bozulmadan bize olduğu gibi yansıyan yerler geliyor aklıma. Tokat'ta ki doğal otantik çöp bebek yapımı ustası Nuray hanım.
            "1977 de  hubyar  köyünde doğmuşum. İlkokulu köyümde  okudum. Annem babam köylü. Onlardan öğrendim ne öğrendiysem. Biz köy yerinde ekin ekeriz  başaklar olgunlaşınca biçeriz .18 yaşında evlendim Nebi köyü'ne gelin geldim. Burdada aynı işleri yapmaya devam ettim eşim inşaat işçisi. O dışarıya şehre gidiyor çalışmaya. Ben çocuklarla evde kalıyorum. 4 tane çocuğum var. Kızım evli oğullarım okulunda çok başarılılar. Allah onların zihinlerini açsın okusunlar. Millete faydalı olsunlar. Kışın pek işimiz olmuyor köy yerinde hobi olarak bebek yapıyorum. Çöp bebek. Dağlardaki ağaçlardan çatallı dalı kesiyorum. Üstüne bizim köyün otantik diktiğim giysilerini giydiriyorum. Diktiğimiz elbiseleri plastik bebeğe giydirenlerde var ama ben çöplere giydiriyorum daha ekonomik ve daha doğal oluyor. Oya yapıyorum, pullu oyalar, işleme her şeyi ben elimle yapıyorum ve bebeği giydiriyorum. Köyümüzü ziyarete gelenlere satıyorum. Köyümü çok seviyorum. Tokat ilinden aldım bakırı, incitmeyin fukarayı fakiri diyen kör oğlu gibi bende garibin yanındayım. Onlara her zaman kapım açık. İyi niyetliyim her şeyin iyi tarafından bakarım olan olmuş ,bundan sonra ne yapabilirim diye bakarım olaylara. Bana düşen görevi erinmeden gücenmeden yaparım.
          Halinden yaşamından ve bulunduğu yerden memnun olan Nuray bacı aidiyet duygusunun mutlu bir örneği olarak özün taşıyıcısı ve bulunduğu yerin direği olarak karşımıza çıkıyor.  Üretmenin çalışmanın yöresel yaşantının bebeklere yansıtılarak gelir kapısı oluşturması ve otantikliğini koruyarak var olmanın mutluluğunu Nuray hanım üzerinden okuduğumuz sevgi notunu halinden memnun olmak yaşam döngüsü içinde üzerine düşen görevi yerine severek şikayet etmeden dile getirmek ve yaşamak çok çok önemli. Teşekkürler Nuray bacı.
Çırak yetişmiyor.
Doğal ağaçları kullanarak bebek yapan ilk usta
Köyümüze daha çok turist gelsin diyor.

Urgancı ustası Ayşe Demir

         
             Girişimciliği, çalışma azmi ve kadın olarak yaptığı işin Türkiye'de ilk ve tek olmasının farkındalığıyla bir çok kadına öncü olan, üniversiteyi kazandığı halde babasının ben seni gurbet ellerde okutamam demesi üzerine urgancı Cemil beyle evlenen ve bu işi benimseyen bende bu işi yapıyorsam en iyisini yapacağım kendimi geliştireceğim ve Türkiye'de bu alanda ki tek usta ben olacağım der ve çalışmalarına başlar. 5 yıl sonra adından tüm Türkiye söz etmeye başlar.
            1973 Tokat doğumluyum. Kaşıkçı bağlarında büyüdüm. Engelli bir çocuktum. 10 yaşıma kadar boynum omuzuma yapışık olarak büyüdüm. Eski millet vekili doktor Reşat Doğru beyefendinin Ameliyat etmesiyle sağlığıma kavuştum. Meyve bahçelerinin içinde büyüdüm ilk olarak dedem sepet örerdi bende sepet örerek el becerimi geliştirdim. Sarmaşıklardan ip örerdim. Ağaçlara aşılama yapardım hepsini dedemden öğrendim. İlkokulu Alparslan ilköğretimde okudum. Ortaokulu Atatürk  ortakulunda okudum. Liseyi ticaret lisesinde bitirdim. Karadeniz teknik Üniversitesinin Avkatlık bölümünü kazandım babam göndermedi. Bende sevdiğim genç ile evlendim.
             Dede mesleği olan urgancılık işi yapıyordu. Urgan kelime manasıyla keten, kenevir, pamuk,jüt gibi türlü dokuma maddelerinin herhangi birinden yapılan ince halat. İnsanlığın var oluşuyla birlikte var olan bir sanat. Bende çok merak ettim ve merak üzerine kendi kendime yular örmeyi  öğrendim. Eşime gösterdim eşim çok beğendi ve gel ben sana bu işin bütün sırrını öğreteyim dedi. Bana urgancılıkla ilgili bildiği bütün bilgileri aktardı. Merakım daha çok arttı ve araştırmaya başladım. Antepe gittim ve antepte golon dokuması başladı. Kendir olmadığı için atık iplerden altarnatif olarak bunu ürettiler ve polyester iplerden urgan örmeye başladılar. Ben Antepli ustadan urgan örmeyi öğreneceğim dedim ve usta bana baktı sen bu işi yapamazsın dedi ama ben öğrenmek istiyorum dedim ve ısrarcı olduğumu görünce en ağır olan at yularını önüme koydu ben onu örmeye başladım. Usta örgümü görünce çok hoşuna gitti ve sarı kız sen bu işi becerecen dedi ve elindeki bildiği yular çeşitlerini bana gösterdi. 3 gün orada kaldım bana bildiklerini aktardı. Ben memlekete döndüğümde bir yıl çok uğraştım. Eşim bırak uğraşma hazır alıyoruz kendini yorma dedi. Bende azmettim ve eşime ben bu işi geliştireceğim ve Türkiye'de bu işi yapan tek usta ben olacağım dedim. Öğrendiğim bu beş teknikten daha başka teknikler geliştirerek şu anda 9 çeşit yular örüyorum.

