24 Mart 2021 Çarşamba

YOLLAR

 Yollar, yollar, yollar

Hendek, köstek, eğri, büğrü, 

Doğru yollar.

Çakıl taşlı, çamurlu, dikenli, patika

Asfalt kara yollar...

Ancak yürüdüğünde geride kalan yollar.

Medeniyet, balık misali can çekişiyor

Çukurları su dolu yollarda.

Ey yar, seninle aşmak kolay 

Sarp, dik yokuşlu yolları.

Sensiz karanlıktayım.

Doğru, düz yolda şaşıyorum.

İnandığım yolda yürüyorum.

Eğriydi yollar sana DOĞRU yürüdüm

Doğruydu sözler sana DOĞRU eğildim.

Yollar, yollar, yollar 

Yürüdüğüm bütün yollar 

Beni, sana, DOĞRU yollar 

Dünya Köylüsü 

Ayla Bağ 



21 Mart 2021 Pazar

KADINLARIMIZ GEM VURULMUŞ AT GİBİ

                 Asil bir Tokat hanımefendisi 1946 doğumlu Aysel Diril abla söze  şöyle başladı "çok mutlu bir çocukluğum oldu, sinema, matine ve radyoyla büyüdük. İlk okuldan sonra okuma aşkımı dedem kursağımda koydu. Teyzem vefat edince teyzemin emaneti oğlununa bakmak bize düştü. Biz büyüttük. Dedem aklına koymuş beni teyzemin oğluna verecek. O yüzden beni okuldan aldı. Dedem despot bir adamdı dediğim dedik, astığım kestik bir karaktere sahipti. Kimse önüne duramazdı. Siniri geçince ben karşısına geçer
 -dedeciğim niye böyle yapıyorsun, sinirlenme kızma babaanneme derdim. O’da bana kızar karşısından kovardı. “Okutmadım böyle oldun. Okusaydın ne olurdun bilemiyorum”derdi. Dedeme Tanko Şükrü derlerdi, ütüsüz gezmezdi. Bugünkü değimle (Avm miz ) iş yerimiz vardı. Herşey dedemden sorulurdu. Bir gün Dedem hastalandı yatakta yatıyor. Çok zalim bir adam olduğu için kimse yanına giremiyor. Beni çok seviyordu. Arkadaşımla beraber yanına girdik. Arkadaşım başladı dedeme ağıt yakmaya,
" dedem dedem teneşir hakkın idi,
Ölecek vaktin idi,
Daha çok ağlayacaktım ama
Canımızı çok yaktın idi" dedi. Dedemde nefesini zorla toplayıp kızım sana ne yaptım. Ben yaptıysam bizimkilere zalimlik yaptım dedi. Onu hiç unutmuyorum nurlar içinde yatsınlar. 
              14 yaşımda  nişanlandım, teyzemin oğlu 23 yaşındaydı. Üç yıl nişanlı kaldıktan sonra evlendim. 17 yaşında anne oldum. Bir kız, bir oğlan. 12 yıl aradan sonra tekrar çocuk sahibi oldum. Oğlum ve kızım yeni doğan bebeği kabullenemediler. Üçüncü evladım yalnız kalmasın ona arkadaş olsun diye bir tane daha çocuk doğurdum, ikisini birden büyüttüm. Dört çocuk annesiyim. Onların eğitimi, sağlıklı beslenmesi derken zaman geldi geçti. Hepsini büyüttüm, üniversitede okuttum. Çocuklar büyüyünce ben boşta kaldım. Yıllardır içimde kalan bastırılmış duygular feryat, figan tutamıyorum. Arayışa girdim. Zamanında isteyipte yapamadıklarımı bir bir yoluna koydum. İçimde kalan uhteleri bir bir gerçekleştirdim. 
             Öncelikle işe eğitimden başladım. Kız meslek lisesinin bütün bölümlerini bitirdim. 45 yaşında orta okulu, 50 yaşımda liseyi bitirdim. Üniversite sınavına girdim kazandım. Gazi üniversitesi halkla ilişkiler bölümünü kazandım. Hastalığımdan dolayı gidemedim. Oda eksik kalsın dedim. Çalışmayı çok seviyordum yıllar sonrada olsa hayalimi gerçekleştirdim. Bir gelinlikçi dükkanı açtım, moda evide diyebiliriz yıllarca onu yönettim. Turhalda  kına gecelerinde giyilen bindallıyı ilk ben getirdim bu şehre ve gelin kızlara gelinliğinin yanında bindallıyı hediye ettim. Ve böylece kına gecelerinin vazgeçilmezi haline geldi bindallılar. Unutulan hamam kültürünü yeniden canlandırdık ve şimdi vazgeçilmezlerin arasında. Bir çok ilke imza attık. 
Ayşe  Yoğurtcuoğlu hanımefendi bir İstanbul Hanımefendisi. Karadenize gezi düzenlemişler. Beni tavsiye etmişler. Turhal’da Aysel abla var, o sana yardımcı olur gezi için gerekli olan yolcu sayısını tamamlarsınız demişler. Bende arkadaşlara haber saldım 1,3,5, derken 15 kişi oldu sayımız. Karadeniz turuna katılım çok olunca bize yer kalmadı. Kalabalık gitmişiz, otobüs çok dolu bize kızdılar çok kalabalık geldiniz diye. Bizde çok üzüldük. O gün karar verdik. Bu işi biz yapalım başkasına bağımlı olmayalım dedik. O günden sonra turlarımızı kendimiz düzenledik. 15 yıldır geziyoruz.
               Belediye seçimleri yaklaştı ben kim seçilirse seçilsin Turhal için bir şeyler yapılsın gayreti içindeyim.Turhal için ne yapabilirim diye düşünürken, kalenin aydınlanmasından tutunda, ırmağın kayıklarla değerlendirilmesi, festivaller, yarışmalar ve daha bir çok şey aklımdan geçiyor, dillendiriyorum gittiğim her yerde. Benim sözlerim belediye başkanının kulağına gitmiş beni makamına çağırdı, dinledi sizinle çalışmak istiyorum dedi. Bende siyasi olarak değilde siyaset üstü olarak sizinle çalışırım dedim. Başkanımızla birlikte çok çalıştım.Turhal’da reform yarattık. Unutulan değerlerimizi yeniden gün yüzüne çıkarttık. Geziler düzenledik. Festivaller aklınıza gelen güzellikleri birlikte hayata geçirdik.
                İlk Urfa'ya gezi düzenledik. Kırk kadınla beraber eşler başımızda olmadan tek başımıza geziye gideceğiz. Bazı eşler bize çok kızdı. Siz kadın başınıza ne yapmaya çalışıyorsunuz, herkeside ayartıp yoldan çıkartıyorsunuz, oturun oturduğunuz yere dediler. Ama biz dinlemedik gelmek isteyenlerle yola çıktık. Çok güzel bir gezi oldu. Gelen tüm kadınlar çok memnun kaldı. Onlarda eşlerinden ilk defa ayrı bir yere gitmenin tadını çıkardılar. Üç gün üç gece yemek pişirmeden, çocukların gailesi olmadan, koca derdi düşünmeden felekten bir üç gün çalmanın sevinci ile memnuniyetlerini dile getirip ikincisini talep ettiler. Bu böylece başladı ve 15 yıldır kemikleşti. Gezmediğimiz yer kalmadı. Kışın kaplıca turizmi, yazın denize yazlık yerlere gidiyoruz. Şimdi hedefim balkanları, Azeri ve Türki Cumhuriyetlerini gezmek yani kısacası dünya turu istiyorum inşallah onuda başaracağız. 
              Birgün arkadaşlarla otururken belediyeden anons ettirdim. Dedimki herkes sandıktaki eski kıyafetlerini getirsin. Defile düzenleyeceğim. Halk çok güzel karşılık verdi. Gelen elbiseler 30 yıllık ve 150 yıllık birer hazineydi. Defile düzenlendi herkesin çok hoşuna gitti. Bazı çevrelerden talep geldi. Davet üzerine Defileyi sergilemek üzere oralara gittik. Şehir şehir gezdik. Gittiğimiz gezilerede bu etkinliğimizi taşıdık. Kaldığımız otel sahipleriyle görüşüp biz defile yapmak istiyoruz dedik. Onlarda kabul ettiler ve memnun kaldılar bu etkinlikten. Şimdi Turhal’da gezi dedin mi ilk akla biz geliyoruz. Kadınlarımızın bastırılmış duyguları, ortamını bulduklarında kendilerini ifade etmelerin de bu geziler, kendilerine doğru bir keşif yolculuğununda başlangıcı oldu. Aslında bu geziler bir çok cevherlerin ortaya çıkmasına da sebep oldu. Sesi güzel olan elinde mikrofon yol boyunca bize şarkılar söyledi. Fıkralar anlattılar, tiyatrolar, tam bir eğlence ve rehabilitasyon merkezi gibi çalıştık o dönemde. 
             Annemi 19 yıl önce, eşimi 10 yıl önce kanserden kaybettim. Babamla oturuyorum şimdi. Eşimle iki ayrı uç gibiydik. Ben aşırı sosyalim, eşim namazında niyazında  bir beyefendi idi. O tarafı pek sever merak ederdi. Benden önce giti de  sultan mı ettiler onu oraya bilmiyorum. Bu arada bende kanser hastalığına yakalandım. Çekap yaptırdığımda ortaya çıktı ellerimi açtım Allaha niyazda bulundum "Allahım daha benim yapacak çok işim var, izin verirsen ben bu hastalığı yenerim dedim" şimdi çok şükür iyiyim.  O dönemde kitaplarımı ve ihtiyaclarımı alıp İzmir’deki otelin odasına otağı kurdum. Tarhana ve bizim yöresel yemeğimiz olan batı çok yedim. Bu hastalığa yakalandığımda en büyük şükrün diğer hastaları görünce kendinize bakıp şikayet edecek yüzünüz olmuyor Allaha. O yüzden şükürünüz artıyor. Bende öyle yaptım. Her gün şükrümü arttırdım. İzmir’de tedavi görüyordum çok uzak dedim ve Sivas’ta bir hocayı tavsiye ettiler oraya gittim. Hoca beni görünce hasta kim dedi. Süslü püslü gitmişim, benim normal halim bu. Bende ben dedim bana baktı güldü" bence siz hasta değil hastalığı misafir eden bir ev sahibisiniz "dedi. Tedaviye başladık şimdi iğne oluyorum. Daha işim bitmedi yapacaklarım var. Arkadaşlarımın sayesinde moralimi yüksek tutuyorum hastalığımı aklıma bile getirmiyorum. Paylaşmayı ve yaşamayı çok seviyorum. Annemden babamdan gördüğümü yaptım, yenen yerde bereket olur derdi büyüklerimiz bizde yedirdik içirdik bereketlendik. Sabırlıyımdır, panik yapmam, yaşanacağı varsa yaşanır, kendime telkinlerde bulunurum.
          Keşke dediğim bir şey olmadı. Aklıma koyduğumu zamanı gelince yaptım. Hayatın içinde biz tiyatrocuyuz, herkes rolünü oynuyor, değiştirecek bir şey yok oyun bitene kadar rolümüzü oynamaya devam.
           Hayat bana güçlü olmayı, kaderci olmayı, kanaatkar olmayı öğretti. Kendi yağımla kavruldum. Hiç kimseye minnet etmeyin. Kendi ayaklarınız üzerinde durun. Mesleğinizi alın elinize. Altın bileziklerinizi takın kolunuza. 
 Gelecekten beklentim Allah beni kimseye muhtaç etmesin, çocuklarımın mutluluğunu diliyorum.
 Ahirete olan inancım beni daha adaletli kıldı. Kur-an ne diyorsa ona inanırım. Aşırılıkları sevmiyorum.
              Hayalim en büyük isteğim dünyayı gezmek, tarihi yerleri gezmek ve eski bir evde yaşamak isterdim.
 konuyu şöyle toparlarsak işin özü şu “Bu toprakların kadınlarını gem vurulmuş atlara benzetiyorum. Şaha kalktıkları gün neler olacak neler."
                 Hayatı anında yaşayın yaşayamadıklarınızıda fırsat bulduğunuzda yaşayın. Hiç bir şey için geç kalmış sayılmazsınız. Nefes alıyorsanız fırsatınız var demektir. Aysel ablayla sohpete doyum olmuyor saatin farkında bile değiliz, zaman nasıl geçmiş anlamadık.
               Aysel abla engin bir derya yaşamıyla hal ve hareketleriyle bulunduğu yeri bereketlendiren çoşturan, muzipliği ve hoş görüyü hayatına destur edinen hayata sıkı sıkıya bağlı, insanlarla diyaloğu koparmayan kaliteyi öz de insana olan değerde arayan tam bir anadolu kadını. Bulunduğu mekanda hep bir hallı Turhallıyızın mesajını veren sade asil bir hanımefendi. Gül deyince aklına engin yürekli olduğunun göstergesi "gül bahçem geldi gülistanım geldi"diyor.
               Bulunduğu yeri cennete ceviren ve etrafına ışık saçan bilge bir kadın, vizyonu geniş, asil bir hanımefendi. Evini mini bir müze haline getiren gittiği yerlerden aldığı otantik eserleri evinin salonunda sergileyen evinin bahçesini yaptığı el işleriyle süsleyen ve gelen konuklarını bu güzel cennet bahçesinde ağırlayan bir ev sahibi. Nasihatleriyle gençlere ve çevresine örnek olan bir hanımefendi. Biz onu tanımaktan çok onur duyduk. Çok sevdik. Bize bıraktığı yaşam enerjisiyle yolumuzda yürümeye devam edeceğiz. 
Ruhun şad olsun mekanın cennet olsun. Biz ondan razı olduk Allahta ondan razı olsun. 
             

