27 Nisan 2016 Çarşamba

OZAN'ım BUGÜN ŞAİR'im BUGÜN

                 Severek evlendim sevginin ne olduğunu bilmeden ondördümde. Belgin Doruğa benzeyen 70 yaşındaki Sevim teyze belli ki çok görmüş geçirmiş .Bana birşey sorma kızım derken iç çekişinden belli,şimdi önümüze bakalım ömrümüzde  kaç gün kaldıysa kendimiz için yaşayalım geriye bakıp ta mutsuz olmayalım diyor.Bende bir şey sormadım o şair gibi döktürdü dizeleri...
"Bende bindim o tahta 
Sallandım bir kaç hafta" 55 sene olmuş evleneli diyor.
💕
" Aşağıdan indim ancak
Elimde yeşil sancak
Ne kız oldum ne gelin
Ateşe yandım ancak".  stres sıkıntı içinde geçti gençliğim.Huzur evi gibiydi evim.yaşlıların biri geldi biri gitti .şimdide ben yaşlandım dizlerim tutmuyor.

💕
Tandırım tava geldi 
Hamurum tükendi
İşim düzene girdi
Ömrüm tükendi
💕 
Hayattan ders almayı öğrendim.İnsanları çok seviyorum .Hemen ağlar hemen gülerim.Efkarla sevincim kardeştir benim diyor.
Gülen gözlerin solmasın  Sevim teyze."Kara gözlerinden çok şey okudum ,ozanım bugün şairim bugün."der gibi bakıyorsun...
Ağzına yüreğine sağlık...
 Çanakkale'de şehit düşen sevim teyzenin dedesine yazdığı şiir,

Benim elleri kınalı nazlı kuzum
Gözümün önünde hep gülen yüzün
Yüz yıldır içimde dinmedi sızım
Haberin geldi büküldü tutmadı dizim

Çelik çomak oynardın cepheye gittin
Küçüktün Çanakkalede büyüdün
15'inde gittin  20'sinde şehit düştün
Aç kaldın açık kaldın yılmadın
Çarık bağlarını yedin genede vatanım dedin

Çanakkale geçilmez yazıldı
Önünede resmin çizildi
Mezar taşına şehit yazıldı
Dağlara taşlara toplu mezar kazıldı.

Başlarında büyük komutan
Her ana doğurmaz böyle bir aslan
O komutan adı Mustafa Kemal
Ondan kaldı bize bu güzel vatan

Tokattan giden onbeşliye ağıtlar yakıldı
Senin şanın yüreklere kazıldı
Şehitlik anlına ezelden yazıldı
Çanakkale tepesinde mezarın kazıldı

Kahpe düşmanı döktü denize
Bu güzel vatanı bıraktı bize
Gerekirse kanımızı dökeriz yine
Ölürüzde cennet vatanı vermeyiz size.
                Sevim Şimşek