         Dükkana gelen müşteriler selamünaleyküm deyip içeriye giriyorlar beni görünce çok şaşırıyorlar dı "lan burda garı varmış "deyip dükkandan çıkıyorlardı. ilk başlarda kabul etmediler ustan nerede? diye soruyorlardı. Sonra onlarda alıştılar yaptıklarımı görünce taktir ettiler kabül ettiler.
        Hayvanlarda doğarlar büyürler her boyda hayvana yular yapmaya başladım ve 9 çeşit boy yaptım. Dana yuları, düve yuları, buzağı yuları, birde ara bedenlerini yaptım, körpe yuları, azılı yular, inek yuları, eşek yuları, at yuları...gibi. Pazarım arttı. Bende hanımlarımıza ekmek kapısı oldum.  Onlara yular örmeği öğrettim. Örme yular, boncuk dizmek gibi. Bir çok kişinin evinde oturarak para kazanmasını sağladım.
          Benim hayalim urgan atölyesi açmak. Kendir üretimi şimdilerde kontürollü olarak üretilecek. Bizde urgan üretimi yaparken çeşitlerini yazdık ve 27 ip çeşidi var. Bir kaç tane örnek vereyim, kırnap, yayık ipi, at golanı, motor halatı, gemi halatı gibi...
          600 yıllık Urgancılık 1453 yılında Fatih'in İstanbul'u fetettiğinde gemileri karadan yürütmek için kullandıkları urganları bu topraklardan yani Zile'den göndermişler. Kütahya -Simav ve İzmir -Tire bu işin kaynağı, günümüzde 7 ilde üretiliyor. İzmir-Tire, Kütahya-simav, Kastamonu- Vezirköprü, Malatya, Gaziantep, Urfa, Tokat.
           Sentetik ürünlerden üretilen urganlar kaliteyi düşürdü. İthal kendirden urgan üretiyoruz. Urgan üretimini size kendirden başlayarak anlatmaya başlayayım. Tarladan toplanan kendir 5-10 gün
kurumaya bırakırsın sonra bu kendirleri 40 civili tarağa  vura vura kendiri damarlarından lif lif ayırır ve incecik ip haline gelinceye kadar tararsın. En güzel kısım elinde kalır ve çarkı döndürerek ustayla aynı anda iki kişi kordineli olarak birlikte yol alırlar ve iki parmak arasında kıvıra kıvıra bükerek kendiri ip haline getirirsin ve kaç kat istersen bunu o kadar birbiriyle yuvarlarsın ve yayık ipi üç kattan oluşur, son olarak toprakla macunlarsın kendir ipini ve asar kurutursun kullanıma hazır haline getirirsin. Urganı her yerde kullandım. Hamak yaptım, tahta beşiğin altını kendir ipiyle urgandan sardım. Hayvan bağı yaptım, salıncak yaptım, yayık ipi yaptım. Yeninin teknolojisini kullanın eskinin kültürüyle beslenin derdi büyüklerimiz. Bende öyle yaptım. Geleneksel urgancılığın bütün inceliklerini öğrendim.
               Benim eşimin ataları Malatya Darende'den gelmişler 6 kardeşler ve bu işi yapan eşim Cemil Darende. Ahilik ocağından geliyor  zanaatımız. Dedemizin dedeside urgancıymış Hasan dede. Tokat şehir müzesinde urgancılık atölyesi var ve dedemiz Topal İbrahim'in adı verildi. Ahi geleneğinden gelen bir ustanın torununun eşi olarak bu işi yapmaya ayakta tutmaya çalışıyorum. Araştırıyorum. Malatyanın urganı farklıdır. Hiç bir ustanın yuları birbirini tutmaz, her ustanın düğümü farklıdır. Babanın yuları oğlunun yaptığını tutmaz. Düğüm çok önemli yularda. Yular bir düğümden başlar ve 12 düğümden oluşur. Tokat' lı bir usta olarak bütün yularları yapabiliyorum. Ama başka bölgelerdeki ustalar bizim yuları öremiyor. 9 çeşit yular var. Bağlama , yarma, örme, yapıştırma yular çeşitleri vardır.  Hepsi çok çok farklı. İpi düğümleyerek şekil verirsin. 400 düğümden oluşan yular büyük emek ister. Düğüm düğüm birleştirdiğim motifsin. Bayan olarak bu işi yapan tek kişiyim Türkiye'de. Bir ailede herkes ustadır. Urgancılık tek başına yapılacak bir iş değildir. 7den 70 şe ailede herkes bu işle ilgilenir. Bizde urgan atölyesi yok. Benim hayalim urgan atölyesi açmak. Tamamen eski usullerde doğal bir üretim yapmak için yer aldım ve 20 metrelik haralarda 5 metre kapalı 15 metre açık alanda olacak şekilde atölyeyi yapacağım ve geleceğimiz olan öğrencilerimize tanıtmak çırak yetiştirmek istiyorum.
