30 Eylül 2018 Pazar

BEN DÜN AKŞAM BÜYÜDÜM

Sevgili Babam;
Bir şarkı dönüyor acımın zirvesinde; "adaletin bu mu dünya" diye bağıra çağıra ve "iyileri öldüren dünya" diye oturuyor yüreğimin orta yerinde.. 
Sorarlardı her zaman bana "Gül, sen hiç büyümeyecek misin?" diye.. 
Cevap vereyim şimdi: 
Ben dün akşam büyüdüm. Buz gibi bir hastane koridorunda. Babamın bir sedyede kefene sarılmış cansız bedenini getirdiklerinde. Otuz beş yıllık ömrüme bir otuz beş yıl daha eklendi.. Etti mi sana YETMİŞ! 
Babamın öldüğü yaş.. 
........ 
Şairin dediği gibi; "babamdan ummazdım bunu, kör oldum.."

Oysa iki gün öncesinde yanına gitmiştik.. Köydeki evin dış cephesini boyamak istediği ve o çok sevdiği renkte, fuşya çiçekler götürmüştük hastaneye. Çok sevinmişti.
Elinden tuttum, "baba, nikah günü aldık 13 Şubat'a, bak üç buçuk hafta var. Ayaklan ve yanımızda ol ne olur" dedim. "Yahu benim hiçbir şeyim yok zaten, burada beni niye tutuyorlar ki" diye söylendi hastanedeki herkese. Sahiden de iyiydi. Gözleri parlıyordu. İnandım iyi olacağına.. 
Eskiden de böyle yapardı hep. Çekip giderdi bir yerlere ve hiçkimseye hiçbir şey söylemezdi. Başına buyruktu.. "Size hesap mı vereceğim koskoca adam?" diye kızardı bir de. Yine yaptı yapacağını.. Yine hiçkimseye bir şey demeden çekip gitti. Tam da O'na yakışır bir şekilde.. 
Babam gitti duyuyor musunuz? 
Babam gitti ama giderken bize tarifsiz mutluluklar bıraktı. Beni o koca yürekli adama emanet ederek gitti. Evin el bebek gül bebek büyüyen bir tanecik kızıydım. Babamın göz bebeği, en kıymetlisi. Evin en küçüğüydüm. Dört tane abinin içinde tek kız çocuğu. Ayrıcalıklı davranırdı babam bana. Bundandır belki, abilerim bana karşı her zaman bir mesafe ile durdular. Ta ki dün akşam o yoğun bakımın soğuk koridorunda babamızı o halde görene kadar. Herkes acısını içine atıp bana sarıldı. 

Otuz beş yıl bekledim ben bu kucaklaşmayı. Babam gitti ama ben abilerime ilk defa sarıldım sımsıkı.. Bu az şey değil. Mutlu olmaya yer aradım hayatın kör karanlığında. 

Babam gitti ama, bizi birbirimize bağladı sımsıkı. Babam gitti ama, bize kardeşliği öğretti giderayak. 

"Nasıl bilirdiniz?" diye sordu beyazlar içinde bir imam..

"Gitmez bilirdim" dedim.. "Bırakmaz bizi"

Ama gitti..

Babam gitti..

Sonsuzluğa gitti. Ardında onulmaz derin bir yara bıraktı giderken. Beni emanet ettiği o koca yürekli adamla girdik sokağımıza sabaha karşı saat 2 sularında..

"Şimdi iki yetim, yürüyelim sokağımızda" dediğinde fark ettim. Cebeci'nin bütün taş ocakları yıkıldı üzerime. Enkaz altında kaldım. Sahi, ben artık yetim olmuştum. Benim bir yanımı söküp aldı hayat. Kanatırcasına, etlerimi koparırcasına, gözlerime kızgın mil çekercesine aldı..



Of bu nasıl acı, koyacak yer bulamıyorum içimde. Sızım sızım. 
Ah benim babam..

"Ben bu baharı görmem" demişti, yolculuğuna hazırlanıyordu içten içe.. O nedenle her şeyi çarçabuk halletti. Hasta yatağında "kız verdi", hasta yatağında "söz verdi", hasta yatağında "can verdi.."

Arkadaşlarımdan duyardım.. Filmlerde görürdüm, benim başıma gelmez sanırdım. 

On yıl önce bir tiyatro kursuna yazılmıştım. Hocamız hepimizden doğaçlama bir şeyler yapmamızı istemişti.. Sıra bana geldiğinde, isteği şuydu..

"Babanın ölüm haberini aldın, sokaktasın. Tepkin ne olur? Feryat figan yaşat bunu bize.."

..............

Dakikalarca durdum.. Babam hayattaydı, nasıl rol yapardım bu konuda? Ben babamı kaybetmemiştim ki.. Ne yapacağımı bilemeden durdum dakikalarca..

Sonra indim sahneden.. 

...ve on yıl sonra o sahneye çıktım bir hastane koridorunda. Feryat figan.. "Baba gitme.. Baba bizi bırakma.. Götürmeyin babamı.."

Koridorlarda yankılanan sesim çınlıyor kulağımda.. Sol kolum kırıldı. Sol yanımı hissetmez oldum. 

Ah babam!

Morgda gördüm buz gibi yüzünü. Kapanmayan gözlerini. Neyin uktesi kaldı içinde ki, iki gözün de açık kaldı he söyle?
Ne çok anı var şimdi zihnimde beliren. Daha okula bile başlamamıştım, bana beyaz bir elbise almıştın. Üzerinde yeşil kelebekler vardı hani.. 

Bir keresinde sigara içiyorum diye annem beni sana şikayet etmişti de, "ben ona yirmi küsür sene sigara içerek örnek oldum, şimdi nasıl sen içme derim?" deyip, anneme karşı benden yana 
çıkmıştın.. 

Hani ilkokulun bahçesine bir kamyonet dolusu çam fidanı getirmiştin..

Hani seninle bir tren yolculuğu yapmıştık çocukken, kahverengi kadife bir çantam vardı da onu trende unuttum diye saatlerce ağlamıştım. Bana istasyondaki kedileri gösterdiğinde geçmişti 
ağlamam..