26 Nisan 2016 Salı

HAYALLERİM OLMADI

          Niksar 'ın Ladik  Gökçeeli kasabasında dünyaya gelen 1971 doğumlu Şehri Ayçelik ilk okulu köyünde ki okulda okur,Evlenene kadar baba ocağında  onbir tane halı dokur.
"sevdiğine sözü olan bir kilim dokur,
Kilimin dilinden ancak anlayan okur
Sırlarımı verdim sana sevgimi verdim
Ayıptır günahtır diye kilit vurdular dilime
Aşkı dokudum kilime anlıyormusun"
Dizelerinin bize anlatmak istediğini Şehri hanım yaşadığı hayatla onaylayarak bize aktarıyor.
"Bizim buralarda kadının adı yoktur.Adı olmayınca söz hakkıda yoktur.Biz kilime dokuduk halıya nakşeyledik sevdalarımızı,söyleyemediklerimizi.Babam halama söz vermiş ,benide halamın oğluna vermiş.Evlendik ,üç çocuğumuz oldu ,üçüde kız ,en küçüğü zihinsel engelli. Doktor akraba evliliğinden olduğunu söyledi . Çok zor günler yaşadım .Kayın validem yatalaktı 10 sene ona baktım ,vefat etti .Kayın pederim ayzaymır oldu şimdi onunla ilgileniyorum .Eşim çalışmıyor,kalp hastası .Kızımın durumu ortada çok zorlanıyorum.Kayın pederim aklı gidince ne yaptığını bilmiyor.Üstüne başına tuvaletini yapıyor. Bazen isyan edesim geliyor ama ayıptır günahtır diye kilit vurdum dilime.Kaderimmiş diyorum razılık gösteriyorum.Allah'tan yardım diliyorum.Kızımı zihinsel engelliler okuluna getiriyorum.Çok mutlu oluyor ,okulun çok faydasını gördük.Öğretmenlerini çok seviyor .Tek dileğim kızımı  benden sonraya bırakmasın mevlam.Kimsenin eline kalmasın benden başkası ona bakamaz.Hiç bir yerden gülmedim.Hayat çok çabuk harcadı beni .Ne çocuk olduğumu bildim nede kadın.Hayallerim olmadı. Bundan sonra ne olacağınıda bilemiyorum anlıyormusun ."Ayla hanımcım  "Görelim mevlam neyler ,neylerse güzel eyler" Allah sonumuzu hayırlı eğlesin."...diyor.
          İnsan her şeyin üstesinden sabrıyla geliyor .Şehri hanımda bu yolculukta üstüne düşen görevi yerine getirirken tek isteği kızının kendisinden sonraya kalmaması,anne olarak endişeli ve gelecekten kaygılı ,buda ister istemez stres yaratıyor, hayat bazen bize  zorluklar sunuyor şükrümüzü arttırmak için.Kızına bakabildiği için çok mutlu şükür içinde Allah beterinden saklasın diyor.
          Ve hayat bize herşeye isyan edip mutsuz olmak yerine ,hayırlısı demeyi öğretiyor.

24 Nisan 2016 Pazar

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

           Çocukluğum geldi aklıma ne zaman üzülsem ana kucağım olan çocukluğuma kaçarım bu günde böyle oldu.Sokaklar yanlız ,bayramdan habersiz herkes kendi telaşında ,parça parça ,bölük bölük kutlanmış beraberliğin egemenliğin bayramı ."bir olalım iri olalım "derken atalarımız bu bölünmüşlük niye?iktidarı ayrı muhalefeti ayrı ayrı ....
           Eskiden böylemiydi ?ne olursa olsun birlik beraberlik içinde stadlarda çoşkuyla kutlanırdı bayramlar.Yaşlısı genci çocuğu herkes elele herkes bir aradaydı.Bugün çocukların bayramı. Bırakın çocukları dilediği gibi oynasınlar, konuşsunlar kulak verelim sözlerine ,yön verelim geleceklerine,gelişmeleri  için önder olalım onlara ,bazen de onlar önder olsunlar bizlere.Çocukluğumda yavru kurt izci elbisesiyle şiir okumuştum bayramda büyük bir coşkuyla.Bir başka bayramda halk oyunlarıyla folklor oynamıştım,kır çiceklerinden taç yapıp özgürlüğün gelişini danslarla karşıladığımız bir başka bayram derken hepsinide bugünkü gibi hatırlıyorum .Hatıralarımda değerini koruması ve yer  arzetmesi temiz bir sayfaya yazılan yazı gibi net,toprağa atılan tohum gibi kirlenmeden yeşermesiydi .Çocukluktaki hikayeler ,karakterimin ruhunu inşa etmişti.1979 'da Unesko'nun  23 nisanı dünya çocuk günü olarak kabul etmesinden sonra  tüm dünyada uluslar arası boyutta kutlanmaya başlandı  .Aslında çocukluk yıllarında insanların başka kültürlerle karşılaşması onların dillerine hareketlerine aşina olması kaynaşması kardeşlik duygularının gelişmesinde ve önyargıların kırılmasında çok önemli bir etken.Çocuklar kardeş oldu mu ? Dizesinin bize anlatmak istediği bu olsa gerek.
          Bu bayramlar vesilesiyle çocuklukta atılan sevgi temellerinin gelecek güzel günlerin hatrına tüm dünya ya yarının büyükleri olarak "yurtta sulh dünyada sulh "ilkesiyle bütünleşen özündeki insanlık değerlerinden kopmadan ,genç yöneticilerin dünya gidişatına sevgiyle barışla ve umutla yön vermeleri dileğiyle ....