                Evliyim iki çocuğum var. Çocuklarımın  ikiside urgan örmeyi biliyor. Urgancılık çok güzel bir meslek. Kendir ipini ben heryerde kullandım. Süs yaptım. Çan aletlerine nazar boncuğu taktım balkon süsü yaptım. Yaptığım çalışmalarla ve araştırmalarla 5 yılda ismimi Türkiye'de duyurdum. Kendir çok kıymetli bir bitki. Gelişmekte olan bir ülke için kendir sanayide, ilaç yapımında, oksijen üretiminde, çevreyle uyumu açısından geri dönüşümü kat kat yüksek bir bitki.
              Gittiğim bütün illerde urgancılıkla ilgili hanlar var. Bende Tokat'ta bütün ustalarımızın bir arada olduğu bir han istiyorum. Tokat'ın nacağı, bıçağı da çok kıymetli. Zurnacısı, kavalcısı, bakıcısı, demircisi, bağlamacısı, çömlekcisi, baskı kalıp oymacısı, yazmacısı, semercisi, bütün ustaların bir arada olduğu bir han hayal ediyorum. Tokat'ta el sanatlarına çok değer verilmiyor. İnşallah ben heryerde bunu dillendirmeye ve bu konuya dikkat çekmeye çalışıyorum. Umarım Bizim memmlekette de bu sanatcılara bir gün hakettiği değer  verilir. Ben aynı zamanda Tokat Geleneksel El Sanatları Derneğinin (TOGES) başkanıyım. Bizdeki sanatçıların hemen hemen hepsi ahi geleneğinden gelen sanatçılar. Babadan oğula usta çırak ilişkisiyle zanaatlarını yapan bu insanlar sadece ve sadece yetkililerden ilgi görmek ve bu el emeği göz nuru alın terinin hak ettiği yere gelmesi için turizm alanında değerlendirilmesi ve bu alanda ustalarımıza imkan verilmesini istiyorum. Diyor Ayşe Demir Darende hanımefendi.
               Dinlediğimiz yaşam öyküsünden Türkiye de ilk ve tek kadın urgancı ustası yaptığı işle fark yaratan ve normalde 5 çeşit olan yular urganını 9 çeşide çıkartarak ara yularlarıda insanların hizmetine sunarak 25 kişiye ekmek kapısı olan ve bildiğini ve lokmasını kadınlarla paylaşan işini aşkla yapan fark yaratan bir usta. Bizim ustalarımız çok farklılar. Türkiye' de  yapılan hangi zanaat olursa olsun bizim ustalarımız çok marifetli olduğu için hepsini yapabiliyorlar hemde alasıyla. Ama Türkiye'nin her hangi bir yerinde ki usta bizim ustalarımızın yaptığını yapamıyor. Onlar kendi alanlarında ve yörelerinde uzmanlaşmışlar ve tek yönlüler. Örneğin; Bir zurna ustası ege bölgesinin zurnasını yada Gaziantep yöresinin zurnasını yapıyor, bizim telli zurnayı Türkiyenin hiç bir yerinde ustalar üretemiyorlar sadece bizim ustalar yapabiliyor. Ama bizim ustalar Türkiyenin bütün bölgelerindeki zurnaları üretebiliyorlar. Bizim ustalarımızın ürettikleri hem kalite açısından hemde çok yönlülük açısından çok yüksek seviyedeler. İşlerini titizlikle aşkla  yapıyorlar ve konuya çok hakimler. Buda bizim ustalarımızın farkı. Bu farkı fark eden ve değerlendiren vizyonu geniş yöneticilerimizin elinde Tokat şahlanmaya hazır bir potansiyelle geleceğe yön veren  zanaatkarlarıyla otantik bir il olma özelliği taşımaktadır.
Teşekkürler Ayşe Darende Demir hanımefendi hikayenizi bizimle paylaştığınız için.
Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
   Ayla Bağ