11 Mart 2021 Perşembe

KADİM ŞEHRİMİZİN KADİM İNSANLARI GAZETECİ SEVAN ÇAMLICA

                 Kadim Şehrimizin Kadim insanları yazı dizisinde bu hafta bu toprakların yetiştirdiği çok kıymetli bir değeri Gazeteci Sevan Çamlıca’yı daha yakından tanıyacağız. Eleştirel bakış açısıyla şehrimizi istanbul’dan takip ederek yakından ilgilenen ve Şehrimizin faydasına gördüğü aksaklıkları Güpür Gazetesinde ve yönettiği “Tokatlıların Yeri Gülistan”sayfasında dile getiren, sayfasında yaptığı projelerle bir kültür hizmeti sunan, belgesel niteliğinde çalışmalara imza atan, Tokat aşığı bir beyefendi. Sevan Çamlıca beyefendi ile ilk tanışmam 2018 yılında Gaziosmanpaşa Lisesinin bahçesinde bu liseden mezun olanların buluşma gününde tanıştım. Yaşayan Kırkkızlar Efsanesi kitabını kendisine hediye ettim. O gün bu gündür sosyal medya üzerinden takip ediyorum. Bu röportajda bir şehrin kültürüne, sosyolojik yapısına dair yaşanmışlıkların izlerine, samimi bir anlatımla yürekten gelen sesi duyabilirsiniz. Gazetecilik mesleğine çocuk yaşta başlayan, alaylı yoldan gelerek muhabirlik yapan, kendisini geliştiren ve 45 yıllık tecrübesiyle bu konunun piri olan, işini aşk ile yapan bir gönül insanı. Hoşgeldiniz diyerek başlıyorum sohbete.

