28 Mart 2023 Salı

Babıl

 

BABIL’IN SEVGİSİ

           Bazı hikayeleri dinlersiniz inanamazsınız. Üstüne birde gerçek mi? gerçekten mi yaşanmış? yoksa uydurma mı, yok canım bu senaryo dersiniz. Bazende şaşkınlıktan hadi ordan canım yok öyle şey olmaz, olamaz deyip duyduklarınıza inanamazsınız. Yıllar yıllar önceydi. Televizyonda bir sinema kuşağında japon bir köpeğin hikayesini anlatan bir film izlemiştim. Adı üstünde film işte senaryo ne kadar gerçeklik payı olabilr ki hadi %10 olsun gerisi hikayedir dedim ve film bittiğinde kişiler ve senaryo gerçek bir öyküden alınmadır yazıyordu. Şok olmuştum. Günlerce olabilirlik ihtimalini düşündüm durdum. Demek ki olabiliyormuş dedim en sonunda. Ve bugün o film kahramanı Akito cinsi köpek HAÇİTO japonyanın simgesi durumuna gelmiş. O kasabayı ziyarete giden turistleri heykeliyle metro istasyonunda karşılayan ve sahibine duyduğu sevgiyi her gün istasyonda onu bekleyerek gösteren sevgi dolu sadık bir dost. 

Şimdi size masal tadında gerçek bir hikaye anlatacağım. Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde birbirlerini çok seven musmutlu yaşayan bir karı kocanın  ela gözlü sarışın bir oğlu varmış. Annesi onu çok çok severmiş.Babası onu çok çok sevmiş. Kadın Oğlunu kucağına ilk aldığında dünyada ki en değerli varlığın evlat olduğunu ve emanet olarak verilen yavrusuna çok güzel şekilde bakması gerektiğinin bilinciyle yavrusunu büyütmüş. Annesi oğlunun ismini Kağan koymuş. Kağan çok zeki bir çocukmuş. Okulda çok başarılıymış. Girdiği sınavları kazanmış. Ve Üniversite de tek tercih yaparak istediği okula girmiş ve mühendis olmuş. 

Üniversite yıllarında aileden ayrı kalmanın özlemini, memleketten uzakta yaşamanın hasretini ve derslerin stresini biraz olsun atlatabilmek ve yalnızlığına arkadaş olması için evinde bir köpek beslemeye karar vermiş. Arkadaşından aldığı üç aylık enik köpek can yoldaşı olmuş. Kağan köpeğini çok sevmiş, beyaz renkli köpeğin sırtındaki siyah yuvarlak beneği balona benzetmiş ve adını BABIL koymuş. Onunla oyunlar oynamış, birlikte parklarda  yürüyüşe çıkmışlar. 2.5 yıl birlikte yaşamışlar. Evde onu dört gözle bekleyen bir canlı sevdiğinin olması Kağan’ın sorumluluklarını pekiştirmiş. Okul yıllarında ona can yoldaşı olan köpeğini çok sevmiş. Kağan okulu bitince iş hayatına atılmış. Ve köpeğini emin ellere annesine ve babasına emanet etmiş. Ayrılması çok zor olmuş ama çalışmak için gideceği şehirde ona bakma imkanı olmadığı için bu ayrılığa katlanmak zorunda kalmış. 

Babası Kağan’ın köpeğini almak için taksi kiralamış, 2 bin km yol gitmiş gelmiş ve köpeği yaşadığı şehre getirmiş. Oğlunun emanetine gözü gibi bakmış. Babası  köpeğe daha iyi şartlarda bakabilmek için köyde yaşayan annesinin yanına bir kulübe yapmış ve oraya götürmüş. Her hatta sonu köpeği ziyarete gidermiş. İşlerinin yoğunluğu sebebiyle iki haftadır köye köpeği ziyarete gidememişler. Annesi köpeği çok özlemiş. O kadar çok özlemiş ki Babıl’ı rüyasında görmüş. Bu hafta sonu babası söz vermiş Babılı görmeye gideceğiz demiş. Demiş ama birde ne görsünler. Kağanın annesi babasını işe uğurlarken kapının önünde Babıl havlayarak babasının üstüne atlamış. Herkes çok  şaşırmış. Babılın burda ne işi var.? Köyde olmalıydı. Babıl köyden şehire 45 km’lik yolu nasıl gelmiş.? Ve 200 bin nüfuslu bu şehirde apartmanı nasıl bulmuş?  Hayretler içinde özlemle Babıla sarılmışlar. Kağanın Babası hemen köyü aramış, Anne köpek nerede? Annesi; “oğlum köpek üç gündür kayıp. Zincirini kırmış kaçmış. Nerede olduğunu bilmiyorum demiş. Sizede üzülmeyesiniz diye haber vermedim.” demiş. Kağan’nın babası “köpek şehire bizim eve gelmiş. Şimdi kapının önünde bizimle birlikte merak etmeyin,” demiş. Telefonu kapatmış. Kağanın annesinin gözleri dolmuş ve aklına yıllar önce televizyonda izlediği “hacito” gelmiş. Hemen balkonda ona güzel bir yer hazırlamış. Karnını doyurmuş, suyunu içirmiş. Ağlayarak çok çok uzaklarda çalışan oğlu Kağan’ı telefonla aramış. “Oğlum Babıl köyden kaçmış 45 km’lik yolu bizi görmek için gelmiş. İnanamıyorum. demiş. Oğluda inanmamış. Kağan telefonda olmaz öyle şey anne demiş göz yaşlarını tutamamış. Bu hikayeyi araştıracağım anne “demiş ve telefonu kapatmış. Biraz sonra yeniden tel çalmış ve Kağan telefonda ağlayarak “anneciğim bu bir mucize Google da yaptığım araştırmada çok az bir cins köpek bunu başarabilirmiş demiş. Sevgi ile büyüyen ve sahibinin sevgisinden mahrum kalmak istemeyen Babıl kendi mucizesini yaratmış ve 45 km’lik yolu yürüyerek sırt sizi görmek için gelmiş,” demiş. Kağan Gönülden gönüle kurulan görünmez bu bağın adı sevgi olmalı diye düşünmüş. Bir hayvandan karşılıksız sevgiyi öğrenen Kağanın annesi ve Kağan çok mutlu olmuşlar. 

Köy gibi bir yerden kalkıp şehirde apartman dairesinin balkonunda yaşamayı tercih eden Babıla hayran kalmışlar.

Sevginin olduğu yerde samanlık seyran olurmuş. Babıl’da  sevgi ile balkonda yaşamayı köye tercih etmiş.    

Kağanın annesi bugün çok mutluyuz. Dünyadaki en güçlü bağın görünmez bağlarla birbirimize bağlı olduğumuz sevginin en masum ve çıkarsız halini sadık bir dost Babıl’dan öğrenmemiz  şükür sebebimiz oldu. Bir daha ayrılmamak dileğiyle...hep birlikte yaşayalım demiş. 

Teşekkürler Babıl bize unuttuğumuz değerleri yeniden hatırlattığın için...
Gideceğin bir çok yer varken bizi tercih ettiğin için...
“Gönülden gönüle bir yol vardır”sözünü bize hatırlattığın için.
Bülbülü altın kafese koymuşlarda illede vatanım demiş sende köy gibi bir ortamı bırakıp apartman dairesinde balkonda bizimle yaşamayı tecih etmenin altında sevilme isteği ve beraber olalımda nasıl olursa olsun dediğin için.
Gelişinle buraları bayrama çevirdiğin için çok çok teşekkürler Babıl.
Hoşgeldin gönül hanemize hoşgeldin Babıl.

O günden sonra Babıl’ın balkonda yaşamasına gönlü razı olmayan Kağanın babası bahçeli bir ev satın almış ve hep birlikte bu bahçeli evde yaşamaya başlamışlar. Günler geçmiş. Babıl kilo almış şişmanlamış. İkibuçuk ay sonra Babıl doğum yapmış ve sekiz yavru dünyaya getirmiş. Babıl çok güzel bir anne olmuş, yavrularına gözü gibi bakmış. Onları sütüyle beslemiş büyütmüş. Enikler üç aylık olunca Kağanın annesi hepsini sahiplendirmiş. Babılla baş başa kalmışlar. Birbirleriyle gözlerinin içine bakarak anlaşıyorlarmış. Kağanın Annesi yazılarını yazarken Babıl karşısına oturup onu seyrediyormuş. Arada sırada birbirlerine laf atıyorlarmış.

Seni çok seviyorum Babıl dediğinde 

Babıl iki kere havlıyormuş. Hav hav (Bende seni) der gibi. 

Dışarıya çıkalım mı ? Babıl 

Hav ( çıkalım)kuyruğunu sallamaya başlıyormuş. 