Dokuma ustası Bacılar

          Anadolu kadınının binlerce yıl kimliği haline gelen dokumacılığın son yıllarda unutulmaya yüz tuttmuş hatta tamamen yaşam alanlarından çıkartılmış olan dokumacılığın izlerine kalan son ustalarla ulaşmak ve yeniden canlandırmak için gösterdiği gayretle Tokat olgunlaşma Enstitüsünün bünyesinde can bulan bu zanaatın yeni çıraklarla tanışmasına vesile olması ve dukumacılığın öz kimliğimizin yeniden hayat bulmasında gençlerle tanışmasında ki gayret takdire şayandır.
           Şerife Polat 1958 'de Dive Köyü'nde dünyaya geldim doğma büyüme bu köylüyüm. Çocuk yaştan beri 45 yıldır bu dokumacılığı yapıyorum. Köyümüzde yazın tarlalarda çalışırız kışın evde dokuma yapıyoruz. Beş kardeşiz. Evliyim 4 tane çocuğum var. Çocuklarım okudular, dokuma işini biliyorlar ama usta değiller. Bizlerde atadan gördüğümüzü yapıyoruz yani karadüzen dokumacılık yapıyoruz. Pamuk ipinden ve menseri ipinden renkli dokuma yapıyoruz.
Direkli alaca, mendil, peşkir, zengin alacası, çarşaf, şalvarlık, Kızılköylü alacası gibi dokumaların isimleri var. Yeni güncellenmiş dekoratif haliyle hamam takımı, kimona, salon takımları, peşkirler dokuyoruz.
            Şerife Aydın Dive köyünde 1960 yılında doğdum. Evliyim 4 çocuğum var. Köyümüzde çifçilikle hayvancılıkla ve dokumacılıkla uğraşıyoruz. Son iki yıl önceye kadar köyümüzdeki dokuma işi tamaman bitmişti. Tokat olgunlaşma müdüresi Filiz Vanlıoğlu hanımefendi bizleri bu atölyede çalışmaya aldı ve dokumacılık burada yeniden canlandı. Tamamen ilkel ve kara düzen dediğimiz atalarımızdan gördüğümüz öğrendiğimiz yöntemle dokumacılık yapıyoruz.
Dolap denen tezgahta ipleri çözüyoruz ve küçüğe tezgahlara alıyoruz buradan tarağa çekip üstüne alıyoruz ve dokumaya geçiyoruz. Tezgahlarda dokuduğumuz kumaşı elçekle tezgaha sarıyoruz. Çıkrıklarımız var burada ipi masuraya sarıyoruz. İpler hazır bobin olarak kastamonudan geliyor. Tezgahlar ve dokumacılık bizim köyümüzde anadan atadan olarak gelmiş ve yüz yıllardır dokunan bir zanaat. Bizler bu işin en son ustalarıyız. Bizden sonra yetişen çırak yok. Burada unutulmaya yüz tutmuş bu dokumacılığı ilgi duyan gençlerimize öğretmeye çalışıyoruz.
Çırak yetşmiyor
Tokat olgunlaşma enstütüsünde usta öğretici
Bu mesleğin ölmemesi için çalışıyorum.