1-Sizi daha yakından tanıya bilir miyiz? Sevan Çamlıca kimdir?

Sevan Çamlıca - Sevan Çamlıca 60’lı yaşlar civarında gezinen, Tokat doğumlu bir Ademoğlu... Rahmetli dedem hayatta iken merakımdan sormuştum soyağacımızın geriye dönük hangi yıllara kadar olduğunu, onun babasını ve dedesini.. Hatırladığı aşağı yukarı 1800’li yıllara denk geliyordu.. Hepside Meydan Mahallesi’nde oturmuşlar.. Baba tarafı ise Yaş Meydan Mahallesi’nde... Sonradan soyağacı uygulaması da çıkınca araştırdım aynen doğru çıktı.. Benim çocukluğumda orada geçti. İlk okul, ortaokul ve Lise 1’e kadar Tokat’daydık. Sonra ablamın evliliği ve bizden uzakta olması gibi nedenlerle babamın hiç istememesine rağmen İstanbul’a geldik.. Liseyi burada bitirdim, Üniversite’ye burada başladım fakat birinci sınıfta ayrıldım. Eve katkı sağlamak için çalıştım ancak aklım fikrim gazetecilikte olduğu için “su akar yatağını bulur” örneği bir fırsatını bulup profesyonel olarak gazeteciliğe muhabirlik yaparak başladım, öyle devam etti.

2- Neden Gazetecilik mesleğini seçtiniz? Paylaşır mısınız?

Sevan Çamlıca - Bu mesleği tesadüfen seçmedim... Çok gerilere gidecek olursak ortaokul sıralarında (Devrim Ortaokulu) belkide çok kitap ve gazete okumanın da etkisiyle belli bir dünya görüşü oluşuyor kafanızda. Buna uygun kitaplar, gazeteler dergiler okuyorsunuz. Gerçi o yıllarda bizim jenerasyon gerçekten çok okurdu. Düşünün tuvalete girdiğimde bile elimde mutlaka gazete veya kitap olurdu.. Alaturka tuvalette nasıl kitap kitap okunur artık orasını sormayın. Öğretmenlerim özellikle kompozisyon dersinde çok başarılı olduğumu söylerlerdi. Belki bunun da verdiği cesaretle ve çok kitap okuyarak sözcük dağarcığınızın genişlemesiyle beraber zamanla bir şeyler karalamaya başlıyorsunuz. Tabii bilgisayar, daktilo vs ne gezer. Teksir kağıdı adını verdiğimiz sarı kağıtlara kurşun kalemle sürekli yazılar yazardım. Küçük hikayeler, şiirler.. Evde geç vakitlere kadar ışık yakarak oturmak mümkün değildi ama buna rağmen pencerenin kenarında, sokak lambasının ışığı ile yazdığımı çok bilirim. Babam bu yazdıklarımı gizlice okurmuş, tabii benim haberim yok. Sonradan öğreniyorum ki benim sabahlara kadar yazdıklarımı toparlayıp arkadaşı ve eski iş ortağı Fethi Günesen Amca’ya götürmüş.. “ Oku bakayım bizim salağana sabahlara kadar bir şeyler yazıp çiziyor. “ diye.. Fethi Amca’da okumş ve düzeltmeler yapmış gazetede basmış..

Babam bir akşam eve geldiğinde koltuğunun altından gazeteleri çıkardı gülümseyerek gösterdi. İnanılır gibi değildi.. İkinci sayfada bana bir köşe ayrılmış ve “Sevan Çamlıca’dan Öyküler” diye iri puntolarla yazıyordu. Ne kadar sevinmiştim inanamazsınız. İlk öykümü o yıllarda Cem Karaca’nın yeni çıkan 45’liği Tamirci Çırağı’ndan esinlenerek yazmıştım. Arkasında başka öyküler derken bu şekilde İstanbul’a gelene kadar, hatta İstanbul’dan da bir süre devam etti.. Sizin anlayacağınız benim gazetecilik mesleğini seçmeme, Fethi Amca’nın Behzat’taki matbaasından içeri girdiğim zaman karar verilmiş. O kokuyu hissetmeniz, dev gibi Heidelberg’in çıkardığı sesler ve mürettiplerin ellerinde kurşun kalıplara harfleri dizmeleri beni adeta büyülemişti.

Her akşam, ertesi günün gazetesini almaya giderdim . İstikhakım olan iki gazeteyi alır sonrada köşe başındaki salepçi Remzi Amca’nın orada salep ve cevizli çörek keyfi yapardım. Sonra ver elini babamın dükkanı. Önce orada çalışan kalfalara okuturdum yazdıklarımı.. Ertesi günde okula götürürdüm. Tokat’ta o zamanlar iki gazete vardı. Tokat Gazetesi ve Sabah Postası. 2 yaprak 4 sayfalık gazelerdi ama etkileri çok büyüktü. Fethi Amca attığı manşetlerle babasının oğlu olsa tanımaz, haberin hakkını verirdi. Vali, belediye başkanı veya üst düzey bir bürokrat.. Eğer haklı değilse çekeceği vardı... Tabii benim köşe yazdığım zamanlarda ise rahmetli Avukat Osman Özsoy Amca, Halis Cinlioğlu hocam, arada da Ömer Kuntay ve Mesrur Gürgenç Amca da yazıyordu. Onlarla aynı gazetede yazmak müthiş bir şeydi. Bu arada Fethi Amca Ulusal bayramlarımız ve 10 Kasım’larde birinci sayfayı tamamen bana ayırıyordu. O gazeteleri hala saklıyorum. Benim için gurur kaynağıdır. Tabii zamanla Fethi Amca’nın yazı yazma tekniği ile ilgili verdiği bilgiler, Osman Özsoy Amcamın yazı konularını seçerken verdiği tavsiyelerle giderek farklı konularda da yazmaya başladım. Düşünün bunları yazarken aynı zamanda öğrenciyim. Bunları bugün yapmam mümkün değil.. Hatta bir defasında Fethi Amca babama, “Şu oğluna bir şey söyle bu gidişle içeri attıracak beni diyerek” takılırdı. Buna rağmen yazılarım hiç birisinde sansür uygulamadı. Mekanı cennet olsun.

“Karar vermek “dediğiniz için biraz uzattım. Karar o zaman verilmişti. Kaldı ki İstanbul’daki lise yıllarında da birkaç röportaj yapmıştım. Tabii benim gazeteci olmam için gerekli zemini hazırlayan babam sonraki zamanlarda benim bu kararlı halimi görünce bu sefer “Bu gazeteci olacak para kazanamaz, kazandığıyla da geçinemez” diye karalar bağlamaya başladı. Beni hatırlı bir dostunun aracılığı ile bir kuyumcu ustasının yanına vermişti. Aslında buralar çok uzun ama kısa geçiyorum. Orada da mesleği öğrendik ama gazetecilik aklımdan hiç çıkmadığı için bir taraftanda akşamları elimdeki eski model bir fotoğraf makinesiyle işe çıkıyor, haber yakalarsam bunları parça başı veriyordum. Ve nihayet Sabah Gazetesi’nin ilk açıldığı yıl Can Ataklı’nın da tavsiyesiyle Sabah’ta profesyonel olarak gazeteciliğe başladım. 1 yılı aşkın çalıştıktan sonra Milliyet’e geçtim ve öyle devam etti.