Hani "ben ayrı eve çıkacağım" dediğimde, "bu evin anahtarı da yanında olsun, ne zaman istersen teklifsiz çık gel. Burada da bir evin var" demiştin..

Hani "benim dört tane oğlum var, dördünü de toplasan bir tane Gül etmezler" demiştin bir keresinde..

Az önce akşamdan kalan çayı ısıtıp içtim. 
Hani, "bugünkü çay bayat olmaz" derdin..

Baba..

Bana tarifsiz bir acı bırakıp gittin..

Annemin vedasını duydun mu?
"Hoşça kal yol arkadaşım" dedi sana hani..

Ben seni hep o çok sevdiğin türkünün sözleriyle hatırlayacağım..

"Ölüm Allah'ın emri de, bu ayrılık olmasaydı.."

Hoşça git babam..

Işıklar içinde uyu... 
             Babanızın ismi  düğün davetiyesinde var ama düğününüzde yok böyle bir tezatı hiç duymuşluğunuz oldumu?.Babam ölmeden önce davetiyeleri bastırdık ve düğünümüzü 22 gün sonra babasız yaptık.Yüreğimde vardın ,kapıda ki zilde , davetiyelerde ismin vardı ama sen salonda yoktun babam. Neydi acelen bilemedim 22 gün daha dayanıp beni  gelinlikle görmeni isterdim baba.Hani beni meleğim diye severdin ya işte ben o gün melek olup sana gelmek ellerinden öpüp hakkını helal et baba demek açık giden gözlerini kapatmak isterdim babam .Işıklar içinde uyu,  sol yanımda ince bir sızı var ama ben çok mutluyum beni merak etme emi baba...çünkü ben  dün akşam büyüdüm babam... 
22 Ocak 2016, Cuma
Bayrampaşa..
Gül OĞUZ 

24 Eylül 2018 Pazartesi

TOKATIN 41'LERİ

Niksar'ın Zeytindibi mahallesinde baş vermiş kırk kız yatar,
Dağılmış dört bir yana değerlerin hazinesi içinde kendisini arar
Hayal etmenin yaşın önemi yok ukte kalmışsa içinde birşeyler
Kültürünü yaşatmaya var olmaya çabalar erenler
Bu illerin güzelleri gönüllüdür sevgiyle yoğrulup  baş vermeye
         Almus'tan seslenir muhtar bacı Münevver; öğrendim ki
          İnsan insanmış kadın erkek ayrımı olmazmış der.
          Başçiflik'ten Fadime teyzeye kulak ver ey beşer
          Affetmenin erdemine varan mutluluktan taşar.
          Avcı vurmuş yaralı bir Meral gözleri kan ağlar
Pazar'da pazar eğledim halimi kadın anaya 
Nebahat abla çekti resmimi koydu beni haneye
Elif ana ocağında hamdım yandım piştim
Muhterem Anaların kıymetini yaşarken bildim
Yaşayan efsane kırk kızlardan birisi oldum.
          Sır denen Bir sırrı var bu alemin
          Onu sattım sevgi dükkanının Sulusaray'larında.
          Cumhuriyet mahallesi Muhtarı seçildim Erbaa'da
          Sesime ses verdi sevdam Reşadiye'den miricanıma 
          Turhal'lıyız hep bir hallıyız dedi Diril insanlığa
           İnancıyla mucizeler yaratan, sabrıyla kemale eren Analar
Merkezde gıjgıjın doruğunda yatan bir eren var
Eteklerinde dolanan elleri marifetli kırk kız 
Şair,ressam, zanaatcı,cesaretli, yürekli,bilgili
Analar bacılar kızlar senin duanla yol buldu
Mülteci gönlümün çapasını Yeşilyurd'a demir attım.
Ey arif Sende katıl aramıza dediler...
Kaldım da 41 lerden oldum bu şehirde
Mutluluk,sevgi, merhamet olup yeşil ırmak gibi aktım tüm gönüllere...
Dünya köylüsü
   Ayla Bağ



          
                 
           



          

23 Eylül 2018 Pazar

iLKLER TEKLER VE KIRKLAR ŞEHRİ TOKAT


İLKLER TEKLER VE KIRKLAR ŞEHRİ TOKAT
          Sizin hiç memleketinize 40 yıl dışardan bakıp sonra içine girip olup bitene şahitlik etmişliğiniz oldu mu? Bir insanın doğduğu şehri sevmesi için ne gerekir? İki yaşında ayrıldığım bu topraklardan zaman zaman edilen ziyaretlerle hiçbir zaman göbek bağını koparmayan bu süre içinde ki gözlemlerimle başka memleketlerin insanıyla  kendi memleket insanını kıyaslama imkanı bulan şanslı insanlardan biri olarak görüyorum kendim 