Birlikte mutlu mesut yaşamışlar. 

Gökten üç elma düşmüş 

Birisi anlatana, birisi dinleyenlere biriside hayvanları çok sevenlere…

Köpeklere Ait İlginç Özellikler

  1. Köpekler, küçük bir çocuğun zekasına sahiplerdir.
  2. Eğitilmeye yatkın canlılar olan köpekler, insanlar gibi öğrenebilme yetisine sahiptirler.  
  3. Cinslere göre değişmek üzere bir köpek 150- 200 civarında kelime öğrenebilir.
  4. Sahiplerinin el hareketlerini hafızalarına kazırlar.
  5. Köpeklerin de zaman algısı vardır.
  6. Renkleri flu algılarlar ama karanlıkta insanlardan daha iyi görürler.
  7. Köpeklerin gözlerini korumak için üçüncü bir göz kapakları daha vardır.
  8. Köpeklerin koku alma yetileri insanlarınkinden bin kat daha iyidir. İnsanların koku alma hücrelerinin 400 katı fazla imiş.
  9. Köpeklerin burun izleri insanların parmak izleri gibi biricik ve kendilerine hastır.
  10. Köpeklerin burunlarının ıslak olması kokuları daha iyi alabilmelerini sağlar.
  11. İnsanların 32 dişi varken köpeklerin diş sayısı 42’dir.
  12. Köpeklerin dillerinde tat almayı sağlayan yaklaşık 17000 reseptör bulunur. Bu sayı insanlarda ancak 9000’dir.
  13. İnsanların bir kulağında 6 kas bulunurken köpeklerde bu sayı 18’dir.
  14. İnsanların duyduğu mesafenin dört katı kadar uzaklıktaki sesleri de duyabilirler.
  15. Vücut ısıları insanlardan daha yüksek derecededir.
  16. Köpeklerin tüm vücutları tüylerle kaplı olsa da üşürler.
  17. Tez bezlerine sahip olmadıkları için patilerinden terlerler.
  18. Köpeklerin ilk gelişen duyuları dokunmadır.  Bu nedenle köpekler fiziksel temasa olumlu tepki verirler.
  19. Köpekler de insanlar gibi sağ ya da sol patilerinden birini daha etkin olarak kullanarak solak ya da sağlak olabilirler.
  20. İnsanların duygu durumunu yüzlerinden anlayan tek canlılardır.
  21. Köpekler de insanlar gibi sevdiklerini özlerler.
  22. Köpeklerde kıskanma duygusu mevcuttur.
  23. insanların fiziksel rahatsızlıklarını anlayabilirler.
  24. Köpekler de insanlar gibi depresyona girebilirler.
  25. Doğduklarında kör, sağır ve dişsizdirler.
  26. İçgüdüsel olarak iyi birer yüzücüdürler.
  27. Doğada sürüler halinde yaşarlar.
  28. Bir köpeğin sağlıklı olduğu dilinin pembeliğinden anlaşılır. Ama Chow Chow gibi bazı köpek ırklarının dilleri siyahtır.
  29. Bazı köpek ırkları doğuştan belirli bir oranda sağırdırlar. Bu ırklardan biri Dalmaçyalı’dır.
  30. Bazı tazı türleri çitalardan daha hızlı koşabilirler.
  31. Kısırlaştırma operasyonu geçirmiş köpekler diğerlerinden daha uzun yaşarlar.
  32. Antik Mısır’da köpeklere çok saygı duyulur, köpeği ölen insanlar günlerce yas tutarlardı.
  33. Dünyada en çok evcil köpek Amerika Birleşik Devletleri’ndedir. İkincilik ise Fransa’nındır.
  34. Yapılan çalışmalara ve bulunan fosillere göre yaklaşık 33 bin yıldır yeryüzünde olan köpeklerin günümüzde dünya üzerindeki sayıları 400 milyon civarındadır.
  35. Sizinde bir köpeğiniz varmı ?
  36. Gözlemlediğiniz bir olayı bizimle paylaşırmısınız? 


22 Mart 2023 Çarşamba

DEDEMİN BALIĞI


Dedemin Balığı 

 Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bundan yüzlerce, binlerce yıl önce başlayan insanlık  göçü en son Konya Karaman’ dan Selanik’e. Selanik’ten Türkiye’ye ve oradan Tokat’a uzanan yolculuk Bayraktepe Köyünde son bulmuş. 1924 te mübadele ile gelenler 100 yıldır bu topraklarda kök salmaya ve meyve vermeye başlayan bir ağaç gibi yaşamaya devam etmişler…

Selanik Kayalar Köyü’nün kahvesinde konuşulanlar gençlerin canını çok sıkmış. Ellerinden bir şey gelmiyormuş. Yunan gavuru son zamanlarda azmış. Türk Köylerine baskınlar düzenliyor ve köyün erkeklerini ateşe diziyorlarmış. Kadın ve çocuklara işkence ediyorlarmış. Köyün ileri gelenleri göç zamanının  yaklaştığını, hazırlıklı olmaları gerektiğinin idrakiyle tetikte bekliyorlarmış.

Gece yarısı silah sesleriyle herkes evinden dışarıya fırlamış. Yunan askeri köyü basmış. Savunmasız yakalanan köylüyü köy meydanında toparlamış. Hepsini sıraya dizmiş ve kurşundan geçirmiş. Yaşlı, genç kim varsa orada yığılmış kalmışlar. İnsanlar kanlar içinde köy meydanının ortasında yere serilmişler… Annemin dedesi Ramiz agaya kurşun işlememiş ama ölmüş numarası yaparak oda yere yuvarlanmış. Yunan gavuru kafasına basarak tekmeleyerek yerde yatanların ölüp ölmediğini ayağıyla kontrol etmiş. Ramiz aga hiç sesini çıkartmamış. Ölü taklidi yapmış. Yunan askerlerinin konuşmalarını dinlemiş. Yarın akşam da komşu köyü basacaklarının planını yapmışlar. Sonrada ganimetleri alıp köyü boşaltmışlar. Vakit gece yarısı olmuş. Ramiz aga vurulduğu yerden kalkmış bir sonraki köye yürüyerek gitmiş ve haber vermiş. Kaçın köyü boşaltın Yunan gavuru size baskın yapacak demiş.  Köyün delikanlıları haberi alır almaz hemen diğer Türk köylerinede haber salmışlar. O gece 19 köy Ramiz aganın sayesinde Yunan baskınından kurtulmuş. Göç başlamış, Ramiz aga akrabalarını eşini ve çocuklarını alarak Selanik’ten gemi ile yola çıkmışlar. İlk olarak İzmir limanına uğramışlar ama orada inmemişler. Bursa, İstanbul rotasıyla Samsun’da karaya ayak basmışlar. Oradan Sivas’ın Divriği ilçesine yerleşirler. Ramiz aga buraları beğenmez. Kağnı arabasıyla Sivas’ tan Tokat’a doğru yola çıkmışlar. Niksar’ın Bayrakte köyüne gelip  yerleşmişler. Devlet Selanik’ten gelenlere kişi başı 15 dönüm tarla vermiş. Bu köyde ekin ekip biçerler, geçimlerini tütüncülük yaparak sürdürürlermiş. Mısır ekerler. Köyün hasından mı toprağından mı bilinmez çok lezzetli  fasülye yetiştirirlermiş. Çalışkan insanlarmış. Rızıklarını topraktan kazanır geçinip giderlermiş. Mübadele ile gelen insanları İlk geldiklerinde komşu köyler çok hoş karşılamamışlar. Ama tanıdıkça mübadil köylülere karşı hürmetleri artmış. Tam yerleşip mutlu bir hayat yasamanın yollarını ararken bir darbede deprem vurmuş. 1936 yılında Niksar’da yaşanan depremde Ramiz agamın aslan gibi iki kayınçesi göçük altında kalmış. Kardeşlerini kaybeden hanımı aklını yitirmiş. Ölene kadar Onlara ağıtlar yakmış…

Ramiz aganın oğlu Hacıdemir avcılığı çok seviyormuş. Göllerden ördek, ırmaktan balık, dağlardan tavşan avlar rızkını çıkartır çocuklarını taze etlerle beslermiş. Çok bilge bir insanmış. Sözü dinlenir akıl danışılan bir adammış. Köylüler paraya sıkıştığında ondan borç isterlermiş. Tarlasında çalıştırdığı amelenin ücretini teri kurumadan verirmiş. Doğru dürüst bir insan olduğu için herkes onu çok severmiş. Altı tane çocuğu varmış en çokta sarı saçlı yeşil gözlü kızını severmiş. Dedemin hışmına bütün çocukları uğramış ama sarıkız bir tokatını yemeden büyümüş. “Anama benziyon sarı kız seni ondan çok seviyom”dermiş. Sarı kız büyümüş serpilmiş. İsteyeni çok olmuş. Dünürcülerin birisi gelir birisi gidermiş. Ama sarı kız hiç birisine bakmaz gönlündeki oğlanı beklermiş. Babası bir gün kızını karşısına almış; “bak kızım hiç bir dünürcüyü kabul etmezsin duydum ki falancanın oğluna istermişsin. Ben o sülaleyi sevmem. Benim o sülaleye verilecek kızım yok “demiş. Çıkar aklından o oğlanı, seni falancaya verdim. Hayırlı uğurlu olsun nişanın demiş. Kız hiç söz edememiş babasının karşısında. Çaresiz kabul etmiş. Nişanlanmış bilmediği tanımadığı bir oğlanla. Sevdiği oğlanın anası kızın nişanlandığını duyunca, bir gün suya giden sarı kızın önünü kesmiş. 