3- İnsanın anavatanı çocukluğudur. Çocukluğunuza dair unutamadığınız bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

Sevan Çamlıca - Kuşkusuz öyle çocukluğumuz Tokat’ta dolu dolu geçti. Orta halli bir aileydik, babam iyi bir terziydi ancak o yıllarda terzilerin büyük paralar kazanması mümkün değildi. Buna rağmen babamız bizi hiç kimseye muhtaç etmeden, büyüttü yetiştirdi. Zaten o yıllarda Tokatlı ailelerin çocuklarını yetiştirme yöntemleri hemen hemen aynıydı. Çevreye, büyüklerine saygılı olmak ve arkadaşlarınla iyi geçinmek çok önemliydi. Hiç tanımamış bile olsanız, haklı da olsanız bir büyüğünüze karşılık vermeniz mümkün değildi. Bu size küçük yaşlardan itibaren öğretilirdi. Bu konuda babama anneme pek fazla zorluk çıkarmadım.. Anı meselesine gelince o kadar çok var ki.. Aslında Anılarla dolu Tokat yıllarını bir kitapta topladım. Ayrıca 5- yıldır çalışmaları devam eden bir Tokat belgeseli projem var. Onun bitmesini beklerken kitapta gecikti ama ikisini bir inşallah bu yıl içinde çıkartabilirim diye düşünüyorum.. Özellikle arada paylaştığım yazılardan dolayı kitap çok bekleniyor. Tokatlı olmayanlar bile şimdiden sürekli soruyorlar.

Anıya gelince... Beni çok fazla etkileyen bir anımı hatırlatayım. 1975 yılı İstanbul’a geleceğiz.. Eşyalarımız bir gün önceden kamyona yüklendi yola çıktı, bizde ertesi gün Topçam Turizm’in akşam otobüsüyle yola çıkacağız. Saatimiz geldiğinde Heykelin arkasındaki garaja gittiğimizde birde ne görelim. Neredeyse bütün bir mahalle, babamın, annemin arkadaşları, dükkan komşuları bizi uğurlamaya gelmişler. Herkesin elinde mendil bir taraftan vedalaşma faslı ama ağlamayan yok. Annem, teyzem, nenem öyle bir ağlıyor ki görenler kötü bir haber aldılar sanır. Babam zaten anında ağlamaya teşne. Ben derseniz şaşkın, heyecanlı ama bir taraftan da arkadaşlarımdan ayrılacağım için kötü vaziyetteyim..

 

Bir gün önceden vedalaştık hatta birbirimize hediyeler bile vermiştik. (hiç unutmam arkadaşlarıma dedemin körüklü piyanosunun metal armalarını sökmüş hatıra diye vermiştim) Onlar da dayanamamış beni bir kez daha görmeye gelmişlerdi.. Topçam’ın önü ana baba günüydü. Sizin anlayacağınız duygular şelale. Sonunda hiç unutmam Güneri Ağabey’in sesi ve “İstanbul yolcusu kalmasın” anonsu ile son kez sarıldı herkes ve otobüse bindik. O ana kadar kendimi tutmuşum demek ki.. Tokat’ta ayrılırken bu kez ağlama sırası bana gelmişti.. Hem de öyle böyle değil.. Sonrada dalıp gitmişim. Gözlerimi açtığımda Sungurlu’da yemek molası verilmişti. Bunu hiç unutamam, bütün detaylarıyla aklımdadır..

4- Sosyal medyada “Tokatlıların yeri Gülistan” sayfasını yönetiyorsunuz ve burada bir çok etkinliğe imza atıyorsunuz. Bize biraz bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Sevan Çamlıca - Tokatlıların Yeri Gülistan çok farklı bir platform. Facebook’da milyonlarca grup vardır ancak hepsinin kuruluş amacı, hitap ettiği yaş grubu, meslek vs ayrı. Bu grubu kurarken kuşkusuz gazetecilikteki 40’yıla yakın edindiğim deneyimlerin çok faydasını gördüm. Farklı olması istedim. Bu farkı ilk yıllarda doğum günlerini 2-3 dakikalık videolarla kutlayarak gösterdik.. Hemşehrilerime özel yapılan bu videoları çok sevildi.. Üye sayıları arttıkça bu sefer özel günleri farklı sunumlarla vermeye başladık. Vefat ilanları çok önemliydi. Tokat ve farklı şehirlerde olan hemşehrilerimiz acı haberi bizim sayfalarımızda duyurdu. Mesela ben çok hatırlarım gecenin bir yarısında yakını ölen birisinin beni arayıp taziye duyurusunu yazdırdığını. Ölümlere üzülüyordum ama bu ilgi ve güvenilirlik de mutlu ediyordu.

Sonra Güppür adlı, günlük gazetelerin küpürlerinden dizayn ettiğimiz gazeteyi çıkardık. Kesintisiz olarak 2500 sayı yayınladık ve devam ediyoruz.. Bu sembolik gazeteyi gerçek zannederek çalışmak istediklerini söyleyen arkadaşlar oldu. Bazı hemşehrilerimde bayilerde aramışlardı.

Yine mazisi 7 yıla dayanan yeni yıl takvimleri... Kişiye özel olarak hazırladığımız takvimleri grup üyelerinin dışında isteyen herkese gönderdik. Takvimler adeta Gülistan klasiği haline geldi. Her yeni uygulamamız kısa zamanda benimsendi.. Sonra Tokat’tan haberler vermeye başladık. Eminim hiçbir gazetenin bu kadar çok gönüllü muhabiri yoktur. Eksik olmasınlar hemşehrilerimiz, Tokatla ilgili duyarlılığımızı bildikleri için gördükleri her olumsuzluğu görüntüleyerek bize yazdılar, fotoğraflayıp gönderdiler.. Tabii yine burada Gazeteciliğin gerektirdiği kuralları devreye girdi. Araştırmadan, fotoğrafsız ve emin olamadığımız hiçbir haberi yayınlamadık. Yayınladıklarımızın da büyük çoğunluğu aradan zaman geçtikten sonra düzeltildi.

Bu da Tokatlı hemşehrilerimin ve grubumuzun ısrarı, ve fikri takibi sayesinde oldu. Toplumun yararına olmayan ne varsa üzerine cesaretle gittik ve gidiyoruz. Tokat gibi yeşili, havası ve suyu ile ünlü bir kentin son 20 – 25 yılda nasıl bir beton yığınına geldiğini sizlerde biliyorsunuz. Bu konuda gelen her haberi değerlendirip gerekli uyarılarımızı yaptık. Kaçak inşaatlar, imarsız yapılar ve aklınıza ne gelirse. Sizin anlayacağınız uzun yıllar yapılamayanı bir sosyal medya platformunda yaptık.

Aslına bakarsanız normalde bütün saydıklarımı yazılı ve görsel medyanın yapması, toplumu bilgilendirmesi gerekiyordu. Fakat Tokat’ta bu konuda inanılmaz bir boşluk var. Neyse devam edeyim. Grubumuzda zaman zaman bize başvurulan ve yardım gerektiren konulara da duyarsız kalmadık, kalamazdık.. Bununla ilgili duyarlılıklarını ve katkılarını ve bize duydukları güveni esirgemeyen değerli Tokatlı hemşehrilerime gönülden teşekkür

 

ediyorum. Bunların neler olduğunu söylememe gerek yok.. Grubumuzu takip eden ve etmeyen herkes biliyor.