Kitap Aşçı Arif Er

Yöresel yemek yarışmasında Tokat Kebabıyla birinci olan
ARİF ER
"Gelecekte Gönüllü Turizim Elçisi olmak ,yöresel değerlerimizi tüm dünyaya tanıtmak istiyorum"diyor .İşinin ehli olan cevherlerin keşfedilmesi  ve gönüllere taht kurması dileğiyle...yolun açık olsun
        Eğitimli  gençlerin turizim sektöründe ve işletmelerde yer alması yeniliklere açık olması insanın ufkunu açıyor .Evrenselliğe giden yolda gençlerin daha atak daha gerçekçi olarak ayakları yere sağlam basıyor.Kendi öz değerlerine sahip çıkarak köklerinden kopmadan yürüyen  bu gençlerin yolu açık olsun.
         1983 Tokat merkez doğumlu Arif Er şöför bir babanın oğlu.Annesi ev hanımı.üç çocuklu ailenin en küçüğü. Çocukluktan beri  çalışmayı seven birisi .ilk kez 8 yaşında statyumda maçta çekirdek satarak para kazanmaya başlamış ve kazandığı parayla annesine mutfak robotu almış.Hayatı yaşarak öğreneceğini çocuk yaşta öğrenmiş.Bilinçli olarak kendi seçimlerini yapmış.Turizim Meslek Lisesinde okurken öğretmenlerininde yönlendirmesiyle servis bölümünden mezun olmuş ama aklı hep mutfakta kalmış yemeyi ve yedirmeyi çok seviyorum.Bir gün " orta okulda arkadaşlarla öğrenci evindeyiz açıktık yumurta pişireceğiz yumurtayı bana kırdırdılar sen çok güzel yapıyorsun diye demek ki o zamandan bende ki cevheri arkadaşlar görmüşler.
         Liseden mezun olunca Turizim bölgelerinde çalışmaya başladım .Çok genç yaşta çok iyi işler başardım .Çünkü işimi ve mesleğimi severek yapıyorum .Bir işin içinde sevgi varsa o işin kötü olma şansı yok.Başarı kendiliğinden geliyor.Askerdeyken Genel Kurmay Başkanlığında ,İlker Başbuğun özel garsonluğunu yaptım.Askerden dönünce kendi işimin hayalini kurdum ve zamanı gelince kendi işyerimi açtım.Ben biraz titizim işim konusunda beğenmediğim aşcılarla çalışmadım. İstemediğim insanlarla bir arada olmadım. Hep tercihlerimi kendim yaptım.Bazı insanlara öncü oldum onların elinden tutup işi onlara öğrettim bugün kendi iş yerlerini açtılar .Hala ararlar sorarlar bir abi olarak bende çok mutlu olurum.Tokatta keşfedilmeyi bekleyen çok cevher var.Ben bu işi üç yıldır yapıyorum.iki yıldır mutfaktayım.Benimle beraber bu yolda yürüyen amatör ruhlu  profösyonel işçilerle çalışıyorum.İnsanların hep iyi yönlerini aldım .Daha doğrusu çaldım ben bir hayat hırsızıyım. Bana bir şeyler katacak olan insanlarla arkadaşlık yaptım.kendimi böyle geliştirdim.zaman zaman yarışmalara katılarak er meydanlarında kendimi denedim.
2014 yılında Yöresel Yemek Yarışmasında Tokat kebabıyla Tokat üçüncülüğünü kazandım.
2016 yılında Yine Yöresel Yemek Yarışmasında  Tokat kebabıyla birinciliği aldım."
           Arif ustadan şimdi Tokat kebabının tarifini alalım.
"Tokat kebabı işlem görmemiş bir kebab,kuzu etinin lezzetiyle,dalından kopan sebzelerin işlem görmeden gürgen ateşinin közünde pişmesiyle Dünyada eşi benzeri olmayan tek kebap.Öncelikle Tokat Karakaya kuzusunun dağlarda yediği kekikle lezzetlenen etini  iki gün soğan suyunda ve sivas kaya tuzuyla dinlendireceksin.Şişlere sırasıyla önce kuyruk yağı sonra patlıcan ,ince dilimlenmiş patates,daha sonra az yağlı kuzu eti ,tekrar sırasıyla patlıcan,patates,et dizilerek şişler oluşturulur. Baş aşağı dizilen şişler  gürgen odununun közünde fırınlayacaksın ,ön tarafta domates şişleri, biber şişlerini  yerleştirip,şişlerden süzülen yağları bir kapta toplayacaksın .Daha sonra tepsiye sırasıyla yerleştirip üzerine yağı gezdireceksin coslatarak.Közde pişirdiğimiz sarmısaklarıda ilave edip servise hazır duruma geldi" afiyet olsun...Ev ortamında yenen kebabın lezzeti bir başkadır diyor usta...
        Arif usta turist olarak gittiği samandağında  (hatay) bir lokantaya girer arkadaşlarıyla beraber yemeklerini yerler hesap ödemeye kasanın başına geldiklerinde hesabınız ödendi .Bugün benim misafirimsiniz der lokanta sahibi .Arif usta şaşırır ,olmaz öyle şey der .Hesabı ödemek istiyorum deyince lokanta sahibi bak oğul senin plakanda 60 yazıyor .Ben merak edip burası neresi diye haritaya baktım .Sen Türkiye'nin bir ucundan kalkıp buraya gelmişsin .Bana varlığından bile haberdar olmadığım Tokat diye bir ilimizin olduğunu öğrettin .Çok sağol şimdi git oralara bizi anlat bizden söz et onlarda bizim varlığımızı bilsinler.O yüzden hesaplar benden. Bu içtenlik karşısında Arif usta teklifi çaresizce kabul eder.Yediği yemeklerin lezzetini ve yöre halkının içtenliğini hiç bir zaman unutmaz .Gittiği her yerde onlardan bahseder. Ve gel zaman git zaman Ünüversitede  beden eğitimi
bölümünde okuyan bir genç kızla tanışır ve çok sevdiği hayran kaldığı insanların yöresinden olan bu  Hatay'lı kızla evlenir.
               Gelecekteki hayali Gönüllü Turizim elçisi olmak,yöresel değerlerimizi tüm dünyaya duyurmak.Turizim sektöründeki yanlışlardan şikayetçi.Düzenlenen yöresel yarışmanın birincisi olmasına rağmen sevinemediğini ,böyle bir fısatın ilimiz adına daha verimli daha güzel bir şekilde değerlendirilmeliydi  diyor.Organizasyon daha güzel olabilirdi.Duyarlı bir Turizimci olarak vurgulamadan geçemedi. Her şey çok daha güzel olur inşallah. Tokatta sınav dersanasinin en üst
katında hizmet veren ustayı "BEBEK LİFE"  mekanında ziyaret edebilirsiniz.Arif usta bizimle hayat hikayenizi paylaştığınız için teşekkürler.yolunuz açık olsun her şey gönlünüzce olsun...
Çırak yetişiyor
Okullu bir usta
Gönüllü turizm elçisi olmak