“Bak kızım biz seni istiyoruz, sende bizi istersen gel,  başımız üstünde yerin var. İstersen seni şimdi  kaçırayım oğluma” der. Ve elinden tutuğu gibi kızı kendi evine götürür. Akşam olunca kız eve gelmez kaçtığı anlaşılır. Baba bu işin içinde bir oyun olduğunu anlar. Ertesi gün köyden ilk traktörle şehre iner. Kızının sevdiği oğlan şehirde okulda okumaktadır. Evin kapısını çalar. Kapıyı uykulu uykulu damadı olacak genç açar. Selamlaşırlar hal hatır sorar elindeki erzakları eve bırakır ve oradan ayrılır. Kızın babası anlar ki bu işi oğlanın anası yapmıştır. Çok üzülür. En çok güvendiği en çok sevdiği kızından böyle bir şey beklemez. Gönlü kırılır ve kızına küser. 17 yıl kızıyla konuşmaz. Torunları ve damadı ile görüşür ama kızı ile konuşmaz görüşmez. 17 yıl sonra baba yüreği dayanamaz. Affeder kızını haber salar. Deyin hele kızıma baban seni affetmiş davet verecekmiş gelsin elimi öpsün barışalım demiş. Koçlar kesilmiş. Sofralar kurulmuş. Yemekler pişmiş. Kızı 17 yıl sonra ilk kez babası ile görüşmüş elini öpmüş, aynı sofrada yemek yemiş. O günden sonra saklı gizli gittiği baba evine açık eşkere gitmeye başlamış. Onları özlediğinde düğünde, bayramda anasını babasını ziyaret eder hal hatırlarını sorar ihtiyaçlarını elinden geldiğince karşılamaya çalışırmış. Damadı öğretmenmiş. Gurbet ellerden tayini Tokat merkeze atanmış. Kızının ve damadının tayinini Tokata çıktığını öğrenen baba çok sevinmiş. Ev tutmuşlar. Okullar açılmadan eşyayı getirmişler, yerleşmişler. Yıllardır gurbet ellerde görev yapan öğretmenin geldiğini duyan akrabaları hoşgeldin ziyaretinde bulunmuşlar. Evlerinde misafirleri hiç eksik olmamış. Bir gün köyden haber gelmiş. Kızım müsaitseniz haftaya size geleceğim demiş. Kız çok heyecanlanmış. 22 yıllık evliliğinde gelen misafirleri baş üstünde ağırlayan sarı kız çok heyecanlanmış. Babasının geleceği gün erkenden kalkmış evi ocağı temizlemiş. Babasının sevdiği bütün yemekleri yapmış, babasını pencerenin önünde beklemiş. Kapının dindon sesiyle yüreği hop etmiş, kapıyı torunları açmış. Babası elinde bir poşetle içeri girmiş. Kızı poşeti elinden almış, elini öpmüş babasına sarılmış. Hoşgeldin babacığım demiş. Gözleri yaşlı yaşlı sarılmış babasının boynuna. Torunları baş köşeye oturtmuşlar dedeyi. Dede “kızım balık getirdim onları kızart ta torunlarımla birlikte bu akşam balık yiyelim “demiş. Kızının en çok sevdiği yemek balıkmış. Babası unutmamış. Kız babasının getirdiği balıkları hem ağlamış, hem kızartmış.  Yanına birde marul salatası yapmışlar, sofrayı kurmuşlar, hep birlikte sofraya oturmuşlar. İlk defa böyle bir balık gören torunları büyük bir iştahla balığı yemişler. Çok lezzetli olmuş. Torunlarından Karakız”dedeciğim bu balığın adı ney”diye sormuş. 

Dedesi “Palamut “demiş. 

Babası hep hamsi alır, fırında hamsi yerlermiş. İlk defa Palamut balığı ile dedesinin sayesinde tanışmış. Çay eşliğinde geç saatlere kadar sohbet etmişler. Dedesi bildiği fıkraları masalları dili döndüğünce torunlarına anlatmış. Sarı kız babasının çok sevdiği türküyü mırıldanmış. “ fincanı taştan oyarlar Bala’m oyarlar, içine bade koyarlar Bala’m koyarlar. Sen bize gece gelme duyarlar Bala’m duyarlar “ babası türküye eşlik etmiş.  Hep birlikte türküyü söylemişler. Dedesi ilk ve son kez kızının evine gelmiş. Ve  6 ay sonra vefat etmiş. O günden sora Palamut balığının adı “ Dedemin balığı” olarak kalmış. Kara kız o gece dedesine dedeciğim mübadele masalını anlatırmısın bize demiş. 

Dedesi şöyle bir içini çekmiş, yüreğinden gelen sese kulak vermiş, gözlerini uzaklara çok uzaklara daldırmış ve başlamış anlatmaya…

Mübadele…1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün iki ülke yani Türkiye -Yunanistan arasında yaptığı anlaşma gereği halkların değiş tokuşu. Mübadele kelimesi sözlükte değişim ve değiş tokuş anlamlarına gelmektedir. Coğrafyayada ise mübadele bir antlaşmaya uygun olacak şekilde ülke nüfuslarının karşılıklı olarak yer değişmesi ile oluşan göçleri ifade eder. Bir şeyin diğeriyle değiştirilmesi anlamındadır. O yüzden bizlere muhacir derler.

Gitmeyi bilir misiniz?

İçiniz yana yana. 

Ayaklarınızı sürüye sürüye,

Sevdiğiniz ve alıştığınız ne varsa ardınızda bırakarak

Bir gemi güvertesinde yol aldınız mı hiç?

Kaç hasret, kaç ayrılık, kaç memleket sığdı bilir misiniz.?

Biletleri tek gidiş,rotası belirsiz, 

Azığı keder olan yolculuklara çıktınız mı hiç?

İçinizde bilmediğiniz topraklara bir vatan taşıdınız mı?

Onlar gittiler.

İçlerine bir vatan saklayıp,

Yanlarına anılarını aldılar.

Hiç unutmamak için

Bir daha asla  göremeyecekleri 

Şehirlerine, köylerine son kez baktılar…

Binlerce göz, binlerce baş, el, yürek, kıpırdanan binlerce dudak sessizce veda ettiler.

Onlar kaybedilen bir ülkenin son kaleleri idiler.

Birer birer yıkıldılar.

Yandılar kül oldular.

Küllerinden yeniden doğdular.

Size bir masal anlattılar.

Dinlediniz mi?

MÜBADELE MASALI.

Muhacirler, kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdırlar. demiş bu masalı anlatırken göz yaşlarına engel olamamış.

Herkes sus pus olmuş. Torunu Karakız bu masaldan çok etkilenmiş. Bu masalı iiliklerine kadar hissetmiş…

Yıllar yıllar sonra babasına;  

“Bana bir masal anlat baba, 

İçinde dedem, Atam, ninem, annem, kardeşlerim, sen ve ben olayım.

Göklerin sonsuz mavisinde çadır kuralım bulutlara.

Uçalım kanatlanıp umutlarla yıldızlara.

Saralım yaralı yürekleri sevgi ve merhametle…

İşte o zaman Kuş misali…

Yeniden doğar Anka.

#mübadelenin 100. Yılı kutlu olsun.” demiş. 

Kara kız büyümüş evlenmiş. Çocukları olmuş. Çocuklarına Palamut balığını “Dedemin Balığı “olarak tanıtmış. Torun büyümüş, okumuş, mühendis olmuş. Bir gün balıkçı lokantasına gitmiş. Ve menüye şöyle bir baktıktan sonra yanında bekleyen garsona dönerek “annemin dedesinin balığından”istiyorum demiş. Garson bir şey anlamamış, anlamadım efendim demiş. Gülümseyerek  “Tavada Palamut” dermiş. Garson isteğini 10 dakika sonra getirmiş. Afiyetlice yemiş ve atalarına dua etmiş. Balıkçı lokantasına bir dahaki gelişinde garson müşterisini tanımış ve efendim “Dedenizin Balığından mı? “getireyim demiş. 