Bütün bu saydıklarımı gerçekleştirmek, takip etmek, gündemden düşmemek aşağı yukarı günde 15 saatinizi alıyor. Tıpkı bir gazeteci titizliğinde çalışıyorsunuz. Sadece arada kağıt, mürekkep yok, onun yerine internet ve başında olduğunuz platform.. Bu tabii beraberinde büyük sorumluluk gerektiriyor. Düşünün ortada bir haber var ve insanlar bunun doğru olup olmadığını öğrenmek için önce sizin platformonuza bakıyorlar. Eğer orada yoksa telefon açıp soruyorlar. Bu size duyulan güvenin sonucudur. Biliyorlar ki Gülistan’da yazılı ise o haber doğrudur. Aynı dünya görüşüne sahip olun veya olmayın hiç farketmiyor. Yeter ki güven olsun.. Aleyhimize bile olsa doğruları söylemekten hiçbir zaman imtina etmedik. Tabii bu durum işinize daha çok sarılmanızı ve daha çok titizlik gerektiriyor. Hatta bu konuda eşim sık sık takılır, “sen gazeteyken bu kadar çok çalışmıyordun” diye

TOKAT’TAN İNSAN MANZARALARI

Burada isterseniz bir ara başlık yaparak size bu projeden bahsetmek istiyorum. Tokat’tan İnsan Manzaraları belgesel projesi araştırmalarıma göre bu formatta bir ilk.. 1900’lü yıllardan 1980’li yıllara kadar Tokat’ yaşayan, Tokat’ın yerlisi olan ailelerin görselleri ile hazırlanıyor. Tabii sadece görseller değil aynı zamanda Tokat’la ilgili gerekli bilgiler var. Bugüne kadar proje için 50 bini aşkın fotoğraf gönderildi. Bu çok önemli bir rakamdır. Tabii bu fotoğraflar profesyonel olarak taramadan geçirilerek sahiplerine geri gönderildi. Dijital olacağı için dünya varoldukça silinmesi mümkün olmayan dev bir kaynak. Bizden sonraki kuşaklara, dedelerinin nenelerinin yaşam biçimlerinden tutunda giyim kuşamlarını, yediğini içtiğini, alışkanlılarını görsel bir şov olarak hazırlayıp bırakacağız. Zor ve sabır gerektiren bir proje ancak tamamına yakın bir kısmını ben hazırldığım için biraz fazla yorulmanın dışında sorun yok. Bu arada şunu da belirteyim. Bu projeyle ilgili açıklamayı deklare ettiğim ilk gün olduğu gibi, hiçbir aşamasında ticari olmayan bir çalışmadır. Ailemiz (Çamlıca) adına Tokatlı hemşehrilerimize sunduğumuz bir hatıradır, kültür hizmetidir. Bunu özellikle vurgulamamın tek nedeni, olası spekülatif tahminlere prim vermemektir.

5- Gazetecilik mesleğinin zor yanları nedir? Dijital medyanın avantajları nelerdir. Bize hiç unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Sevan Çamlıca - Öncelikle adını koyalım gazetecilik gerçekten zor ve özveri gerektiren bir meslektir... Severek yapılan ender mesleklerden birisidir. Muhabirlikten gelen bir gazeteciyim, yıllarca gece muhabirliği yaptım. Gazeteciliğin spor dışında her bölümünde görev aldım... Gazetecinin gecesi gündüzü yoktur. Tabii bu durumun yarattığı stres, baskı işin bir başka boyutu... Bu yüzden bir çok arkadışımızı genç yaşta kaybettik.. Bütün bunlara her işyerinde yaşanan hadiseleri de eklerseniz dışardan bakıldığı zaman kimsenin heves edeceği bir iş gibi görünmez. Ne var ki gazeteciliğe çekirdekten başlamış, zorluklarını, sevincini, başarının verdiği hazzı içselleştirmişseniz gözünüze hiçbir şeyi görünmez. Ses getirecek bir haberi başarıyla tamamlayıp yazı işlerine teslim etmeniz ve o heyecanla baskıdan çıkan provaları incelemeniz size bütün yorgunluğunuzu unutturur.

40 yıla yaklaşan meslek hayatımda kuşkusuz o kadar çok anı var ki... Sadece özetleyeyim isterseniz.. Gece dolaşmalarından birinde mola verdiğimiz Taksim’de ekmek arası döner yerken tinerci bir çocuğun falçatalı saldırısına uğramıştım. Aslında yaptığım bir şey yoktu fakat bağımlı olanlar ellerinde fotoğraf makinesi olan kim olursa saldırıyorlardı. Saldırıyı

 

atlattık ama çocuk bir türlü gitmiyordu. Dönerciye bir yarım ekmek daha yaptırıp vermek istedim önce almak istemedi sonra çekinerek aldı. Aradan yıllar geçtikten sonra bu çocuğu Darülaceze’nin yaptığı bir etkinlikte gördüm ..Daha doğrusu o beni tanıdı yanıma geldi. Son derece mahcup, sıkılarak, benden özür diledi. O akşam yaptığına çok pişman olmuş ve kendi isteğiyle tedavi olmaya gitmiş ve birkaç yıldır buradaymış... Epeyi muhabbet ettim “ haber yapayım seni” dedim, güldü, “Aman abi gözünü seveyim yapma” dedi. Hiç unutamam

Mesela Nişantaşındaki konservatuvar baskını çok ilginçtir. Bakımsızlıktan harabe

haline gelen okulun bu durumunu haber yapmak için kaçak olarak girmiş ve yakalanmıştım. İlginç macera dolu bir çalışmaydı.. Uyuşturucu kaçakcısı Turan Çevik’i yakalamıştık bir bir uygulama sırasında. Polislere bağırıp çağırırken flaşların patladığını görünce kaçıp gitmişti. Tabii ertesi gün birinci sayfadaydı, prim almıştım. Naim Süleymanlıoğlu ile Türkiye’deki ilk sevgilisini Ankara’da görüntülemiştim. Bu haberden sonra Türkiye’ye büyük umutlarla getirilen Naim’in form düşüklüğü daha iyi anlaşılmıştı. Macera dolu bir geceydi...TRT yapımcılarını gece kubünde yeni şarkıcılarla birlikte yakaladım mesela.. Rahmi Turan müdürüm gözünün yaşına bakmadan manşetten çaktı “TRT yapımcıları şöhret meraklısı genç kızları böyle kandırıyor” diye ve adamlar işinden oldular. Fakat ilginçtir ondan sonra en iyi arkadaşım onlar olmuştu bana, “ Oğlum iyi ki bizi yakaladın TRT’de açlıktan nefesimiz kokuyordu şimdi paraya para demiyoruz “ demişlerdi. O zamanlar özel televizyonlar yeni çıkmıştı ve TRT’deki yapımcıları yüksek aylıklarla transfer ediyorlardı. Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan’la bir basın toplantısındaki tartışmamız haber olmadı ama hala konuşulur..Tabii bunların yanı sıra dönemin zirvedeki isimleri ile (müzik ağırlıklı) binlerce özel röportaj. O yıllarda en rahat çalışılabilen açık mekan Yıldız Parkı idi.. Harika bir yerdir, oraya götürmediğim sanatçı kalmamıştı.. Yine bayramlarda Darülaceze ziyaretleri. Yurt içi ve yurt dışı etkinlikler (3 kez) Tabii hepsinin ayrı bir hikayesi var desem yeridir.. Yüksek bir tempoda çalışıyorduk deyim yerindeyse.. Can dayanmıyor ama meslek aşkınız ve tabii gençliğiniz bunların üstesinden geliyor. Şimdi şartlar çok daha kolaylaştı ancak bilinen zorlukları hala var. Bunları bildiğim halde bana meslek tercihi yapmam sorulursa yine Gazeteci olurum diye cevap verirdim,