          Dünya üzerinde  bazı seçimler sizin elinizde değildir.(anne baba,doğum, ölüm, memleket)gibi. Elimizde olmayan sebeblerden biz sorumlu değiliz. Bizim sorumlu olduğumuz bilinçli yaptığımız tercihlerdir. Eğer yaşadığımız coğrafyada balık misali çarka dönüyorsak bu boşa olmamalı. Bize yüklenen sorumlulukların bilinciyle hareket etmeliyiz. Bu toprakların bize yüklediği bozulmamış bilinçle hareket etmek ve dünya insanlığını mayalandırmak bu topraklarda doğanların boynunun borcudur diye düşünüyorum. Davranışlarımızla, sözlerimizle ve fikirlerimizle insanlar üzerinde iz bırakıp güzelliğin inşasında ilkleri tesis edebiliz.
             Hemşerim memleket nire? sorusuna Tokat'lıyım dediğinizde, ilk olarak Tokat'lılar çok dürüst olur sözünü muhakkak duyarsınız. Bunun yanında cömert olurlar elleri açıktır, merttirler, adaletlidirler onların olduğu yerde huzur sevgi mutluluk baş gösterir. Feyz kaynağının göbeğinde doğan  cömert toprakların beslediği bozulmamış gıdalarla beslenen insanının karakterinin fıtrat ayarında dosdoğru olduğunu, çalışkan üreten hile bilmez yapısıyla hala güncelliğini koruması şu çivisi çıkmış dünyada bu coğrafyanın nuhun gemisi özelliklerini taşıması, organik ve doğal yönleriyle  insanlık için bir kurtuluş yeridir diye düşünüyorum. Bu bağlamda "Dünyada Türkiye Türkiyede Tokat" sözünü çok anlamlı ve manidar buluyorum. Sanayileşmenin getirdiği  robotlaşmanın son haddini yaşadığımız şu çağda köy kalabilmenin köylü olabilmenin en doğal halini yaşarken otantikliğimizi koruyup zulümden kaçan bir çok millete barınma sığınma yeri olup güzelliği arayan mülteci canlara can olan hayat veren bu topraklar çok kıymetli. İnsanlık ailesinin bir mozaiği olan bu şehir her türlü aşkın ateşini tutuşturmada bir kıvılcım olmaya devam etmektedir. Bal rengindeki ballıca mağarasında görebileceğiniz dünyanın en uzun sarkıt ve dikitlerinin oluşturduğu şekillerin vermiş olduğu mesajı okumaya bu topraklarda şahitlik edebilirsiniz.Turizm alanında otelciliğin dünya üzerindeki İLK örneklerini, Eğitim alanında dünyada İLK üniversitenin , Anadoludaki İLK türk islam camisinin izlerine  rasladığımız eserleri, 900 adımda 900 yıllık tarihe  9 saatte şahitlik ederken uygar insanlık tarihinin kadına verdiği değeri göstermek adına Mustafa Kemal Atatürk'ün  "Ey Kahraman Türk Kadını Sen Yerlerde Sürünmeye Değil Omuzlar Üstünde Taşınmaya Layıksın " sözünün vucut bulduğu yöre halkı tarafından içselleştirilerek halk oyunlarına yansıtılmış dünyada İLK ve TEK olan omuz halayının bu şehirde sergilenmesi ve yiğit delikanlıların omuzlarında yükselen kahraman anadolu kadınının onurlu ve erdemli duruşuna şahitlik etmek için Tokat'a gitmek gerek. Eğer bir yeri yeniden inşa etmek istiyorsanız  oraya muhakkak bir Tokat'lının gelmesi gerekir .Bir zamanlar polemiğe sebep olan Abbas Güçlü'nün söylediği " illa ki Tokat'lı mı olmak gerek " sözüne cevaben evet illa ki Tokat'lı olmak gerek diyerek noktayı koyuyorum.

            Bütün bu güzelliklere şahidlik etmek için dönekseye gelmeden önce Bayraktepe köyünden şöyle bir tatlı huzur almak ve zümrüt taşından yapılmış gerdanlık gibi duran danişmentlilerin baş şehri Niksar ovasına  bakmak bir yudum suyundan içmek ve KIRK kızlara selam vermek için, Artova, Sulusaray'da tarihin köklerine ermek sebastiapolis şehrini gezip şifalı sularında çimmek için, güzelliği arayan canlara vatan olan Yeşilyurt'u gezmek için, Almus Barajında yüzmek tufan tepesinde çay içmek yaylalarında koşmak için, Hep bir hallı Turhal'lıyız demek için, pozantı vadisinden göğe yükselmek, Zinav Kalyonunda derinlere dalmak ,Selemen Yaylasında değiş tokuş yapmak için, tütünün ve yaprağın vatanı Erbaa yaprağıyla sarılmış sarmayı yemek  için, Mahperi hatun kervan sarayında bir mola vermek ve Ballıca mağrasında  yer altını keşfetmek için, Türkiye'deki İLK dolma kaleye sahip muhterem anlamına gelen Zile ilçesini geldim gördüm sevdim demek için, gıj gıj dağından şöyle bir selama durup, asumana baş kaldırmış meydan okuyan korkusuz duruşuyla Tokat Kalesi gibi dimdik duran insanını tanımak ve tanış olmak için, güneş şehrindeki dünya köyünün muhtarılığını  görmek için, Arif Nihat Asyanın Şiirinde bahsettiği Tokat'ın Kırklarını görmek ve bu şehre duyduğunuz hayranlık karşısında kırkların ağzından "Ey Arif senide aramıza alalım kalda 41 olalım" sözünü işitmek için Tokat'a gitmek gerek. Sevgilerimle.
Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
  Ayla Bağ
iPad'imden gönderildi

19 Eylül 2018 Çarşamba

ÇARESİZSİNİZ

Fark edin artık; Kimse annesinin karnından güçlü biri olarak doğmuyor. Çalışıyor, çabalıyor, bilmediğini öğreniyor, dış dünya ile olduğu kadar kendi iç dünyasıyla sıkı bir savaşa giriyor ve sonunda güçlü olmayı başarıyor.

Başkalarına yatırım yapmak yerine kendinize yatırım yapın. Onlardan önce kendinize değer verin, körü körüne bir şeylerin peşine düşüp çareyi başkalarında aramayın.

Unutmayın ki çare sizde, sizin içinizde…

16 Eylül 2018 Pazar

SEN SEN OL

Dağ tepesinde bir çam olamazsan, Vadide bir çalı ol.
Fakat oradaki en iyi küçük çalı sen olmalısın.
Çalı olamazsan bir ot parçası ol, bir yola neşe ver.
Bir misk çiçeği olmazsan bir saz ol.
Fakat gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın.
 Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya mecburuz.
Dünyada hepimiz için bir şey var. Yapılacak büyük işler, küçük işler var.
Yapacağınız iş, size en yakın olan iştir.
Cadde olamazsan patika ol.
Güneş olamazsan yıldız ol.
 Kazanmak yahut kaybetmek ölçü ile değildir. Sen her neysen, onun en iyisi olmalısın.
Douglas MALLOCH

KAHVE Mİ ...FİNCAN MI?

Bir grup, kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler.

 Sohbet,  sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.
Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör,
 mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden,
pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak seçince,
 profesör şöyle söyler:
Fark ettiyseniz,
tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı.
Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da,
bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağını gösterir....