Tek başına oturduğu masada Kağan’ın gözleri dolmuş ve ” evet “demiş.

Bugün annem, büyük dedem ve ben hepbirlikte tavada palamut balığı yiyeceğiz demiş. 

Mübadelenin 100. Yılında ata yurdundan ana yurduna  göç eden muhacirler yani 3. Kuşak mübadillerin kökleriyle kurduğu bağ bazen bir porselen tabakla, bazen bir türkünün tınısında, bazen bir ninninin ezgisinde, bazen bir ata sözüyle, bazen bir yemekle, bazen annesinin anlattığı bir hikayeyle bir ağacın köklerinden aldığı güç gibi anılar beslemekte ve ağacın gövdesinin dik duruşunun hikmetini mübadillerin yaşantılarında sıkça karşılaşabilir ve bu ahde vefanın saygısını ağacın dallarındaki meyvelerinde görebilir ve eşsiz bir eserde bu duyguyu tadabilirsiniz. 

Güzelliklerde buluşmak dileğiyle…

Dünya köylüsü 

Ayla Bağ 


12 Mart 2023 Pazar

Kağan

 

BABILIN SEVGİSİ

           Bazı hikayeleri dinlersiniz inanamazsınız. Üstüne birde gerçek mi? gerçekten mi yaşanmış? yoksa uydurma mı, yok canım bu senaryo dersiniz. Bazende şaşkınlıktan hadi ordan canım yok öyle şey olmaz, olamaz deyip duyduklarınıza inanamazsınız. Yıllar yıllar önceydi. Televizyonda bir sinema kuşağında japon bir köpeğin hikayesini anlatan bir film izlemiştim. Adı üstünde film işte senaryo ne kadar gerçeklik payı olabilr ki hadi %10 olsun gerisi hikayedir dedim ve film bittiğinde kişiler ve senaryo gerçek bir öyküden alınmadır yazıyordu. Şok olmuştum. Günlerce olabilirlik ihtimalini düşündüm durdum. Demek ki olabiliyormuş dedim en sonunda. Ve bugün o film kahramanı Akito cinsi köpek HAÇİTO japonyanın simgesi durumuna gelmiş. O kasabayı ziyarete giden turistleri heykeliyle metro istasyonunda karşılayan ve sahibine duyduğu sevgiyi her gün istasyonda onu bekleyerek gösteren sevgi dolu sadık bir dost.
             Size bizim köpeğimiz Babıl’dan bahsedeceğim. Babıl oğlumun köpeği 2,5 yaşında kırma bir köpek. Cinsi nedir bilmiyorum ama sırtının ortasında kocaman balon şeklinde bir siyah noktası var. Oğlum bu noktayı balona benzetmiş ve ismini BABIL  koymuş. Oğlum Üniversite son sınıf öğrencisi. Oğlum onun sevgisiyle ve sorumluluğunu yüklenmekle farklı bir yaşam mücadelesi verirken hayatı ve insanları sevmeyi kendi sorumluluklarının bilincine ermeyi Babıl’dan öğrendi. Babıl sevgi dolu bir köpek olarak büyüdü. Oğlum bana ait, benim olan, beni seven, benim yolumu gözleyen, gözlerimin içine bakan sevgi dolu bir hayvanla yalnızlığını paylaşarak 1,5 yıl bakıp büyüttüğü köpeğinden çalışmak hayatına atıldığı için ayrılmak zorunda kaldı. Çok sevdiği köpeğini bize emanet etti. Eşim taksi kiraladı ve  köpeği almak için bin km yol gitti. Oğlumun emanetini aldı ve geldi. Bizde elimizden geldiğince emanete bakmaya başladık. Fakat o kadar çok sevdik ki görmeden duramıyoruz. Daha iyi şartlarda yaşasın diye annemin yanına köye götürdük. Ortamı güzel el bebek gül bebek yediği önünde yemediği arkasında. Her haftasonu gidiyoruz ziyaretine. İşlerimizin yoğun olduğu şu günlerde köye üç haftadır gidemiyoruz.Gözümde tütüyor çok özledim rüyalarıma girdi.Bu hafta sonu onu ziyarete gidecektik. Köyde yanlız değil annemler teyzemler dayımlar herkes orada. Köpek üç gündür kayıpmış. Bizede söylemiyorlar üzülmeyelim diye.Eşimi işe yolcu ederken kapının önünde Babılı gördüm sanki ama imkansız o ne yapsın burda köyde diye düşünürken Babıl diye seslendim aşkım sen ne yapıyorsun burda nasıl geldin kim getirdi demeye kalmadı eşimin üstüne atladı çok mutlu bir şekilde şımararak bize kavuşmanın vermiş olduğu güvenle derin bir nefes aldı ve yere uzandı . Biz şaşkınlıktan ne olduğunu anlayamadık. Hemen balkona yerini hazırladım ve oraya aldım. Suyunu içti yemek yemedi. Biraz birbirimizi sevdik sarıldık, sahibine kavuşmanın verdiği huzurla uzandı ve uykuya daldı. Hemen kızımı aradım ve durumu anlattım. Anne olamaz öyle bir şey nasıl 30 -40 km lik yolu yürüyerek gelir dedi ve telefonda ağlamaya başladı. Ben bunu araştıracağım dedi. Biraz sonra tekrar döndü ve anne bu bir mucize dedi. Böyle bir şey çok nadir görünen bir şeymiş ve şanslı köpekler bunu başarırlarmış. Babıl çok şanslı ve mucize yaratan bir köpek dedi. İkimizde telefonun ucunda ağlıyorduk. Bunun tek bir sebebi vardı sevgi sevildiği yeri bilen köpek üç haftadır görmediği sahiplerini görebilmek için onca yolu üçgün yürüyerek gelmiş ve apartmanın kapısının önünde bizim dışarı çıkmamızı beklemiş ve eşim işe giderken arkasından ben geldim diye üzerine atlaması bizi şoke etti.
             Bugün çok mutluyuz dünyadaki en güçlü bağın görünmez bağlarla birbirimize bağlı olduğumuz sevginin en masum ve çıkarsız halini gönül bağıyla size bağlanan bir sadık dostun ansızın beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkması size yaradanın yüceliğini ve şu güzel günlerin rahmet ve bereketinden bize düşen pay olarak düşünüyorum. Bir daha ayrılmamak dileğiyle...
Teşekkürler Babıl bize unuttuğumuz değerleri yeniden hatırlattığın için...
Gideceğin bir çok yer varken bizi tercih ettiğin için...
Gönülden gönüle bir yol vardır sözünü bize hatırlattığın için.
Bülbülü altın kafese koymuşlarda illede vatanım demiş sende köy gibi bir ortamı bırakıp apartman dairesinde balkonda yaşamayı tecih etmenin altında sevilme isteği ve beraber olalımda nasıl olursa olsun dediğin için.
İnsan oğlunun hayvanlarla birlikte bir bütün olduğumuzu, hepimiz bir birimiz için bir nimet olduğunu görmemizi sağladığın için
Gelişinle buraları bayrama çevirdiğin için çok çok teşekkürler Babıl.
Hoşgeldin gönül hanemize hoşgeldin Babıl.