DİJİTAL GAZETECİLİK

Dijital Gazetecilik şimdi herkesin yapabilceği bir iş haline geldi. Cebinizde paranız varsa bir paket medya programı satın alırsınız, bir iki ajansa abone olursunuz yeterli.. Eğer becerebiliyorsanız haberleri kendiniz koyabilirsiniz yoksa boş vakti çok olan bir genç bunu pekala yapar. Bunun adına dijital gazetecilik diyorlarsa da bana göre değil. Eğer bu programa kendinizden bir şey katabiliyorsanız, oturup gündemi yorumlayabiliyor haber önceliklerini iyi yapıyorsanız, satın aldığınız paket dışında görsel anlamda bir şeyler katabiliyorsanız , gazetecilik sayılabilir. Tam anlamıyla değil tabii. Dijital gazetecilikte çok ciddi ve sıkı işler yapan platformlar var. Doğru haber veriyorlar, günlük gazetelere haber atlatıyorlar ve referans olarak gösteriliyorlar. Günlük gazetelerin internet sitelerinden çok daha efektif çalışıyorlar.. Tabii böyle olunca da bol reklam alıyorlar, maaş verip, vergi ödüyorlar. Topluma kattıkları ise yazılı medyadan çok daha fazla.

BİZİM YAPTIĞIMIZ

Bizim yaptığımız büyük bir sosyal platformunu kullanarak (Facebook) gazetecilik yapmak. Haberlere bakış açısından tutunda, sunuşuna kadar ruhunda gerçek gazetecilik var. Gelen haberleri değerlendirme, teyit etttirme, köşe yazılarının dışında mutlaka fotoğraf


paylaşmak, başlık ve alt başlık, gerekirse spot kullanmak. Şartlar elverdiğince haberleri göze hoş görünen bir görsellik içinde sunmak. Bunlar tabii Facebook’un teknik olarak izin verdiği kadar yapılabiliyor. Bağımsız bir internet sitesinde çok daha yapabilirsiniz ancak o zamanda Facebook’un ulaştığı kitle sayısını yakalamanız mümkün olmaz. Bizim yaptığımız budur. Tabii ilk zamanlar “Eski köye yeni adet” diyerek dudak kıvıranlar oldu ama zaman akıp geçiyor. Ayak uydurazsanız silinir gidersiniz. Eğer bu mesleğe gönül vermişseniz, topluma yararlı işler yapacaksınız. Günümüzün teknolojisi ile gerçek gazeteciliği harmanladığınız zaman güzel şeyler çıkıyor.

Tabii Gülistan’ın başarı olmasının birinci nedeni Tokatlı hemşehrilerimle kurduğum sıcak diyalogdur ve samimiyettir. Hemşehrilerim yapılan işlerin sıradan olymadığını ve ciddi bir emek harcanarak yapıldığını çok iyi biliyorlar. Bunun için güveniyorlar ve yaşadıkları bir sorunla ilgili bizi arıyorlar. Bunu kolay kolay yakalayamazsınız. Bu nedenle hepsine çok teşekkür ediyorum. Bunun yanı sıra ki bu da önemli- benim bilgisayar teknolojisi ile çok erken tanışmam. Yaklaşım 30 sene. Sabahta ilk başladığım yıllarda basında ilk kez bilgisayar kullanılmaya başlandı. Öyle devam etti. 30 sene önce ilk kişisel bilgisayarımı aldım ve o gün bugün hayatımdan hiç çıkmadı. Çok sayıda fotoğraf ve grafik programı kullanmamın da çok yararını gördüm.İlk başladığımız zamanlar bazıları, “Canım İstanbul nere Tokat nerede nereden bilecek, yazacak “ diye konuşanlar oldu mesela. Güldük geçtik.. Ancak zaman geçtikçe gördüler ki kendilerinin burnunu dibinde olan bitenden haberleri yok. Gülistan’ta ise detayları var. Sırf düzenleri bozulmasın diye iletişimsizliği savunanlar bunun geçer akçe olmadığını geçte olsa anladılar. Yapılanları değersizleştirmek, küçümsemek gibi umarsız çareler aradılar, bu da olmadı. Halbuki bunu yapacakları yerde ellerindeki imkanları doğru kullansalar sorun hallolurdu. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim isim ve kurum belirtmeden. Bizim İstanbul’dan farkederek veya gönderilen bilgilerden yola çıkarak, bir çok konuyu yazmadan direk olarak sorumlularla paylaşmış ve sorunun düzelmesini sağlamışızdır. Hatta bunun için teşekkür bile etmişlerdir. Ancak ülkemizin bir çok yerinde olduğu gibi şehrimizde de sürekli övülmek, pohpohlanmak gibi tedavisi mümkün olmayan bir hastalık var. İsteniyor ki, hiçbir olumsuzluk dile getirilmesin, eleştiri yapılmasın ve sorunlar halı altına süpürülsün.. Kusura bakmayın böyle bir gazetecilikte yok, böyle bir habercilikte.. . Eğer gerçek bir gazeteciyseniz, toplumu her konuda bilgilendireceksiz.. Olayları (ucu kime dokunursa dokunsun) eksiksiz olarak verip topluma olan görevinizi yerine getireceksiniz. Bunu dışında yapılan ne ise bilemem ama kesinlikle gazetecilik değildir.

6- 60 yıllık hayat size ne öğretti. Hayatın anlamı sizce nedir?

Sevan Çamlıca - Hatasız kul olmaz.. Kuşkusuz benimde hatalarım olmuştur herkes gibi. Önemli olan bu hataları en aza indirmek. “Hayatın Anlamı” derken 60 yıllık hayatın tamamını kastediyorsanız bu çok uzun olur.. Gazetecilikle olanını ise “başarılı olmak” diye özetleyebilirim. Çünkü yaptığınız işte başarılı olduğunuz zaman bir çok meseleyi birden çözüyorsunuz. Mesleğinizi eksiksiz yapıyorsunuz.. Topluma yararlı bir birey olmanın hazzını yaşıyorsunuz. Bir kurumda veya işyerinde çalışıyorsanız oraya karşı sorumluluklarınızı yerine getirmiş oluyorsunuz.. İyi bir aile reisi iseniz eşinize ve çocuklarınıza karşı sorumluluklarını yerine getiriyorsunz. Bence bunlar yeterli. Gazetecilik mesleğinde bu saydıklarımın hepsi size altın bir tepside sunulmuş. Gerisi size kalıyor.

7- Salgın süreci sizi nasıl etkiledi. İnsanlık nereye gidiyor. ? Sosyolojik anlamda toplumun yapısı bu süreçten nasıl etkilendi. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?

Sevan Çamlıca - Salgın süreci herkes gibi benide etkilemiştir. Ancak salgından öncede bu yoğun tempo nedeniyle sürekli olarak evimde, ofisimde çalışıyordum. Değişen bir şey olmadı yani. Sabah 10 kalkış, kahvaltı, hafif spor, sonra çalışma odasına giriyorum ve yemek vaktine kadar oradayım. Çok yoğun bir telefon trafiği var Pazar günlerinin dışında. Bu trafik genellike İstanbul - Tokat arasında. .. Bu arada bazı akşamlar bizim ufaklığı hanımla dönüşümlü olarak dışarı çıkarmamız gerekiyor, bazende alışveriş... Tabii hergün sokakta olan, işe gitmek zorunda olan pandemiden çok etkilendi. Bir tarafta çalışmak zorundasınız, diğer taraftan kendinizi korumanız gerekiyor.. Çok zor bu. Olumsuz olarak etkilenen çevremde çok insan var fakat yapılacak bir şey yok. Sadece bizi değil bütün dünyayı alt üst etti. Evden dışarı çıkamayanların evde mutlaka kısa yürüyüşler yapmalarını öneririm. Hareketsizlik çok kötü. Ne diyeyim Allah hepimizin yardımcısı olsun.