Emin olun ki,
bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiçbir şey katmaz. Sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar!..

Hepinizin aslında istediği kahveydi,
bardak değil,
 ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız,
içindekine bakan olmadı.

Hayat kahveye benzer, iş, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar.

 Onlar hayatı tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yaşadığımız hayatın kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de...

Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkartmayı unuturuz.
Kahvenizin tadına varın!

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.
 Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.
İyi ve gösterişli şeyleri seçme düşüncesi çoğu zaman galip gelir. İçindeki daima ikinci sırada gelir.
Oysa unutmamak lazım ki, ambalaj ne kadar görkemli olursa olsun, kullanacağımız şey ambalajın içindedir.
Dost seçerken insanların görünüşüne aldanmak da öyledir.
En kötü görünümlü insanın kafasında   güzel düşünceler olabilir.

 En şık görünümlü insanın düşünceleri de felaketiniz olabilir.

Siz daima her şeyin içindeki özüne bakın.

 Size lezzet veren üzüm bağı değil, üzümüdür.

Hayatta lezzet almanın tek yolu,
elimizde güzel ambalajlı şeyler değil, içindekilerdir.

Kötü tadı olan bir kahve,
 paha biçilmez kristaller içinde de olsa içerken yüzümüz buruşur, içemeyiz.

 Enfes bir kahve sıradan bir bardakta da olsa yüzümüzde tebessüm oluşturur.
Gelin,
 cevizin kuruyup buruşmuş dış kabuğuna değil,
cevizi kırıp içine bakalım.
Bütün tat oradadır, dışındaki kabukta değil.
Sevgiler saygılar.
Alıntı.



14 Eylül 2018 Cuma

YASALAR

Kızılderililerin Şeref Yasaları ;

1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek başına dua et, sık sık dua et. Büyük Ruh dinler..
2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol. Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır. Rehberlik bulmaları için dua et.
3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet. Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme. O senin, sadece senin yolundur. Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler, fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.
4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran. Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.
5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma. O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.
6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister hayvan veya bitki olsun.
7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır. Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma. Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.
8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma. Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.
9 – Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.
10 – Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.
11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.
12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula. Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.
13 – Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.
14 – Her zaman dürüst ol.
15 – Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.
16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.
17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol. Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma, – özellikle kutsal ve dini eşyalarına. Bu yasaktır.
18 – İyi talihini başkaları ile paylaş.
19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.
20 – Önce kendine karşı dürüst ol. Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen, başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin.

www.instagram.com/dusunenakil

MÜLAKAT

Evi terk etmeye karar vermişti.
“Diş fırçalarken suyu açık bırakma”
“Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık”
“Makası neden yerine bırakmıyorsun?” Gibi babasının ikaz ve söylemlerine dayanamıyordu.
Sabah bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer kabul edilirse aile evini bırakıp, kedisine bir ev kiralayacaktı. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu.
Sabah, babası onu kapıda uğurladı.
– Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum dedi.
Görüşme adresine gelince, kapıda bekçi yoktu. Bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidinin demiri dışarıdaydı, giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü geri çekti ve içeriye girdi. Bahçede bir hortum suyunu boşa akıtıyordu. Onu aldı ve sulasın diye bir ağacın dibine bıraktı. Bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü. Gayrı ihtiyarı bir hareketle, vantilatörü kapattığını fark etti. Artık huyu nefsine galip geliyordu. Kendisini tuhaf hissetti.
Oradan küçük bir odaya girdi. Üzerindeki okla görüşme salonuna gider, yazan bir kağıt ters bir şeklide asılı duruyordu. Kağıdı düzeltip, görüşme salonuna girdiğinde diğer adaylar oturmuş sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve günün ışığı yeterince her yeri aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu sanki “kapatın bu ışıkları” diyordu. Bu ses dikkatini dağıtıyordu. Duramadı hemen gidip ışıkları kapattı ve sırasını beklemek için bir kenara oturdu.
Sırası gelince görüşme odasına çağrıldı.
Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra, işe ne zaman başlayabileceğini sordu. Bunu bir tuzak saydı ve imtihanın bir parçası olmalı. Dedi kendi kendine. Ne cevap vereceğini bilemedi.
Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı.
Karşısındaki adam; Neyi düşünüyorsunuz? Diye sordu
Biz burada kimseye soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil davranışlarıyla değerlendirmek istedik. Adaylardan hiç birisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, vantilatör, ışıkları ve ters kağıt hepsi imtihanın birer aşamasıydı. Bu sınavı başarılı bir şeklide tek sen geçtin. Yeni işin hayırlı olsun.
Babasının disiplini ve sürekli ikazlarına, kızması geldi aklına ondan pişmanlık duydu ve bu işi sadece disiplinle kazandığını anladı. Eve çok mutlu döndü.
Hayatta başarılı olmanın yolu, disiplin ve çevremize gösterdiğimiz sorumluluktan geçiyor.

Alıntı

TOKAT'ın KIRKLARI

Şair, Tokat'a olan sevgisini 1964 yılında yayınladığı Kökler ve Dallar eserinde  “Tokad'ın Kırkları” şiirinde böyle dile getirmiş.

“TOKAD’IN KIRKLARI
O tarafta “Topçam”ın doruğunda” Tek mezar”
Altında “Kırk kız” yatar
Yakınında Kırk kıza
Ayna olan bir pınar…
Şurda beri tarafta Tokad’dan Hac Dağına
Tırmanan “Kırk Badal”  var.
Kırk Kız bulursun bu yanda, inip gitsen
Tarihinden Gök Medrese’ye kadar
Birlik olup Tokad’a
Yerleşmiş belli kırklar.
Ki dediler: Seni de aramıza alalım
Ey Arif Nihat Asya, kal da kırk bir olalım”
Arif Nihat Asya