Köpeklere Ait İlginç Özellikler

  1. Köpekler, küçük bir çocuğun zekasına sahiplerdir.
  2. Eğitilmeye yatkın canlılar olan köpekler, insanlar gibi öğrenebilme yetisine sahiptirler.  
  3. Cinslere göre değişmek üzere bir köpek 150- 200 civarında kelime öğrenebilir.
  4. Sahiplerinin el hareketlerini hafızalarına kazırlar.
  5. Köpeklerin de zaman algısı vardır.
  6. Renkleri flu algılarlar ama karanlıkta insanlardan daha iyi görürler.
  7. Köpeklerin gözlerini korumak için üçüncü bir göz kapakları daha vardır.
  8. Köpeklerin koku alma yetileri insanlarınkinden bin kat daha iyidir. İnsanların koku alma hücreleri ancak 5 milyon iken köpeklerinki 2 milyon 200 bin kadardır.
  9. Köpeklerin burun izleri insanların parmak izleri gibi biricik ve kendilerine hastır.
  10. Köpeklerin burunlarının ıslak olması kokuları daha iyi alabilmelerini sağlar.
  11. İnsanların 32 dişi varken köpeklerin diş sayısı 42’dir.
  12. Köpeklerin dillerinde tat almayı sağlayan yaklaşık 17000 reseptör bulunur. Bu sayı insanlarda ancak 9000’dir.
  13. İnsanların bir kulağında 6 kas bulunurken köpeklerde bu sayı 18’dir.
  14. İnsanların duyduğu mesafenin dört katı kadar uzaklıktaki sesleri de duyabilirler.
  15. Vücut ısıları insanlardan daha yüksek derecededir.
  16. Köpeklerin tüm vücutları tüylerle kaplı olsa da üşürler.
  17. Tez bezlerine sahip olmadıkları için patilerinden terlerler.
  18. Köpeklerin ilk gelişen duyuları dokunmadır.  Bu nedenle köpekler fiziksel temasa olumlu tepki verirler.
  19. Köpekler de insanlar gibi sağ ya da sol patilerinden birini daha etkin olarak kullanarak solak ya da sağlak olabilirler.
  20. İnsanların duygu durumunu yüzlerinden anlayan tek canlılardır.
  21. Köpekler de insanlar gibi sevdiklerini özlerler.
  22. Köpeklerde kıskanma duygusu mevcuttur.
  23. insanların fiziksel rahatsızlıklarını anlayabilirler.
  24. Köpekler de insanlar gibi depresyona girebilirler.
  25. Doğduklarında kör, sağır ve dişsizdirler.
  26. İçgüdüsel olarak iyi birer yüzücüdürler.
  27. Doğada sürüler halinde yaşarlar.
  28. Bir köpeğin sağlıklı olduğu dilinin pembeliğinden anlaşılır. Ama Chow Chow gibi bazı köpek ırklarının dilleri siyahtır.
  29. Bazı köpek ırkları doğuştan belirli bir oranda sağırdırlar. Bu ırklardan biri Dalmaçyalı’dır.
  30. Bazı tazı türleri çitalardan daha hızlı koşabilirler.
  31. Kısırlaştırma operasyonu geçirmiş köpekler diğerlerinden daha uzun yaşarlar.
  32. Antik Mısır’da köpeklere çok saygı duyulur, köpeği ölen insanlar günlerce yas tutarlardı.
  33. Dünyada en çok evcil köpek Amerika Birleşik Devletleri’ndedir. İkincilik ise Fransa’nındır.
  34. Yapılan çalışmalara ve bulunan fosillere göre yaklaşık 33 bin yıldır yeryüzünde olan köpeklerin günümüzde dünya üzerindeki sayıları 400 milyon civarındadır.
  35. Sizinde bir köpeğiniz varmı ?
  36. Gözlemlediğiniz bir olayı bizimle paylaşırmısınız? 

11 Mart 2023 Cumartesi

Deprem dede

Masallarda ki “Bir varmış bir yokmuş”söylemi bu günlerde yaşadığımız asrın felaketini tam olarak tanımlayan bir ifade olmuş. 6 Şubat gecesi merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan 7.7 şiddetinde büyük bir sarsıntıyla uykudan uyandık. Fırsat bulanlar kaçtı bulamayan 100 binlerce kişi göçük altında kaldı. Dün vardı, bugün yok oldu. 

Bir varmış bir yokmuş… Bunun  suçlusu kimdi ? Bu soruya cevap ararken kendimize gelmenin bir yolu vardı. Öz eleştiri yapabilmek her insana mahsus olmayan Erdemli bir davranıştı. 

Günlerce soğukta, ayazda çadırlarda kalan insanlar, Uzun uğraşlar sonucunda mucize kurtuluşlar insanlara  bu cehennemin içinde bir zerre umudu ve sevinci yaşatıyordu.  1-3-5 derken 219. Saatte kurtulan Aleyna Ölmez bize yüce yaradanın esirgeyen bağışlayan Allah’ ın baki olduğunu hatırlattı. 

Dedem ve ailem depremden sağ kurtuldular. Bizim evimiz depreme dayanıklı inşa edilmiş. O yüzden binamızda çatlak dahi oluşmamış. Dedem yüksek inşaat mühendisi. Şehrimizde inşa ettiği hiç bir bina yıkılmamış. Dedeme Deprem dede dediler. Dedem bildiği bütün bilgileri çadırda sobanın başında toplanan çocuklara masal gibi anlattı. 

“Bakın çocuklar sizler büyüdüğünüzde seçeceğiniz mesleklerin pirlerini ve ustalarını araştırarak kendinize örnek alırsanız sizde; sizden sonra gelecek olan nesle örnek olursunuz” dedi.

Yurdumuz deprem kuşakları üzerinde yer alan dört tarafı fay hatlarıyla çevrili bir memlekette yaşıyoruz. Bu gerçeği gören ve inşa ettiği eserleri buna göre yapan, Mimarlık alanında dünyaya örnek olan bilim insanı bizim ülkemizden çıkmış. Mimar Sinan’ın eserleri bir çok deprem görmüş geçirmiş ama bugün hala ayakta yıkılmamış. Depreme dayanıklı eserler meydana getirmiş. Gerekli tedbirleri almış. Eserlerini ona göre yapmış.

Ama biz bunun farkına varamamışız. Deprem kuşağında yer alan Japon’lar araştırmışlar bizim değerimizi örnek almışlar. 

Ama biz nasıl bir değer taşıdığımızı okumadığımız ve araştırmadığımız için kıymetini bilememişiz.

Japonlar kendi ülkelerinde yaptıkları binalarını, o değerli bilim adamının eserlerinden esinlenerek yapmışlar.

Ama bizler o bilim adamını ülkemizin adam olacak çocuklarına tanıtamamışız.  

“Onun, eserlerini yaparken nasıl bir ilmi yol takip ettiğini anlamamışız. Bizler, ilimden irfandan uzaklaşmışız”dedi  ve sözlerine şöyle devam etti, “İlimden irfandan uzaklaşanın yolu karanlıktır “ve anlatmaya devam etti. 

“Bu depremlerde mühendisliğin çok önemli olduğunu gördük. Kötü Doktor bir insanı, kötü mühendis binlerce insanı öldürür. Hep şahsi çıkarlar peşinde koşanlar,  Çok para kazanma hırsı, kısa yoldan zengin olmanın yollarını kendilerine yol edinenler bugün bir çok insanın bilerek yada bilmeyerek  katili olmuştur “dedi. “İlime dayalı olmayan binalar yapmışız. Ve bu depremde binlerce binamız yıkılmış ve acı sıkıntılar içinde kalmışız. İlimden ayrılan her toplum acılar çekmeye mahkumdur. Gerekli tedbiri almayan her toplum sıkıntılara düşer. Şu günlerde toplumumuz büyük acılar çekiyor. Depremde binalar altında kalan vatandaşlarımız için canımız yanıyor. Çocuklarımıza, ahlaklı olmayı, okumayı, doğru dürüst çalışmayı aşılayamadık. İlimle hareket etmeyi, adaletli olmayı, ahlaklı olmayı, hak yememeyi, hakikatleri takip etmeyi aşılayamadık. Ne kötü evler yaptık, bir depremde binlerce binamız yıkılıp gitti ve nice canlarımızı kaybettik. Allah’ın ilmi hakikatlerini görmezden geldik. Gerekli tedbirleri almadık. Kısa yoldan zengin olma derdine düştük, para gözümüzü kararttı, binalarımızı çürük yaptık. İnce ve paslanmış demir kullandık, deniz kumu ile sıva yaptık. Gösterişli süslü evlerin fayansına, duvar kağıdına aldandık. Ama Güneşi balçıkla sıvayamadık. Bu depremde bütün foyamız açığa çıktı.

Ak ile kara birbirinden ayrıldı. 

“O halde, hangisi daha iyidir? Yapısını ( karakterini) Allah’a karşı sağlam bir sorumluluk bilinci ve O’nun hoşnutluğu üzerine yükselten mi; yoksa yapısını (binasını)kaygan bir yar kenarına kuran ve sonra da onunla beraber yuvarlanıp cehennem ateşini boylayan mı ?Allah bile bile kötülük yapan topluluğu doğru yola yöneltmez. “

22 Aralık 2023 de Tv de çıkan Japon bilim adamı: “Biz binalarımızı Mimar Sinan’ın kullandığı tekniğe göre yaptık” dedi. Ne kadar acı değil mi? Japonlar ülkemize geliyor, binalar nasıl yapılır, Mimar Sinan’dan öğreniyor. Biz kendi değerimizi yok sayıyoruz. Mimar Sinan kimdir ? bilmiyoruz, onu tanıtmak için okullara dersler koymuyoruz. Tüm dünya, mimar Isozaki'ye hayran. Isozaki ise Mimar Sinan'a hayran... Eğer Mimar sinanı örnek alsaydık bugün bu yıkımı yaşamazdık.”dedi Deprem dede. 

Dedem gazetede okuduğu bilgiyi çocuklara şöyle aktardı. 