8- Hayatınızda unutamadığınız keşke dediğiniz bir olay varmı? Gençlerimize hayatlarında başarılı olmaları ve mutlu olmaları için hangi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?

Sevan Çamlıca - Doğrusunu söylemek gerekirse “keşke” diyebileceğim bir olay yok. Olsa bile demek ki 60 yıllık yaşamımda iz bırakacak kadar etkisi olmamış. Bir ara keşke biraz daha dişimi sıkıp Üniversiteyi bitirseydim diye düşünüyordum ama sonradan bunun o kadar önemli olmadığını anladım. Hayata daha erken atıldım. Aktif gazeteciliği biraktıktan sonra bir ara iki müzik şirketinin medya direktörlüğünü yapmıştım. O sırada basın yayından gelen öğrencilere halkla ilişkiler konusunda verdiğim bilgilerden sonra okulda yetersiz eğitim gördüklerini düşündüm. Okulda öğretilenlerle pratikteki uygulamalar arasında dağlar kadar fark vardı. Her ne kadar bu beni biraz teselli etse bile, yine de ben gençlere mutlaka yüksek öğrenim görmelerini tavsiye ederim. Hayata erken atılmam belki benim için iyi oldu ama herkes için aynı şey olmayabilir. Genç arkadaşlara tavsiyem öncelikle sağlıklarına dikkat etsinler, spor yapsın ve kesinlikle sigara içmesinler. İçinde bulundukları yaşın değerini bilsinler –ki- artık geriye dönüş yok.. Dolu dolu yaşasınlar ve mutlaka sevsinler. Sevmek bir çok konuda insanın kendisini iyi hissetmesini sağlıyor.. Çok etkili.

9- Bir Tokat sevdalısı olarak, Tarih, kültür ve tarım şehri Tokatı bize nasıl özetlersiniz ? Tokatın tanıtımı için neler yapılmalı?

Sevan Çamlıca - Tokat sevdalısı çok güzel bir deyim ama çok fazla kullanıldığı zaman sanki önemini yitiriyormuş gibi geliyor. Tabii ki benim ve atalarımın doğduğu toprakları çok seviyorum... Bunu tarif etmem mümkün değil.. Bu sevgi sanıyorum bana babamdan geçti. Mesela babam için tam bir Tokat sevdalısı diyebiliriz. İstanbul’a isteyerek gelmedi. Hani bir laf vardır, “Ayakları geri geri gidiyor” diye.. Aynen öyleydi. Tokat’tan ayrı kalmak çok üzdü babamı. Ne var ki ablam evlenmiş ve İstanbul’a gelmişti. Annem kızını çok özlüyordu. İstanbul’u en çok o istedi diyebilirim. Tabii torun sevgisi de ağır basınca kaçınılmaz oldu. Ben o kadar ısrarcı olmadım ama yeni bir şehir yeni bir hayat o yaşlarda cazipte gelmedi değil. Zaten birkaç sene sonra üniversite için İstanbul’a gelmek zorunda kalacaktım. Babamın tek teşellisi Tokat’tan İstanbul’a gelen arkadaşları, yetiştirdiği ustaların onu ziyaret etmeleriydi.. O gün evimizde bayram havası eserdi adeta. Babamın keyfi yerine gelir arada bir çaldığı udunu çıkartırdı. Hele hele Tokat’tan gelen çökeliğin sündürme yapmak için birkaç gün bayatlamasını iple çeker ve mutlaka kendisi yapardı. Güzel günlerdi.. “bu öyküye kitabımda yer verdim sosyal medyada da paylaşmıştım, belki hatırlarsınız “Neden Geldik İstanbul’a”

   

DEĞİŞEN TOKAT VE TANITIM..

Tokat son 20 – 25 yılda inanılmaz bir şekilde değişti. 18’nci madde garabeti ile başlıyan kıyım yıllarca sürdü. Bağlar bahçeler çeşitli nedenler el değiştirdi. Alanlar dönemin yönetimlerinin çarpık imar politikasının da yol vermesiyle çok katlı beton binaları tercih ettiler. Bağlarıyla ünlü Tokat’ta bağ kalmadı desek yeridir. Merkezde de aynı anlayış sürdü. Klasik bir söylem ama “Eski Tokat yok artık..” Ben bu konuyla ilgili defalarca yazdım. Bu yazıların hemen hepsinde vurguladığım şu idi. Tabii ki eski Tokat olduğu gibi kalmayacaktı. Nüfusun artması, teknolojinin gelişmesi ile birlikte değişim kaçınılmazdı. Ne var ki değişimi ayakları yere basan, eski ile yeni arasında muaazzam bir denge kurabilen bir şehircilik anlayışı ile yapmak gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi bu çarpık yapılaşmada tarihi eserler bile göz ardı edildi. Bu süreç içinde yönetime gelen bütün belediyeler bunun sorumlusudur. Bugün Taş Köprüden Tokat’a doğru bakın Tokat Kalesi’ni bütün görkemiyle göremezsiniz. Çünkü neredeyse üçte birini kapatan, estetikten yoksun ucube binalar yapılmıştır.. Merkezde de şehrin dokusunu örseleyen birkaç tane bina var ki şehircilikten anlamayan sıradan bir vatandaşı bile isyan ettiriyor. Kim izin vermiş, nasıl vermiş akıl alacak gibi değil. Düşünün Tokat bütün bunlara rağmen bile bazı özelliklerini inatla, ısrarla koruyor. Bu konuyla ilgili söyleyeceklerim çok ancak saatlerce konuşsak bile bitiremeyiz..

TANITIM

Tokat’ın tanıtımı ile ilgili de grubumuzda yine yüzlerce yazı var. Bu şehri yönetenler o yazılarndan, önerilerden ve yapılan yorumlardan yararlanmalıydı. İş insanından, politikacısından, akademisyenin hepsinin ortak fikri bu. Ne var ki Tokat için çok önemli projelerde bile kararlar birkaç kişiden çıktı. Sonuç hüsran. Meydan projesi layıki ile yapılsaydı, Tokat’ın, çevre ilçe hatta illerinin bile ekonomisini canlandıracak büyük bir projeydi. Fakat bu yapılamadı. Bu haliyle 60 – 70 hatta 80’li yıllardaki canlılığına ulaşması bile mümkün değil. Düşünün yola Taşhan – Meydan Camii ve Gök Medrese gibi son derece önemli üç tarihi yapıyı birbirine kavuşturmak mottosuyla yola çıkıyorsunuz ama aradaki ucube beton yapıya dokunamıyorsunuz... Dolayısıyla üzülerek söylemeliyim meydan Projesi güdük kalmış bir projedir. Zaten yetkililerde bunun böyle olduğunu kabul ediyorlar.