Kitre Bebek Ustası Türkan Kestane

         Sanat kişinin genlerine işlenmiş atadan gelen kalıntılarla ortaya çıktığı gibi merak ve heves üzerine araştırarak ve günümüze uyarlayarak var olan güzelliği yeniden doğurmak özel insanlara sanatçılara has olan bir özellik olsa gerek.
              Türkan Kestane ; 1968 yılında Almus'un Çerkez Tomara köyü'nde doğdum. Babam marangoz annem ev hanımı. 6 kardeşiz. İlk okul mezunuyum. Evliyim bir kızım var. Kızımda müzikle uğraşıyor. Keman çalıyor. Ben küçükken babamın marangozhanesinden hiç çıkmazdım. Çok meraklıydım. Annem çok marifetli bir kadındı. Bu sanatla olan ilgimi ve becerimi onlara borçluyum. Ev hanımıyım.
             Bir çok  işle ilgilendim ama 10 yıldır bu işin içindeyim.Kitre bebekleri kendim merak ederek araştırdım ve bu bebekleri yapmaya başladım. Ustam yok. Deli cesaretiyle bu işe atıldım. Özgün çalışmasını seviyorum. Karakter ve espiri katarak mizansel çalışmasını seviyorum. Fotoğraftaki resme göre biblo yapıyorum. İnsanların çok hoşuma gidiyor ve merak ediyorlar kendi biblolarını görmek onlarıda mutlu ediyor. İnternet üzerinden satış yapıyorum. Taşhanda pazarım var. İlgi çok güzel bende severek ve çoşkuyla çalışıyorum. Seviyorum işimi. Buda beni farklı kılıyor. Tokat'ta kitre bebek yapan ilk usta benim. Niksar belediyesinin açtığı sanat sokağında bir atölyem var orada bu çalışmalarıma devam ediyorum. Şu anda Tokat olgunlaşma enstütüsünün bünyesinde  5 gün çalışıyorum. Hafta sonları Niksar'dayım. Seramik hamuru kullanıyorum. Kitre bitki özünden yapılan yapıştırıcıdır. Pamuk, tel, kıyafet, boyalar bu bebeklerin yapımında kullandığım malzemeler.  Bu malzemelerle resmin Orjinaline sadık kalarak bebekleri bibloları üretmeye çalışıyorum. Orjinal ve doğal malzeme kullanmaya çalışıyorum. Çünkü bebeğin kalitesini arttırıyor.Hayalim kişisel bir sergi açmak.
               Bu alanda bir çok usta vardır ama tarihe şöyle bir baktığımızda 1936 yılında Zehra Müfit Saner hanımefendinin "Arzuhalci" adlı bebeği 20 ülke arasından katılan ustaların arasından birincilik elde etmiş ve kitre bebeğin ismini duyurmuştur. Ben aktif olarak çalışan üretim yapan bir ustayım. Buda beni bu alanda yaptığım çalışmalarla farklı kılıyor. İşimi çok severek yapıyorum. Olgunlaşma enstitüsünün bünyesinde sergilere ve fuarlara katılıyoruz unutulmaya yüz tutmuş kültürümüzü bizde bu alanda yaptığımız çalışmalarla ayakta tutmaya çalışıyoruz.
Çırak yetişmiyor
Tokat olgunlaşma enstütüsünde usta öğretici
Kişisel bir sergi açmak  istiyor.

Çömlekçi Kazım Usta

             
Çömlek, çamur haline getirilen killi toprağın elle ya da çömlekçi çarkında şekillendirilmesiyle üretilen testi, vazo, küp gibi topraktan yapılan eşyalardır. 
Çömlek yapımı Anadolu, Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da yaklaşık 8200 yıl önce ortaya çıkmış ve 2000 yıl gibi kısa bir sürede dünyaya yayılmıştır. Anadolu'da ilk çarklı çömlekçiliğe ait bulgulara günümüzden yaklaşık beş bin yıl önce ilk kez Kayseri dolaylarında, Alişar'da, Boğazköy'de ve Truva'da rastlanmaktadır. Osmanlı devrinde su küpleri, kavanozlar, su testileri gibi kaba eşya, sırlı ve sırsız pişmiş topraktan yapılmıştır.
               1958 doğumlu Kazım Çömlekçioğlu "Atalarımdan gelen dördüncü kuşak ustalardanım. Çömlekçilik mesleğini ilkokuldan beri yapıyorum. Tokat'a has dört kulplu yeşil sırlı çömlekçiliğin son ustasıyım.
               Dünya üzerinde dört kulplu çömleğe bu topraklarda raslanır. Dört saplı yeşil sırrı çömleğin sırrını sosyolojik olarak baktığımda ben şöyle yorumluyorum "her bir kulbun bir anlam taşıması ve bu değerlerden muhakkak birisine sahip olan insan sırlı insandır. Yani demem o ki bir insanın tutulabilir bir yanı olacak hamurunda var olan ve bu güzelliklerle yoğrulan adalet, merhamet, sevgi, ilim, çömertlik, cesaret gibi değerler den hasıl olan insan en az birini bünyesinde barındırmalı ve bu değeri çoğaltmalı yansıtmalı. Dördü birden olursa ne ala insanı kamil olmanın dört dörtlük hali. İşte o dört kulbun sırrı." dediğimde ustam hayretle dinledi ve çok güzel bir yorumlama olmuş bende İlk defa sizden duyuyorum dedi.
           Bu işi huzur bulmak için üretime katkı sağlamak ve negatif enerjiyi atmak için yapıyorum, yaptıklarım beğenilince çok hoşuma gidiyor. Çalışmak bol bol çalışmayı öğretti.Emekli oldum hala çalışıyorum.Bizden sonra yetişen çömlekçi ustası yok, şimdiki gençler ilgi duymuyorlar bu mesleğe. Güveç ,çömlek ve süs eşyası yapıyorum güncelliğini korumak için yoğurt kabı, çiçek saksısı üretiyorum. 40 yıldır bu işin içindeyim işimi severek yapıyorum herkesin bir uğraşı olsun diyorum.Hayatın içinde olmak ve üretime katkıda bulunmak beni çok mutlu ediyor.
             Çömlek için kullandığımız toprak farklı, güveç için kullandığımız toprak farklı. Tarım arazilerinden toprak almamız yasak . Harfiyat toprağı kullanıyoruz. Toprağın hası yağlı olandır. Güveçin toprağı dağ dan gelir. Türkiye'de En iyi güveç Eskişehir ve sorgunda yapılır. Eskiden bir tezgahta üç kişi çalışırdık çırak ,kalfa ,usta. Şimdi makinalarda tek başına usta var. Çırak bulamıyoruz sanat öldü son ustası benim. Hayalim güzel bir fabrika kurup tuğla üretmek isterdim. Şunu söylemeden geçemiyeceğim, Şimdilerde restarasyon çalışmalarında kullanılan tuğlalar aslında yanlış kullanılıyor. Çünkü buralarda kullanılan tuğlalar su emen cinsten el dökmesi olması gerekir. Su çekmeyen tuğla fabrikasyondur, binanın ömrünü kısaltır ve duvarı nemden öldürür.
            Çömlek dinlendirilmiş, elenmiş topraktan balçık haline gelen çamurun şekil aldıktan sonra, 1200 derecede fırına girnesi ve 900 derecede pişmesiyle vucut bulur. Tam sırlı çömleklerde eskiden üzüm pekmezi, yağ, çökelek basılıyordu. Şimdi sırlı çömlek üretmiyoruz. "diyen Kazım Çömlekçioğlu ustayı Taşhanda ki dükkanında ziyaret edebilirsiniz. İşinizde başarılar dilerim, yolunuz açık olsun ustam...
Çırak yetişmiyor
Ahilik geleneğnden gelen 4. Kuşak son ustalardan
Ustalara sahip çıkılmasını ve değer verilmesini istiyor.