Japon mimar Arata İsozaki, Mimar Sinan'ın 1555-57 yıllarında inşa ettiği Süleymaniye Camii'indeki mimari çözümlemelerini tek kelimeyle tanımlıyor: Muhteşem!...”Dünya mimarlık tarihini çok yakından tanıyan bir mimar olarak Sinan'ın bu eserini tek kelimeyle muhteşem bir mimari yapıt olarak görüyorum’’ diyen Isozaki, Sinan'a ve Süleymaniye Camii'ne olan hayranlığını şöyle dile getirmiş. 

“Bu kadar büyük bir yapıyı, bu kadar iyi bir denge içinde kurmayı nasıl başarmış? Bu dengeyi kurma yolunu 16'ncı yüzyılda keşfetmesi, o yüzyıl için çok büyük bir başarı. Bu yapıt, Sinan'ın zamanın çok önünde olduğunu ortaya koyuyor.’’Klasik Osmanlı mimarisinin en büyük eserlerinden biri olan caminin yapımına 60 yaşındayken başladığı halde bu eseri ‘‘kalfalık’’ eseri sayacak kadar mütevazı olan Sinan'a dünya mimarlık tarihinde hak ettiği yerin verilmediğinden yakınan Isozaki, ‘‘Batı'nın Sinan'ın mimari tarih içindeki önemini ihmal ettiğini düşünüyorum. Bence Sinan'ın başarıları sadece Batı mimari tarihinde sıkışmış olarak değil, daha geniş bir perspektif içinde yer almalı’’ demiş. Bunu bizim yetiştirdiğimiz mimarlar ve mühendisler başaracak atalarından aldıkları sancak bayrağını tüm dünyaya Önder olarak taşıyacaklar. 

1950–60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye gelmiş. Heyet İmar ve İskân Bakanlığı’ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye başlamış. Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcını gezdikten sonra sıra Sinan’ın kalfalık eseri Süleymaniye Camisiyle Sinan’ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camisi’ne gelmiş. Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. 

Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevşek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. 

Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. 

Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. 

Minareleri incelediklerinde ise şaşkınlıkları ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler.

Daha derin araştırma yapmak için Edirneye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisine gitmişler. 

Oradaki olağanüstü sistemleri görünce iyice şaşırmışlar. 

Selimiyenin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. 

Japonyaya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. 

Yani şu an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullanıldıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalarmış. 

Selimiye camisini inceleyen Japon mühendis  gördükleri karşısında şok olmuş, gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş: “Bu imkânsız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkânsız, orada hiçbir şey yok, orada hiçbir şey yok…”diyerek haykırmış.

Selimiye camisinin zemini gevşek toprakmış. 

Bu nedenle minarelerinin yakın zamanda yıkılacağı fark edilmiş. 

Uluslararası bir grup bilim adamı toplanmışlar. 

Nasıl kurtarırız bu tarihi minareleri diye kafa kafaya vermişler. 

Sonuçta en son teknoloji olan metal kelepçelerle minarelerin temellerini sabitlemenin en iyi çözüm olduğuna karar vermişler. Minarelerin temellerini açınca, koymayı düşündükleri kelepçelerin aynısıyla karşılaşmışlar. Mimar Sinan kaç yüzyıl önce ayni şeyi düşünmüş meğerse.

Mimar Sinan’ın Selimiye Camiinin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür. 

Almanlar ayni sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar. Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır.”demiş  Deprem dede 

Bir gece ansızın bir ses, bir çığlık…..

7.7 ile sallandık

Çatır çatır kırıldık, 

Patır patır döküldük…

Gece karası ölüm çöktü on İle.

Toprak doymadı insana, 

İnsan doymadı toprağa…

Seslendi…Habibi Neccar…

Duymadı insanlar kaldı nacar…

Sevdiğin ne varsa enkaz altında,

Üstünde kalanlar bin bir parça…

Paramparça…

Çaresiz…

Köklerimizden söküldük…

Beklemediğin bir anda sevdiklerinden ansızın sonzsuza dek ayrılmak…

Ne demek bilir misiniz? 

Malatya’yı baştan başa tabut bürüdü,

Kazma kürekle eşin, eşin 

Bulunmaz eşin…niceleri bir bir hakka yürüdü…

Yarım kalan sözler, yarım kalan hayaller, yarım kalan sevdalar, anılar…

Yarım kalan hayatlar…

Eli elinde soğuyan babanın evlat acısını tarif edebilir misiniz? 

Tarifsiz hisler, tarifsiz ayrılıklar, tarifsiz hüzünler…tarifsiz ölümler yaşadık…

Özlem sardı şimdiden…heryeri 

Üşüyorsun, donuyorsun, yanıyorsun…

Gözler kan çanağı, 

Çaresiz, çaresizlik içinde, 

Savrulduk, tuz buz olduk, taş olduk.

Yağmur yağsa kış olur

Güneş doğsa yaz olur

He le gardaş kalk gidek

Kırk yama yapsam  tutar mı bu çadır,

Gelde şimdi bu enkazı kaldır…

Diyarbakır şad akar…

Urfa Mardin’e bakar…

Mucize kurtuluşlar kandil yakar…

Yeniden kalkmak 

Yeniden hayaletmek 

Yeniden inşa etmek 

Yeniden yaşamak için 

Yeniden doğmak gerek…

7 bölge Anadolu’mun göbeğinde yaşayan güzel insanlar ile, 

7 kıta dünyam da 

Yüzünü hakka dönenlerle birlikte, 

Birriz 

Beraberiz 

Tek yürek atmaya, yaralarımızı hep birlikte sarmaya mecburuz…

Bu deprem bize bir çok şey öğretti. Bugünden sonra, hangi dalda olursa olsun, aldığımız ilimi insanı yaşatmak üzere kullanmalıyız. Bundan sonra inşallah şehrimizi imar ettiğimizde zemin etüdü yapılarak üzerine kazıklı, raylı, sismik sensörlerle donatılmış binalar, betonarme bloklardan oluşan evler, çelik konsülasyon evler, ahşap evler, az katlı bahçeli evler ilme göre yapılan binaların insanı yaşatmak üzere inşa edilen şehirlerde sağlıklı mutlu hayatlar süren nesiller yetiştireceğiz. Depremde binaları yıkılmayan örnek gösterilen Müteahhit Ali öncül ve Nurettin Kayış’a …teşekkür ederiz. Bizleri uyaran bilim insanlarımıza  … teşekkür deriz.  Bu depremde el ele gönül gönüle bir olan birlik içinde yaraları sarmaya çalışan Anadolu insanına çok çok teşekkür ederiz. 

TEŞEKKÜRLER…

TÜRKİYEM İYİKİ VARSINIZ …

Şehidinin giyemediği çorapları bağışlayan anneye teşekkürler…

Ayağındaki botu çıkartıp depremzedeye giydiren kurtarıcıya teşekkürler…

Kars’ın Karahan Köyü’nden ineğini satıp parasını gönderen Sarıgül nineye teşekkürler 

İYİKİ VARSINIZ 

Merhameti bize hatırlatan 

Elindeki muhabbet kuşunu 50 saat avucunda tutan 13 yaşındaki koca adama teşekkürler…

Benden önce Kedimi kurtarın diyen tıp fakültesi öğrencisi adama teşekkürler 

Su şişesi kapağıyla depremzedeyi besleyen kurtarıcı adama teşekkürler 

İYİKİ VARSINIZ

Adam olacak çocuklardan 

Kumbarasında ki 28 lirayı bağışlayan MUHAMMETALİ’ye 

Çok sevdiği oyuncağını boynuna 100 tl yapıştıran CANSU’ya 

En sevdiği montunu bağışlayan KEREM’e 

Teşekkürler 

İYİKİ VARSINIZ 

Hiç tanımadığı insanlar için bölgeye koşarak giden maden işçilerine , inşaat işçilerine, üniversite öğrencilerine, sıradan vatandaşa teşekkürler…

İYİKİ VARSINIZ 

Güzel ülkemin has insanları acısını yüreğinde yaşayan babaya, anneye, dedeye, nineye

“Ben iyiyim siz başkasını kurtarın”diyen depremzedeye teşekkürler 

Dağıtılan yardım malzemesinden ihtiyacı kadar olanı alana teşekkürler

Enkaz altında “ben ölürsem şu kadar borcum var onu ödeyin” diyen teyzeme teşekkürler…

Seferberlik ilan edildiğinde

Elini taşın altına koyan yiğitlere, 

NENE hatunlara, ŞERİFE bacılara, KARAFATMALARA, kadın analara, Anadolu insanına, gemicisinden, şöförüne, fırıncısından öğretmenine, doktorundan, eczacısına, psikoloğundan, imamına, mühendisinden mimarına, esnafından bakkalına…dürüst insanlara, 7 den 77 ye tek yürek atan Türkiyeme teşekkürler 

Canlarını hiçe sayarak yıkık enkaz altındaki canları sırtlayarak kurtaran

TÜRK ASKERİNE !