Kanal Tokat’ta cazibe merkezi olacak sloganı ile yapıldı büyük paralar harcandı sonuç maalesef yine hüsran. Oysa Yeşilırmağı kendi doğası içinde düzenlemek ve o dokuya uygun rekreasyon alanları yaratmak çok daha iyi olacak, bu skadar büyük paralar harcanmayacaktı. Tokat’a döviz bırakacak ve tatil tercihini Tokat’tan yana kullanacak yabancı turist doğallık istiyor, sadeliği tercih ediyor... Betondan, gökdelenlerden bıkmış bu insanlar. Biz ise ne yapıyoruz ırmakların içini betonla doldurup yapay kanallar yapıyoruz, üzerinde gondol gezdirip, gözlerimiz yollarda turistin gelmesini bekliyoruz..

Kimse gelmez Ayla hanım ve kaç yıl oldu, gelmiyor da. Her yıl gelen yerli yabancı turist sayısını resmi makamlardan alıyorum. Kaldı ki yerlilerin büyük çoğunluğu da turist değil.. Günü birlik Tokat’tan geçen, akrabalarını görmeye gelen veya birkaç saat Tokat’ta kalana turist demek mümkün değil. Turist, konaklayacak, alışveriş yapacak gezecek.. Tokat ancak bu şekilde turizm pastasından payına düşeni alır, esnafın yüzü güler ve şehrimiz giderek tanınır hale gelir.

Kaç yıldır izliyorum mesela. Yetkililer ve bu şehri yönetenler her sene toplanır ve turizmi masaya yatırırlar ancak o masadan bir türlü kalkamaz Tokat’ın turizmi. Kimse kusura bakmasın ama bunun adı kibarca yönetememektir. Zaman zaman hemen burnumuzun dibindeki Amasya örneğini veririm. Gerçekten Amasya örnek alınması gereken bir kent. Şehrin yönetiminde süreklilik var. Yöneticiler değişse bile tıkır tıkır işleyen ve oturmuş bir turizm politikası var. Bu nedenle Amasya, ülkemizde ve dünyada tanınır bilinir oldu. Bizde ise Tokat merkezde içinde oturup yemek yiyebileceğiniz bir restoran bulamazsınız... Bunu söylerken iç ve dış turizme hitap eden bir restoran olmadığını da özellikle belirteyim. Yoksa tabii ki çok sayıda lokanta vardır. Bunun gibi bizden uzakta olmasına rağmen Eskişehir.. Dünya kenti oldu.. Halbuki doğası, tarihi ve geçmişi itibariyle Tokat Eskişehir’den çok daha ileridedir...

Tanıtım konusunu günübirlik, palyatif çözümlerle halletmek mümkün değil. Yılların ihmal edilmişliği var Tokat’ta.. Öncelikle turizmi Tokat’ın öncelikleri arasınna alacak cesur, liyakatli öngörülü yöneticilere ihtiyaç var ... Sigara fabrikasının özelleştirilmesinden ve kapatılmasından sonra ciddi anlamda hiçbir yatırım yapılmayan şehirlerden birisi Tokat. Bu göz önüne alındığında geriye sadece turizm kalıyor... İnsanların sizi tercih etmeleri için öncelikle tanımaları gerekiyor. Kentinizi tanıtamıyorsanız şansınız büyük ölçüde azalıyor.

Gazetecilik yıllarımda çok sayıda festivale katıldım. Bir çoğununda mutfağında katkı sağladım. İnanın o festival öncesinde ve kutlamalarda şehrin veya ilçenin belediye başkanları olağanüstü çabalar gösterirlerdi.. Bir kaç ay önceden özel davetler yaparlar, üşenmezler bizzat gazeteleri gezerler ve tanıtımlarının eksiksiz olması için olağan üstü çaba gösterirlerdi. Böylelikle 3-4 gün sürecek festivalle ilgili haberler günlük gazetelerde mutlaka yer alırdı. Bu çok önemliydi çünkü o zaman özel televizyonlar henüz çıkmamıştı. İnternet zaten yoktu.. Gazete haberleri ve tabii TRT televizyonunda yer almak çok önemliydi..

Şimdi böyle mi.. Bırakın gazeteleri, aklı başında bir tanıtımı sosyal medyada bile yapabilir ve sonucunu alırsınız. Bir örnek vereyim size. Zaman zaman grubumuzda turizm ağırlıklı, yiyecek içecek sektörü ile ilgili bizim düzenlediğimiz duyurular yapıyoruz. Lokal bir grup olmamıza rağmen böyle bir paylaşıma bile inanılmaz dönüşler oluyor. Sosyal medya bu açıdan da çok önemli.

Tokat’ın tanıtımı için son olarak şunu söyleyebilirim. Pandemiden önce Tokat’ta bir Festival için start verilmişti ve Eylül 2020 de yapılması düşünülüyordu. Sayın valiye yaklaşık 10 sayfayı bulan bulan önerilerle ve yapılması gerekenler ilgili bir rapor gönderdim.. Tabii ki böyle bir şey benden istenmedi ancak bu konularla ilgili deneyimlerimi memleketim için öneriler olarak sundum. Aynı rapor isterseniz grubumuzda da hala yayında uzun olmazsa burada da paylaşırdım.

Ancak inanır mısınız okuyan herkesin “mutlaka yararlanılması gereken bilgiler yetkililer dikkate almalı” demesine rağmen bu raporu sayın valiye ulaştırana kadar göbeğim çatladı. Şehrin birinci derecede sorumlusu sayın valinin etrafı perdelenmişti sanki. Ya kardeşim bu gibi konularda mutlaka danışmak, farklı fikirleri anlamak, gerekirse uygulamak gerekir. Bunu yaşadım. Sonunda bana halkla ilişkilerin dediğine göre ulaştırılmıştı. Bilemiyorum artık. Tabii ben Tokat’ta olmadığım için böyle oldu. Pandemi olmasaydı Tokat’ta bizzat kendim verebilirdim. Böylede bir şey yaşadım. Tokat’ın tanıtımı için bu dergiyi dolduracak kadar konuşuruz gerekirse ama son olarak söyleyeceğim şudur. Tanıtım işini ve tabii bununla ilgili etkinlikleri vs. mesai saatleri içinde çalışan kurumun elemanlarına yaptırmanız sonuç vermiyor. Bunu daha önce yapılan Yavaş moda günlerinde ve diğer etkinlikler de gördük. Düşünün Tokatlı kadınlara 150.000 tane dolma sardırıp, bunu sosyal medyada “Guinnes Rekorlar kitabına gireceğiz” diye açıklıyorsunuz.. Sonra soruyorum “Guinnes Türkiye yetkilisine haber verdiniz mi” diye.. Bana, gülerek “Unuttuk abi” diyor bir yetkili. Bunun gibi yaşanmış traji komik çok hadise var.

Sözün özü: Böyle getirisi son derece yüksek, Tokat’a yararı olacak etkinlikler için profesyonel yardım alınması gerekiyor. Tabii ilgili kurumların personelide profesyonel kadronun koordinesinde çok büyük katkılar sağlayabilir. Profesyonel yardım almak,

ırmağı ikiye bölüp, börtü böceğinin, balığın yaşamına son veren lastik bir bota (rubber dume) eski parayla 10 Trilyon vererek sonuç alamamaktan çok daha gerçekçi sonuçlar verir, emin olabilirsiniz.” diyor. Tokat sevdalısı Sevan Çamlıca beyefendi.

EĞER GERÇEK GAZETECİYSENİZ TOPLUMU BİLGİLENDİRMEK ZORUNDASINIZ. 

Teşekkürler teşekkürler bizi kırmayıp bizimle birlikte olduğunuz ve kıymetli yaşam tecrübelerinizi bizimle paylaştığınız için.

Güzelliklerde buluşmak dileğiyle 

Dünya Köylüsü 

Ayla Bağ