5 Nisan 2019 Cuma

Sepet Ustası Bektaş Akay

Son ustalar!
           Babadan oğula ,ustadan çırağa geçen mesleklerin son örneği olan Bektaş Akay sepetçi ustasının önderliğinde edindiğimiz bilgilerden yola çıkarak eskiyle yeniyi harmanlamaya çalıştık.
           1948 de Nebi köyünde doğdum."eskiden sele sepet örmeyene kız vermezlerdi."on yaşından beri 61 yıldır bu işi yapıyorum.Şimdilerde bu mesleğin pek rağbet görmediğini ama ata mesleğidir deyip ölene kadar yapacağını dile getirdikten sonra ,fındık ve meşe dallarından ürettiği sepetlerin ,küfelerin eskiden kullanım alanlarının olduğunu ,doğal olanın daha sağlıklı olduğunu ,şimdilerde bunun yerini plastiklerin aldığını  zanaatın öldüğünü dile getirmeden geçemiyor.5 çocuğum var .Hiç biriside sepet örmeyi bilmiyor.Okumayı yazmayı sonradan öğrendim .Hayat bize yaşarken insan olmayı öğretti."diyor.
           Teşekkürler Bektaş usta ...
Çırak yetişmiyor
Son ustalardan


Fenerci Sadullah Turacı Usta

Günümüzde süs eşyası olarak balkonlarımızı ve bahçelerimizdeki çardakları süsleyen fener eskiden bir evin olmazsa olmazı, derin sohpetlerin edildiği insanlığın demlenmesinde en önemli aydınlatma ve ışık yayma aracıdır. Yolumuzu aydınlatan ve gecemize ışık olan fenerin hikayesini son osmanlı fener ustası Sadullah Turacı ustamdan dinleyelim.
           1951 Tokat merkez doğumlu, Sulusokakta büyüyen Sadullah ustanın asıl mesleği radyo tamircisi. 25 yıldır Tenekeden fener yapan Tokat'lı tek usta. Yıllar sonra bu mesleğe ilgi duyuyor ve bu zanaatı geliştirerek bahçelere süsler, lambalar, aynalar, fenerler yapıyor. Evli 4 çocuk babası olan usta zanaatcıya verilen değerden dem vuruyor. " el emeğiyle yapılan sanatı çok hor görüyorlar kızım, gereken değeri vermiyorlar.  Çünkü kıymetini bilmiyorlar ki. Halbuki insanlar ustayı ve ustanın yaptığı işi takdir etseler çok daha verimli çalışacağız. Takdir görmek takdir edilmek dünyalara değiyor, bizleri motive ediyor. Hayat okulunda okudum.Bu sanatı öğrendim. Bizler zanaatkarız taşhandaki bu dükkanlarda zor üretiyoruz ve kıt kanaat geçiniyoruz. Büyüklerimiz devlet yetkilileri bizden dükkan kirası almasınlar bizlere destek olsunlar. Gelen turistlere bizde el işçiliği ile ürettiğimiz fenerlerden satarak Tokat'ın tanıtımına katkıda bulunuyoruz. Zaten çokta turist gelmiyor. Meraklısı alıyor fenerleri bahçelerini ve teraslarını süslemek için. Çocuklarımı evlendirdim boş durmamak için çalışıyorum ve üretiyorum.67 yaşındayım hamdolsun sağlığım yerinde. Yetkililerden gerekli desteği bekliyoruz " diyor. Sadullah usta
          Zanaat yaptığın iş seni farkına varmadan sabırla yoğurur ve sevgiyle pişirir. İnsanın kamilolma yolculuğunda en büyük desteği elindeki zanaatıyla üretmesi ve insanlığa, ailesine, kendisine faydalı olmak değer görmek ve tenekeye değer katmak elbetteki ustanın işi. Aşık veyselin dediği gibi
"Sen altınsın ben tunçmuyum
Aynı vardan var olmuşuz "yeter ki emek ver. Çamura şekil veren, demiri döven, altını işleyen tenekeyide kıymetlendirip insanlığın hizmetine sunmaz mı. Teşekkürler Sadullah Ustam.
Çırak yetişmiyor
Sun osmanlı fener ustası
Sanatçıya gerekli değer verilsin istiyor.