KIZILAYIN GÖNÜLLÜLERİNE!

AFAT GÖNÜLLÜLERİNE !

AHBAP GÖNÜLLÜLERİNE!

Tüm Dünyadan gelen GÖNÜLLÜ ekiplere teşekkürler 

İYİKİ VARSINIZ 

KORKMA! 

Coğrafya kaderimizse bize bu coğrafyada 

ADAM olmayı hatırlatan herkese teşekkürler…

İYİKİ VARSINIZ 

Siz değerli adam olacak çocuklar sayesinde 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ İLELEBET YAŞAYACAKTIR…🇹🇷🌍❤️

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, 

Dedi Deprem dede. 

Deprem öldürmez binalar öldürür.


10 Mart 2023 Cuma

EL HABİR Esması

  Habir, haber; bilgisini sunan, tüm varlıktan hakikatleri bil-

Habîr

El hABÎR

الخبير

diren anlamındadır.

Allah, “El Habîr” esmâsıyla, varlıktan her an kendi ait olan

hakikatleri bildirir.

Her varlık habîr kitabıdır, yâni haber kitabıdır.

Her bir varlık, ilimsel bilgiler sunar, varoluşun ve varede-

nin haberlerini sunar.

En’âm Sûresi 18: “Ve huvel kâhiru fevka ıbâdih ve huvel

hakîmul habîr.”

Meâli: “O, kullarını tecellileriyle sımsıkı tutandır ve O, tüm var-

lığa hâkim olandır, tüm varlıktan hakikatleri her an bildirendir.” Allah her şeyden haberdardır, çünkü her şey ona aittir.

154

Allah, kendine ait olan tüm hakikatlerini varlık kitabından her an bildirir.

Allah, ilmiyle her varlıktan hakikatlerini açar.

Allah’ın kendini ve hakikatlerini bildirmesi ”El Habir” es- mâsıdır.

Allah’ın bildirme yolu ise, ilimdir.

Kişilerin anlattıkları, aktarılan bilgilerdir, anlatılan bilgiler, Allah hakkında haber vermek değildir.

Allah hakkında haber vermek, Allah’ın varlıktaki ilmi akı- şından gelir.

Hacc Sûresi 3: “Ve min el nâsi men yucadilu fî Allâh bi gayrı ilmin ve yettebiu kulle şeytan merid.”

Meâli: “İlim olmadan, Allah hakkında konuşan kimseler, şey- tani hâllere kapılır giderler.”

Hakikatler, varlık kitabının sonsuz sayfalarındadır, o sayfa- ları bir bir aralamak ilim ile mümkündür.

İlim Allah’ın âlim sıfatının tecellileridir ve tüm varlık bu ilimle açığa çıkar, varlık sayfalarında hep o ilim yazılıdır.

İlim, Allah’ın subûtî sıfatlarındandır.

İlim üzere olan, muhakkak ki aradığı tüm soruların ceva- bını zamanla bulabilir.

İlim üzere olmayan kişi, bâtıl alana bulaşır.

Eğer kişi, Allah ile ilgili bilgiler almak istiyorsa, Allah’tan haberdar olmak istiyorsa, Allah’ın varlıktaki “El Habîr” esmâ- sıyla buluşmalıdır.

Kur’ân bizlere “İlimden ayrılmayın, ilim ifade etmeyen şey- lerle meşgul olmayın” der.

İsrâ Sûresi 36: “Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm.”

Meâli: “Bir ilim ifade etmeyen şeylerin ardına düşmeyin.” İlim; varlığın kendinde olan, varlığın varoluş sisteminin sa-

tır satır yazılı olan ilâhî yazılımın işaretleridir. 155

 

Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji, o ilmin boyutlarıdır.

Kâinat; Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji ilminin akışıyla var olmuştur.

Bu akış her an haber bildirir, yâni varoluşun bilgilerini sunar. Varoluşu anlamak için ilim şarttır.

İlim kişiyi şahit olmaya götürür.

Şahit olmak, varlığın özünde olan işaretlerle mümkündür. Allah’ın “El Habîr” esmâsıyla buluşan, varlıktan akan ilâhî

bilgilerle buluşur.

Allah, kulunda olan her şeyden, kulunun yaptığı her şey-

den haberdardır.

Kul ne yaparsa yapsın, kendi vücûduna yazılır.

Tohumun özü, açığa çıkacak olan ağaçtan haberdardır. Zamanı gelince, tohumda olan ağaç; dalıyla yaprağıyla, çiçe-

ğiyle meyvesiyle bir bir açığa çıkacaktır.

İşte Allah “El Habîr” esmâsıyla tohumun özünde olanı ha-

ber eder.

Allah’ın kendinde ne varsa, özünden o tecelli eder. Özünden tecelli eden her şey, O’na ait olan haberler verir. Yâni kişi, Allah’ı arif olmak istiyorsa, varlıktan akan bilgi-

lerle buluşmalıdır.

Kişi, edep sahibi olursa, ona ilim açılır.

Onun sadakati, teslimiyeti ve tefekkürü, bilmesi gereken bil-

gilere kapılar açacaktır.

Varlığın yaratılışı, yaratanın kendini bildirmesidir.

Tüm varlık, O’nun hakkında haberler sunar.

Fâtır Sûresi 31: “Vellezî evhaynâ ileyke minel kitâbi huvel

hakku musaddikan limâ beyne yedeyh innallâhe bi ibâdihî le habîrun basîr.”

Meâli: “Size her varlık kitabından her an hakikatleri bildi- riyoruz. O hakikatlere sadık olanlar her şeyde olan o kudreti

156

 

bilirler. Şüphesiz Allah’ın kullarısınız. Elbette O, her varlıktan her an bildirendir, tüm hakikatleri gösterendir.”

Furkan Sûresi 58: “Ve tevekkel alel hayyillezî lâ yemûtu ve sebbih bi hamdih ve kefâ bihî bi zunûbi ibâdihî habîrâ.”

Meâli: “Diri olana, sonsuz olana, tüm varlığınla teslim ol. Tüm niteliklerin sahibinin O olduğunu bil. Fiil, sıfat, Zâtının tecelli- lerini idrâk et ve fenalarından geç. Aradığınız soruların cevabı için O yeterlidir. O, kullarından her an hakikatleri bildirendir.”

Hakikatlerin bilgisine ulaşabilmek için, sadakat ve teslimi- yet şarttır.

Allah, varlıktaki tecellileriyle, kendine ait olan işleyişi hak- kında, sıfatları hakkında, vücûdları tutan zâtı hakkında her an “El Habir” esmâsıyla haber verir.

Allah hakkında haberdar olmayan, onun hakkında bir şey konuşamaz.

Kişi, öncelikle kendi vücûdunda, sonra varlığın vücûdunda O’na şahit olacaktır.

Şehadet, varlıkta akan tecellileri görmekle mümkündür.

“El Habîr” esmâsının çekimi; Allah’a ve ona ait olan hakikat- lere irfan sahibi olmayı isteyenler içindir.

Varlıkta olan ilimle tanışmayı arzulayan kişi de, “El Habîr” esmâsını çekebilir.

“El Habîr” esmâsının, çok farklı bir kanalından, dünyada olan her hangi bir varlıkla bir bağ kurulabilir.

Kaybolmuş bir şeyle bağ kurulabilir, kapalı şeylerden ha- ber alınabilir.

Işıktan akıp gelen haberler vardır.

Sudan akıp gelen haberler vardır.

Topraktan akıp gelen haberler vardır.

Bu haberlerle buluşmak, “El Habîr” esmâsının gönülde te-

celli etmesiyle mümkündür.

Geçmişten ve gelecekten haber verebilmek, o gönüllere

Girebilmektir.

İsmail Dinçer 

8 Mart 2023 Çarşamba

Derleme

 "Bir defasında hocama dedim ki: 

-Bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı. Bana bir meyve uzattı ve dedi ki: 

-Bunu ağzında çiğneyip ye. Yedikten sonra sordu:

-Şimdi sen büyüdün mü?

-Hayır, dedim.

Dedi ki: -Büyümedin ama o meyve vücuduna dağıldı; et oldu, kemik oldu, sinir oldu, deri oldu, tırnak oldu, hücre oldu… Anladım ki, okuduğum kitap da öyle dağılıyor:

Bir kısmı kelime dağarcığını zenginleştiriyor. 