#TokataGitmekGerek


13 Eylül 2018 Perşembe

ATA SÖZÜ

"Yiğidin iyisine deli
Atın iyisine doru "derlermiş

ANI BİRİKTİRMEK


                     Bundan beş, altı yıl önceydi… Bu zamanlardı yine. Mayıs'ın ilk haftası geçmiş. Galatasaray’ım şampiyonluğa adım atmak üzereydi. Arkadaşlarla sözleştik, akşama Taksim'de şampiyonluk kutlamalarına katılacaktık... İşten eve geldim. Cumartesi akşamüzeri, koltuğa yaslandım...
Televizyonda birbiri ardına sıralanmış kapitalizmin "anneler günü" dayatmaları vardı...
Annem son beş yıldır baharı ve yazları köyde geçiriyordu babamla. Görmeyeli çok olmuştu gül yüzünü. Dalıp uzaklara kederlendim... Televizyonu izlerken gözlerim buğulandı... Sonra birdenbire sanki bir emir almış gibi, cep telefonumdan otobüs firmasını arayıp, memlekete giden araba olup olmadığını sordum. Bir tane araç olduğunu ve onun da beş dakika önce yola çıktığını söyledi telefonun öbür ucundaki ses. Peki yer var mıydı? Evet, ama otobüsü 40 dakika içinde Kavacık Köprüsü'nde yakalayamazsam, ihtimallerim bitecekti.. "Yine de bana bir bilet kesin ve şoförü bilgilendirin lütfen. Ödemeyi otobüste yapacağım" dedim. Sırt çantasına elime ilk geçen birkaç parça eşyayı koyup, yola fırladım. Tarabyaüstü'ndeydim. Kavacık Köprüsü en iyi ihtimalle yirmi dakikayı geçerdi fakat Cumartesi'ydi o gün ve köprü trafiğini hiç hesaba katmamıştım. Zaten ne akla hizmet yola düştüm ki diye aklımda sorular dolaşıp durmaktaydı. İlk bulduğum taksiye bindim ve otobüse yetişeceğimi, acele etmesini rica ettim adama. Umutsuz bakışlarıyla karşılaştım taksicinin ama "elimizden geleni yaparız" dediğinde, yine de ihtimalin umudunu büyüttüm içimde...
Köprü trafiği gerçekten berbattı... Firmayı yeniden arayıp, otobüsün en azından on dakikacık beklemesini rica etmek için şoförün numarasını istedim. Verdiler...
Adamı aradığımda, otobüsün de köprü trafiğine takıldığını, daha "karşıya" geçmemiş olduğunu öğrendiğimde; ilk kez İstanbul trafiğine teşekkür ettim içimden...
Anneme gidiyordum, hem de kimsenin haberi yoktu... Yarım saat sonra arkadaşlarımla buluşmam gerekiyordu bir de... Önce Galatasaray’ımın son maçını izleyecek, ardından şampiyonluk turu atacaktık. Boynumda sarı kırmızı Galatasaray şalım vardı yine de, bedenen katılamasam da aralarına, yüreğim sizlerle dercesine...
Otobüse bindiğimde maç başlamıştı ve radyodan maç yayını veriliyordu. Benimle aynı heyecanı taşıyan insanlar da vardı otobüste. Üzerinde sarı kırmızı formalarla, nefeslerini tutmuş, arada kesilen radyo yayınına söylenerek maçın sonucunu bekleyen… Otobüs Abant’ta mola vermek üzereyken, maç bitti ve Cimbom şampiyonluğunu ilan etti. Korna sesleri, camlardan uçuşan bayraklarla mola yerine girdik… Aşağı indiğimde, her gördüğü Galatasaraylıyı tebrik eden taraftarların alkış ve ıslıklı tezahüratları ile karşılaştım. Gülümsedim ve kendime bir çay ısmarladım.
                    O arada ağabeyim aradı. Kendisi ‘hasta’ Fenerli olup, aramızda her rakip taraftar grubunun yaşadığı tatlı sürtüşme sürerdi ve beni arayıp, şampiyonluğu tebrik etmek istediğini söyledi. Hatta ‘sen şimdi rahat durmazsın, kavgalar falan çıkar, şampiyonluk kutlayacağız diye başını derde sokma’ diyerek uyarısını da yapmış oldu. Aklıma geldi, memlekete gittiğimden hiçkimsenin haberi yoktu. Yolda başıma bir şey gelse, en azından birinin nerede olduğumu bilmesi gerekirdi. Ağabeyime memlekete gittiğimi, şimdi otobüs yolculuğunda olduğumu söyledim. Anneme sürpriz yapacağım, sakın arayıp haber falan verme ve bunu kimseye söyleme diye tembihte bulundum. Ne de olsa sırdaşım sayılırdı. İstanbul’da olmayışıma sevindi, anneme gidiyor oluşuma daha çok sevindi ve kapattım telefonu. Bir sorun vardı yalnız. Lise tatillerinden sonra köye hiç gitmemiştim. Ne nasıl gidildiğini biliyordum, ne de evin yerini. Ama sonuçta, “nereye gitmek istediğini bilen bir insana, dünya kenara çekilip yol verirdi…” Allaha emanet düştüm yollara. Otobüs Niksar’a indiğinde, köye nasıl gidildiğini sordum insanlara. Taksici genç bir çocuk vardı aracının başında dikilen. Ondan rica ettim ama öncesinde gitmemiz gereken yerler vardı. Önce bir çiçekçiye uğrayıp, bembeyaz çiçeklerden oluşan bir buket yaptırdık anneme. Sonra da ufak tefek hediyeler almak için bir tuhafiye aradık. Sonra da köyün yoluna düştük. Buraya gelme kararını akşam bir anda verdiğimden, hiçbir hazırlık yapamamıştım hediye için. Ama annemi kucaklamak en güzel hediye olacaktı ikimize de neticede. Bunun rahatlığıyla köyün yoluna girdik. Yolda rastladığımız birine, babamın ismini söyleyip evini sordum. Tarif etti. O esnada aracı durdurup, anneme telefon ettim. Anneler gününü kutladım, yanında olamadığım için üzgün olduğumu, onu çok özlediğimi söyledim. Annem de beni çok özlemişti.  Duygularımı belli etmemeye çalışarak, telefonu kapattım. Birkaç dakika sonra, bu