     Tokat'ın  Kültürel mirasları...3

TOKAT'TA  FENERCİLİK...

Geçmişte  elektriğin  olmadığı ve yaygınlaşmadığı dönemlerde fenerin etrafında toplanarak yapılan oda sohbetleri, yine  fenerle yapılan çeyizler fenerin önemini arttırmıştır. Günümüzde süs eşyası olarak kullanılmaktadır. Osmanlı döneminde Tokat la etkin bir şekilde kullanılan fenerlerin şu anda boyutları da isteğe göre değişmekledir. Özellikle bahçe feneri olarak adlandırılmasının sebebi evde gaz lambaları yoğunlukla kullanılırken dış mekanlarda el lambası olarak aydınlatma ihtiyacını karşılamak için bahçe fenerleri kullanılmıştır. Tek bir ustası bulunmaktadır. Tokat la tarihi Taşhan da dükkanı bulunan usta fenerlerini yapmakla ve hediyelik eşya olarak satmaktadır .

Önce yapılacak olan fenerin ölçüsüne göre tabanı bakırdan kesilip bunun altına dört adet ayak lehimlenir. Sonra fenerin yüksekliğine göre camın İçerisine gireceği oluklu çubuklar hazırlanır. Hazırlanan bu metal melal oluklar fenerin yan camlarının uzun kenarları boyundadır. Kısa kenarları için de tabanın ölçülerinde oluklu çubuklar hazırlanır. Hazırlanan çerçevelerden üç tanesi tabana kısa kenarlarından lehim yapılır .birbirine de uzun kenarlarından lehimlenerek bir tarafı ve üstü açık dikdörtgen kafes elde edilir. Yalnız yapılan çerçevelerin yukarıya gelen kısa kenarı oluk şeklinde kıvrılmaz düz bırakılır. Bunun nedeni fenerin camlarının sürgü gibi yukarıdan aşağı buradan takılıp çıkarılmasıdır.

Fener içinde ışık kaynağı olarak mum yakılacaksa taban bakırının üstüne mumun oturtulacağı bir yuva yapılır ve ortasından lehimlenir. Eğer ışık kaynağı olarak fenerin içine gaz lambası konulacaksa buna gerek yoktur. Sıra fenerin üstünün kapatılmasına gelmiştir. Tabanın ölçülerinde kesilen bir parçanın ortası çapı 6 cm. kadar yuvarlak kesilerek çıkarılır. Bunun üzerine yüksekliği 4 cm. olan bir silindir yapılıp bu deliğin üzerine lehimlenir. Aynı çap ve ölçülerde menfezli bir başka silindir daha yapılıp, daha önce üst tablaya lehimlenen borunun üzerine lehimlenir. Bu ikinci borunun etrafına teneke makası ile diklemesine menfezler açılır ki buradan çıkan sıcak hava, feneri üst tarafından tutan kişinin elini yakmasın. Son olarak.kenarları hafif kıvrılarak hazırlanan gazoz kapağına benzer ısı kalkanı görevini üstlenen bir parça, ortasından bir id yardımıyla menfezli silindire tutturulur. Bu parçanın görevi hem elin yanmasını hem de yağmurlu havalarda içeri su girmesini önlemektir.

Son parça fenerin tutamağıdır. 2 cm. eninde 6 un. çapında hazırlanır. İki üç parmağın rahatlıkla gireceği fenerin taşınmasında kullanılan son halkadır. Tutamak fenerin üst tarafına tel ile tutturulur ki fener, taşınırken her tarafa dönebilme kabiliyetine sahip olur. Tutamak 360 derece dönebilir. Fenerin açılıp kapanan kapağının montajı ise Fenerin kapısının çerçevesine iki parça boru ile lehimlenir. Bu borular için de ince tel geçecek biçimde kıvrılmıştır. Açılıp kapanan kanadına da bu iki borunun aralığı ölçüsünde bir boru daha hazırlanıp kapağa lehim yapılır. Kapak fenere bir tel yardımıyla tutturulur. Bu ustanın yaptığı en basil menteşe şeklidir. Kapağa lehimlenen bir parça metal anahtar görevini yapar. Fenerin camları da takılınca fener tamamlanmıştır. İçine İsler mum isler kandil koyup yakılır.



Kaynak:

SOMUT OLMAYAN KÜLTÜREL MİRAS TOKAT

Tokat Valiliği Tokat Kültür ve Turizm Müdürlüğü  Yayınları 2017