Bir kısmı bilgi ve irfanını artırıyor, bir kısmı ahlakını güzelleştiriyor,

bir kısmı yazı ve konuşmada üslubuna incelik katıyor, bir kısmı hayata farklı bakmanı sağlıyor, bir kısmı içindeki sevgi-merhameti arttırıyor, bir kısmı özgüvenini arttırıyor, düşünmeni, sorgulamanı tetikliyor, olaylar karşısında nasıl davranman gerektiğini öğretiyor.

Her ne kadar sen bunların farkında olmasan da! Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü kitap okumak çok şeye yarar! O kadar çok şeye yarar ki neye yaradığını söylemek imkansızdır."

1972 Yılında TRT'de Münir Özkulun Orta Oyununun dan bir sahne geldi gözünün önüne 

Gittim pazar yerine koydum aklımı satışa, eğridir diye. 

Verdiler bir 25'lik almadım, iridir diye.

Dediler, "ver aklını, al dünyayı." almadım, dünya dertle doludur diye...

Yerde gördüm bin altın! Almayacaktım ama aldım, sarıdır diye.

Verdim bin altını aldım bir kase yoğurt, durudur diye.

999 bin 999 küp su kattım, koyudur diye. 

Hekimlere bildirdiler, "bu adem delidir." diye. 

Bağladılar her yanımı, koydular tımarhaneye tam yeridir diye...

Aldım tımarhaneyi, dürdüm, katladım, vurdum, sırtladım halıdır diye.

Hekimlerden izin çıktı, "bırakın onun eski huyudur." diye... 

Münir Özkul 

7 Mart 2023 Salı

TOHUM

 Toprağa düşmeye göresin 

Üstünü örterler, ayak ile çiğnerler…

Sağlamsan çatlarsın toprak altında.

Yarıktan filiz verir

Yönelirsin ışığa, 

 baş verir, sevinçle 

selamlarsın gökyüzünü…

Köklerin Beslenir topraktan,

Dikilirsin gövden üstüne 

Dal budak verir 

Açarsın içindeki tüm renkleri 

Müjdelersin gelecek olanı 

Yazın sıcağında meyveye durur çiçeklerin 

Olgunlaşır Ballanırsın

Gelip geçen senden faydalanır

Düşersin yere toprağa 

Ya gübre olursun kendi nesline 

Yada yeniden yeşerir oğul verirsin bahçene…

Toprağa düşmeye göresin 

Bir gider bin gelirsin …



2 Mart 2023 Perşembe

BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL

 Son günlerde yaşadığımız kara günlerden biraz uzaklaşmak için televizyonu kapattım ve elime 60 yaşında 60 kitap yazan, kadim şehrimizin yetiştirdiği kadim insanlarından yazar Prof. Dr. Ertuğrul Yaman hocamın BİR ŞEHİR ÜÇ NESİL kitabını alıp köşeme çekildim. Kapak sıcacık renklerle mutlu bir aileyi temsil eden resimle süslenmiş. İçini çok merak ederek ilk sayfayı çeviriyorum.

“ Her mevsim güzeldir; ama ilk yaz bir başka güzeldir. Yazın yeri başka güzün yeri başka . Hele kış apayrı bir güzeldir. Tabiatın gelinlik kızlar gibi beyaza bürünmesi yok mu? Doyumsuz bir manzara ve gönül serinliği sunuyor insana…” derken aklıma 22 gün önce  beyaz gelinlik giyinen ülkem geldi. 6 şubatta 7.7 deprem ile yıkılan onbinlerce kişiye mezar olan enkazın kefeniymiş meğer bu kar…Kar yağdı diye çok sevinmiştik. Ülkemiz, şehrimiz beyaza büründü. Tıpkı bir gelin gibi dedik ve üç gün sonra yaşanacak olanlardan habersiz çok sevinmiştik…Günlerce yandık kavrulduk…hala için için yanmaktayız…

Küllerimizden yeniden doğmanın ip uçlarını bulabileceğimiz bu kitapta değerli yazarımız toplumun temel taşı olan  aileden, aile içi sevgiden saygıdan, terbiyeden, erdemlerden bahsediyor. Yaşadığımız şehir ile bütünleşen hayatlarımızın özünü bize ve bizden sonra gelen nesle aktarımının en güçlü yeri ailedir.  Bu yaşam döngüsünün örneğini mutlu geniş bir aile üzerinden bize aktarmış. 

Hayatın döngüsünde Anne, baba, çocuk, dede, nine ve torunlardan oluşan ailenin sağlam nesiller yetişmesinde ki rolü çok büyük. Ulu çınarlardan öğreneceğimiz çok şey var. Mutluluğun sırrını Kamil Dede önce “sağlıklı olmaya ve hayatın sırrını çözmek kendimizi bilmekle ilgilidir. Kendini bilen hayatınıda bilir. Beden ve ruh sağlığımızı doğru dengelersek güzel bir hayat süreriz…

Huzuru mutluluğu çok uzaklarda, parada pulda arayanlara çok hayret ediyorum. Mutluluk aslında bize kendimiz kadar yakındır. İnsanın kişilik ve karakteri mutluluğunu yada mutsuzluğunu belirler.”diyor.

Kitabın satırları arasına  gizlenmiş betimlemeler, unuttuğumuz bazı değerlerimizi tüm gerçekliği ile hatırlatarak  sanki yüzümüze sessizce vuran kar tanesi gibi biraz olsun kor olan yüreğimizi serinletiyor, yıkılan gönül hanelerimizi onarıyor. 

Başarıyı ise “ aslına bakarsanız her birimizin dünyaya gelişimiz ve varlığımız başlı başına bir “gerçek başarı”dır.  Diğer insanları yok sayarak soyut ve sanal bir hedefe doğru şartlanmak yerine, herkesle birlikte mutlu ve huzurlu yaşamak “gerçek başarı “dır. 

“Ben insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım.” Dünya hayatı ise yalnızca bir oyun ve eğlenceden ibaretti. Dünya dönmeye hayat yaşamaya devam ediyor. Önemli olan güzel yaşamak, hayatı anlamlı kılmak. Dünyayı iyilik ve güzelliklere donatmak…” derken tamda içinde bulunduğumuz acı durumun izahını yaparcasına, insanoğlunun maddiyata düşkünlüğünü, hırsını, mış gibi hayatlara damga vuran satırları okurken şapkamızı önümüze koyup düşünmemizi sağlıyor. 

“Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, malda yalan mülk de yalan, var biraz sen de oyalan! “

İyiliğin gücü, her şeyden üstündür. İyilik ve güzellik de sıcak yuvalarımızda….” diyor yazar. 

Yazar bu kitapta, birliğin, beraberliğin, dayanışmanın Aile içindeki yuvalarımızda inşa ettiğimiz bu güzel duyguların önce şehrimizi, sonra ülkemizi, daha sonra tüm dünyayı kaplayacağının sırrını bize veriyor… Bize hayatı en kısa, sade ve öz şekliyle özetleyen “Bir Şehir Üç Nesil “kitabını okurken, sosyolojik olarak toplumda kaybettiğimiz yıkılan değerlerimizi aile üzerinden dikkat çekiyor. Umarım bu yıkıntılar içinde kararan dünyamıza enkaz altından gelen mucize kurtuluşlar gibi umut dolu satırlarıyla, yarınlara doğru güzel bir geleceğin yolculuğunda  aklı ve bilimi kullanarak yaşanabilir bir dünya inşa etmekte kaynak kitap olarak kullanılır. 

Bir şehrin inşası ve bir insanın inşası bina edilirken en iyi şekilde düşünülerek ilim ve bilimin gerçekliği göz önünde bulundurulmalı. 

Yüce kitabımız “ Binasını Allah Korkusu ve Allah rızasına uygun olarak yapan kimse mi daha hayırlıdır. Yoksa binasını dibi sel sularıyla oyulmuş ve her an çökmeye hazır bir uçurumun kenarına kurup , onunla beraber kendisi de cehennem ateşiyle yuvarlanacak kimse mi ? Allah böyle zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez? diyor…

Atalarımızdan tüm dünyaya örnek olan Mimar Sinanın yaptığı binalar incelenmeli ve bu teknikler yaşam alanlarına uygulanmalı…

Yalın ve sade bir anlatımı olan kitap öğrencilerimize 4…9. Sınıflara Milli Eğitimin değerler eğitimi dersinde kaynak kitap olarak kullanılması harika olur. Kitap okumayı seviyorsanız muhakkak sizde kendinizden bir parçaya rastlayacağınız bu kitabı okumalısınız. Teşekkürler teşekkürler kıymetli hocam Prof.Dr.Ertuğrul Yaman kaleminize yüreğinize sağlık…İyiki varsınız…

Dünya Köylüsü 

Ayla Bağ