konuşmaya birlikte gülecektik nasıl olsa…
                    Çocukluğumda hatırladığım gibi değildi sanki köy. Mesafeler azalmış, uzaklık kavramı anlamını yitirmişti. Çocukken çok uzun sandığımız yolların elli metreyi geçmediğini görmüşüzdür yetişkinliğimizde hepimiz. Evin duvarının önüne geldiğimizde, taksici çocuktan rica ettim. “Şimdi bu kapıdan içeri gir, evin kapısı ön tarafta. Saliha hanım siz misiniz diye sor, sonra ona; ‘bu çiçekleri İstanbul’dan kızınız Gül gönderdi’ deyip, ‘bir de arabada bir hediyeniz var, gelip alır mısınız?’ diye sorup, annemi buraya getirir misin?” dedim. Taksici çocuk çok heyecanlandı ve bu mutluluğa vesile olmanın haklı gururuyla, çiçek buketini alıp bahçeye girdi. Arka koltukta, kalbim yerinden çıkacak gibi nefesimi tutup ne kadar bekledim bilmiyorum. Einstein haklıydı, zaman izafi bir şeydi ve o bekleyiş bana upuzun yıllar gibi gelmişti. Anneciğim, üzerinde basma şalvarı, el işi örgü yeleğini sırtına geçirmeye çalışarak şoförün  arkasından şaşkın bakışlarla yürüyordu. Araba ticari tipteydi ve arka kapı sürgülüydü. Penceresinde de perde vardı ve annemin içeriyi görme şansı yoktu. Tam bahçe duvarına geldiğinde, kapıya sıfır duran aracın kapısını açtım ve taksiden indim.
O anı size tarif edebilmeyi çok isterdim ama yıllarca okuduğum kitaplarda, öğrendiğim dilde bir tanımı, bir izahı yoktu… Yanağından süzülen yaşlardan öptüm annemi. Kucakladım sımsıkı. Neye uğradığını şaşırmıştı. Taksici çocuğa onlarca kez teşekkür edip, ücretini fazlasıyla ödeyip uğurladık. İki neşeli çocuk gibi sarmaş dolaş evin kapısına kadar yürüdük annemle… Sürekli bana, benim deli olduğumu söyleyip hem gülüyor, hem gözündeki yaşları siliyordu. Sonra babamı sordum. “Sahi anne, babam nerede?” Başını çevirdi sağ tarafa… Cevizin altında bir kütüğün üzerinde, elinde sigarası uzaklara bakıyordu babam. Olan bitenden haberi yoktu. Koşarak yanına gittim ve daha o bir şey diyemeden ellerine sarıldım, öptüm, kucakladım. Babamın şaşkınlığı da annemi aratmayan türdendi… Birlikte evin kapısına geldik. “E nasıl oldu be kızım? Ne zaman geldin, nereden çıktın sen?” Birbiri ardına sorular soruyordu. “Anneler günü için anneme sürpriz yapmak istedim” dedim. Belli etmemeye çalışsa da, bozulduğunu fark ettim içten içe. “Tabi, annene gel zaten. Annene çiçekler al, hediyeler al…” Sesindeki sitemi duysaydınız, küçük bir çocuğun kıskançlığını andıran o tatlılığı bağrınıza basardınız muhtemelen. “Seni unuttum mu sandın?” deyip ona da hediyesini uzattım. Ne olduğunu her seferinde merak ederdi ve her seferinde ona aldığım pijamaları görünce yine de çok mutlu olurdu babam. Pijama hediye etmek benim aile geleneğim olmuştu aslında. Sevinçlerini kursaklarında bırakmak istemesem de, ertesi gün işbaşı yapmam gerektiğini, akşama ilk otobüsle döneceğimi söyledim onlara. İçi burkuldu ikisinin de… Yapacak bir şey yoktu ama. Patronumu aradım ve dün gece memlekete gelmek için yola çıktığımı, anneler gününü kutlamak istediğimi, akşam ilk otobüsle döneceğimi ve işyerine otogardan geleceğim için, sabah bir saat kadar geç kalacağım bilgisini verdim. Patronum da çok duygulanmıştı yaşadıklarımıza. “Öyle tuz almaya gider gibi olur mu canım, gitmişken kal birkaç gün, annenle babanla hasret gider” dedi… Bana Perşembe sabahına kadar izin verdi. Hepimiz bu habere çok sevindik ve köyde dört gün geçirdim annem babamla…
                Daha sonrasında her gelene, her gördüğümüz insana büyük bir sabır ve mutlulukla her detayını anlattı annem bu buluşmanın. Anlatırken yüzündeki çocuksu coşkuyu görmüş olsaydınız, küçücük bir iyiliğin bir annenin ve babanın yüreğine nasıl dokunduğunu görürdünüz. Bunun asla unutulmayacak güzel anılar hanesine nasıl yazıldığını ve onların ruhunda nasıl bir yer edindiğini bilseniz, annenizi ve babanızı mutlu etmek için, küçücük anları daima mucizeye dönüştürmenin yollarını bulurdunuz.
Bu hikâyeyi anlatmak istedim, belki bir kişinin bile içinde bir yere dokunurum da, harekete geçer yaşanılacak mutluluklar için.
“Doğurmuş...
Doğurmamış...
Doğurduğunu bağrına basmış...
Doğurduğunu bağrına bile basamamış...
Doğurmadığını bile bağrına basmış...
Kendi anne olan...
Vicdanı anne olan...
Ruhu anne olan...
Bütün kocaman yürekli kadınlara...
Ve bir evlada anne gibi şefkatle sarılabilen adamlara selam olsun...
Gidenler nur olsun...
Kalanlar sağ olsun...”
Anneler günü kutlu olsun…
13 Mayıs 2018...Gül Özdemir Oğuz kalemine yüreğine sağlık bize bizi hatırlattığın için unuttuğumuz değerleri yeniden hatırlamamıza vesile olduğun için. Hikayeni paylaşarak bir çok insana öncü olacağını düşünüyorum. Selamlar sevgiler
Dünya köylüsü
    Ayla Bağ

11 Eylül 2018 Salı

ÖĞRETMEN

İdealist öğretmenin özellikleri>Yüreği çocuk ve insan sevgisiyle dolup taşan,>Çocuğun neşesini devam ettirebilen,>Öğretmenlik mesleğini çok seven,>Uzmanlık alanını çok iyi bilen,>İnsan fıtratına vakıf olan,>Ödev verirken geleceği düşünen,>Eğitimi dört duvar arasına sıkıştırmayan,>Öğrenciyi gerçek hayata hazırlayan,>Giyim kuşamı ve davranışlarıyla örnek olan,>Sabırlı,>Hoşgörülü,>Babacan tavırlı,>Kendisinden korkulmayan,>İdealizm duygusu yüksek,>Okumayı hayat tarzı edinen,>Çalışmayı ibadet sayan…
"Öğretmenler yeni nesil sizlerin esri olacaktır."
Mustafa Kemal Atatürk

HOŞGELDİNiZ

             Kişisel gelişim alanında uzman Bülent Gardiyanoğlu bugün Tokat'ta halkla buluştu.Gelişiyle güller açtıran kişisel gelişim uzmanı her ne kadar söze başlarken ben hiç bir şeyin uzmanı değilim desede sunumuyla ve anlatımlarıyla dalında bir numara olduğunu bizi bizle karşılaştırınca ve içimizdeki çocuğu uyandırınca anladım.Hayatın getirilerindeki keşmekeşliğin içine düştüğümüz bu kısır döngüsünde kendisini unutan insanoğluna kısa bir mola verdirerek bizleri içimizdeki ilahi güçle buluşturdu. Doğumdan ölüme Aşık Veysel'in dediği gibi "iki kapılı bir handa" geldik gidiyoruz. Yolun yarısını geçtik. Kimim ? Neyim?  Nereden geldim ? Nereye gidiyorum ?Görevim ve sorumluluklarım neler ? Beni yaradan ne için yaratmış ?gibi sorularla bizi yüzleştirdi ve kendimizi fark etmemizi sağladı.Her şeyin çözümü affetmek , bağışlamak, sevgi, hoşgörü ve huzurla başlıyor.
              Kendi hikayesinden örneklerle farkındalık adına bizlere misaller sundu. En çok dikkatimi çeken beylere ve babalara olan sözleriydi. Çocuklarınızı ve eşinizi sevin. "Ben eşime bu dünyadan bir kere gelip geçiyoruz. Başka şansımız yok. Ne yapmak istiyorsan hayalin ne ise onu söyle  gerçekleştirmen için sana elimden gelen yardımı yapmak istiyorum. Eğer yapmazsam ben kul hakkına girerim. Buda benim için en büyük günahtır " dedi. Çok güzel bir farkındalık örneğiydi. İnşallah birilerine dokuna bilmiştir. Bülent bey bu örneği verdikten sonra Allah'a bir kez daha şükrettim ve hamdettim. Eşimin hakkını ödeyemem. Bizlerin mutluluğu için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir baba olarak ona çok çok müteşekkirim. Bülent bey insanı motive eden konuşmalarıyla geleceğin dedelerini ve nine hatunlarını yüreklendirip içimizdeki ışığı yakan ve 1500 yıl önce dedelerimiz ve ninelerimiz  nasıl bizi inşa etmişlerse bizde 1500 yıl sonraki torunlarımızın dedesi ve ninesi olabiliriz dedi.Çok hoşuma gitti.Neden olmasın bilinç düzeyimizi arttırıp farkındalık yaratmak adına birbirimizdeki güzellikleri keşfedip bütünün hayrına yapmamız gerekenleri aşk ile yapmalıyız. Uzay çağının çocuklarını inşa ederken bizlerin arızalı yönlerini tedavi eden yeni nesile kulak vermeli ve bozulan, unutulan eskimiş köhne düşüncelerimizi temizleyip sandıktaki güzel el emeği göz nuru çehizimizi gün ışığına çıkartıp sergileme zamanıdır diye düşünüyorum. "Allah bizleri sevgiyle yarattı ve kendinden bizlere üfledi! Bir çok aleme üstün kıldı.Demek ki seviliyoruz! Allah bize şah damarımızdan daha yakın.Demek ki yalnız değiliz! Vesvesenin bizi en çok vurduğu yer bu iki nokta.Şimdi toparlanıp derin bir nefes alın, Allah'ım idrakimi, ilmimi çoğalt.üzerimde bana ait olmayan tüm ağırlıklardan sana sığınırım.Senin gücün her şeye yeter..." MUCİZE ŞİFA adlı kitabında böyle yazıyor Gardiyanoğlu.
              Öğretmen bir annenin ve babanın üç çocuğundan biri olan, evli ve iki kız çocuğu  babası olduğunu söyleyen 7 kitaba imza atan ve kendi gelişimini kısaca "eskiden çok arızalı bir insandım şimdi daha az arıza veriyorum "diye yorumlayan  Bülent hoca atalarımızdan  bize maddi değil manevi değerlerin miras kaldığını, geleceğe yön veren sevgi kuşağına köprü olan bu günün insanını domino taşına benzetip bir birimizi güzelliklerde etkilemeliyiz dedi.Salondaki herkesi sinerjisiyle etkileyen ve Tokat'a gelmekten çok mutlu olduğunu tekrar geldiğinde stadyumda halkla buluşmak istediğini söyledi. Bizlerde onu tanımaktan onur duyduk ve çok çok mutlu olduk.iyiki varsınız . Bu güzelliğe vesile olan Zübeyde Hanım Ana Okulu Müdürü Alev Özdilek öğretmenime ve İl Milli Eğitim Müdürlüğüne ,Tokat Belediyesi Kültür Md. Kent konseyine  çok çok teşekkürler. Nice güzelliklerde buluşmak dileğiyle ... sevgiyle kalın.
Dünya köylüsü
      Ayla Bağ

10 Eylül 2018 Pazartesi

KAPI

                 Kültür iki kapılı bir handır. Bir yandan alır bir yandan verirsiniz. Güzele güzelliğe ve en güzeline meyl etmek insanlık gereğidir. Tüm bu alış verişlerde kendimiz olmayı ve kendimiz olarak kalmayı başarırsak işte o zaman yerelden evrensele ulaşmış ama bozulmadan hayatta varlığımızı sürdürmüş  oluruz.
             Milletleri millet yapan bir çok ana unsur vardır. Bunlardan birisi dil, din, yaşadığımız coğrafyanın fiziki özelliklerinin insana katmış olduğu değerler yani örfümüz adetimiz.
tarihimiz, sanatımız,müziğimiz kültürümüzün bir parçasıdır. Bunlarla yoğrulan bir insan köklerinden kopmadan kendisi olarak kalabilir mi ? Bu etkileşim ve başkalaşım dünyasında bozulmadan insanlık değerlerimizi kaybetmeden ayakta kalabilmenin yolu kendi öz değerlerimize sahip çıkıp onlarla derin bağlar kurup geleceğimizi inşa edebiliriz. Yani geçmişimizle barışık ve tanış olmalıyız. Bu milletin anadolu topraklarında doğan ve kökleri çok derinlere giden nice kadim bilgilerle medeniyetlere öncülük eden insanımızın kendi atalarını hor görme aşağılama ve değersizleştirme hastalığından kurtulması gerekiyor. Çobanından bilim insanına kadar bu kültürün yetiştirdiği ahlaklı ve dürüst insanların kültürümüzü bir sonraki nesle doğru aktarması boynumuzun borcudur diye düşünüyorum. İnsanlık tarihinde ismi var olan değerlerimize baktığımızda kendileri için değil toplum için bir şeyler yapabilme gayretiyle var olmuşlar ve varlıklarını sürdürmüşlerdir. Onların ışığında bizlere düşen görev kültürümüzü biraz daha ileri muassır medeniyetler seviyesine taşımak olacaktır. Bugün köprüdür.Geçmiş öteyaka geleçek karşıyakadır.Günümüzde var olabilmek ve varlığımızı sürdüre bilmek için öz değerlerimizin taşıyıcılığı bizlere düşmektedir. Geçmişimizin elmaslarını pırlantalarını altınlarını değerini kaybetmeden köprüleri aşıp karşıyakaya geçirirsek ne mutlu bize. Adem ile Havva dan başlayan yolculuğumuzda Hoca Ahmet Yesevi'den Yunus'una, Emrah'a, Mevlana'dan Hacı Bektaşa, Farabi'den İbnisina'ya. Mimar Sinan'dan Oktay Sinanoğlu'na, Fatih'ten Mustafa kemal Atatürk'e...Muhammet Mustafa  insanlık ışığının güneşi olan bu değerlerden bizlerde nasibimizi almalıyız. Her kültürün ana direği farklıdır. Farklı değerlere sahip milletlerin de varlığını sürdürmesi ve dünya üzerinde sürekliliğini sağlaması var olabilmesi için kendi miraslarına sahip çıkmaları gerekiyor. Çünkü hepimiz bir bütünün parçalarıyız. İnsanlık ailesinin ana direğini davranışlarımızdaki  merhamet ve dilimizdeki sevgi dolu sözcüklerin bize kattığı anlam olmalıdır.
                   Atalarımızla, dilimizle, dinimizle, tarihimizle, müziğimizle, medeniyetimizle kısacası özümüzle barışmalı ve tanış olmalıyız.Buradan güç olarak ancak dünyaya ulaşabiliriz.Dünyaya ulaşmanın başka yolu yok.Bugün insanlık ailesinin  aklı yücelten, insanlığı yücelten hoşgörüyü ve sevgiyi ortaya koyan anlayışlara ve bu yüce değerlere ihtiyacı var. Köklerimizden güç alarak çağı, dünyayı kavramalı ve bilginin ışığında aydınlanan bir bilgi toplumu haline gelmeliyiz.Bizim kültürümüz dünyaya açılan bir kapı olmalı, hem dünyaya vermeli hem de dünyadan almalıyız ama biz olarakta kalmaya devam etmeliyiz.
         Dünya Köylüsü
              Ayla Bağ        

5 Eylül 2018 Çarşamba

EYLÜL

Eylül sonbaharın ilk ayı
Yaprak dökümü gelir aklıma
Birde bağ bozumu.
Kışa hazırlık,eğitime başlangıç,
Sonkez gözden geçirme ,
Ayıklama,arınma,olgunlaşma.
Buluşma yeri
Eylül aşkların ayı
Ayrılıkların garı
Eylülde gel Eylülde gel
En saf en samimi duygularınla
Tekrar görüşmek,
Daha güzelde buluşmak,
Yeni başlangıçlara eski sonlara
Yol vermek dileğiyle...
Eylülde gel Eylülde gel.
İlk ve son hallerinle...

4 Eylül 2018 Salı

AŞK

40 yıl kah bilerek kah rüzgara kapılarak yürüdüm yollarında,
Okyanuslara açılmak için gemiler inşa ettim cesaretimle,
Dağlarına tırmandım ümit ederek çarıklı ayaklarımla,
Tüneller açtım karanlığın delhizlerinde yarının aydınlıklarına.
Bugün afakımı  saran çelik zırhlı duvarlarını aştım inancımla.
Sana geldim eyy yüce AŞK önünde sevgiyle eğilmeye...
     Dünya Köylüsü
          Ayla Bağ


ŞİİR

...
Bir nehir akıyor içimden, dudaklarımda birikiyor sustuklarım.
Gaybın denizlerinden geçtim sabrın yelkenlisiyle... Kendimi arıyorum derin bir “ah” ın koynunda ben...
Korkak kelimeleri çoktan sildim sorularımdan da...
Ah! Ben sana bir "sus" kadar uzağım şimdi.
İlter Yeşilay /Aşk Vazgeçmez 2018

3 Eylül 2018 Pazartesi

ÖZLÜ SÖZLER

"Var olduğumuz şu çelişkiler dünyasında yaşam, benliğimiz için bir amaç gütmeden bütünün hayrına varolmaktan duyduğumuz sevinç ve coşkunun anlam bulmasıdır yaşamak."
   Dünya Köylüsü
       Ayla Bağ