21 Nisan 2016 Perşembe

ANALI OĞULLU

               Analı kızlı mekanları duydukta Analı oğullu mekanı ilk defa duydum.   Güneş doğudan doğar,bu mekanda güneş batıdan doğmuş.insanın içi açılıyor,rengiyle döşemesiyle aklınız egeye gidiyor.işinin ehli güler yüzlü mekan sahibi aldığı eğitimi kendi topraklarında severek köklerinden kopmadan yöresellikten evrenselliğe açılacak ilk adımı burada fark yaratacak şekilde atmış.
              1958 doğumlu zeliha abla aslen Afyonlu.Okuldan arkadaşı olan eşiyle severek evlenir.23yıl memurluk hayatından sonra emekli olur.Eşi 17yıl devlet memurluğu yaptıktan sonra istifa eder ve ticarete atılır. Tokatta ilk madımağı konserve yapan kişidir eşi.Bu mekanın konsepti oğluma ve eşime aittir.Oğlum askerden geldikten sonra İstanbul da Mutfak sanatları Eğitimini aldı.5yıl orda kaldı. Kendisini bu konuda çok geliştirdi.Çeşitli retorantlarda çalıştı.(Nar restorant,Galata )çok yoğun çalışıyordu.Kendisine zaman ayıramıyordu.Bir gün dedim ki "oğlum buranın sonu yok,gel sana ait bir yer yapalım ve ben sana destek olayım"dedim .Oğlumda kabul etti.Uzun araştırmalar sonucunda bu mekanı atıl bir vaziyette tuttuk.Burasının adam olması imkansız diye düşündüm. Oğlum "yapılı bir mekanı yeniden yapmaktansa ,yapılı olmayanı kendine göre baştan yapmak daha kolay "dedi.çok çaba harcadılar.5ay sonunda kullanıma hazır hale geldi.İçini dayayıp döşedik. Her şeyi özel yaptırdık.Açılışa hazır hale geldik.Bu arada oğlum hastalandı bademcikleri şişmiş dükkanın bir köşesinde yatıyor "anne hastayım ölüyorum "dedi,bende "oğlum bundan sonra hastalanmayı bırak ölmeye bile hakkımız yok "dedim.Gülüştük.Doktora götürüp iğne yaptırdık ve böylece ayağa kalktı.Çok özveri isteyen bir iş .Tempo çok yoğun çok emek ve uğraş istiyor.Bütün hayatımız bu mekanda geçiyor .Akrabalar ve yakın arkadaşlarım ilk açıldığında çok destek oldular.Şu anda elit bir müşteri tabakamız var. Temizlik ve hijyene çok önem veriyoruz asla ödün vermiyoruz.Çünkü bizde aynı tabakları kullanıyoruz ve aynı yemeklerden yiyoruz.Oğlumun menüsü ayrı (zeytin yağlılar)ben hamur işinde ona destek oluyorum.Dört tane bayanla çalışıyoruz.kalite ve lezzet konusunda  Tokatta bir bucuk yıldır fark yarattığımızı düşünüyorum.Gelecekten beklentim çocuklarımın sağlığı ve mutluluğu  oğlumun işinde başarılı olması .
Birgün bir müşteri iki tabak mantı yedi şaşırdım.Bende çok aç olduğunuz için mi yoksa beğendiğiniz için mi yediniz ?dedim."Çizginizi bozmassanız ben hep burdayım bundan sonra "dedi . "Çok mutlu oldum. Müşterilerin fikrini alıyorum .Gazlı içeceklere altarnatif olarak limonata yapıyorum.yeni önerilerde açığım"diyen zeliha abla ve oğlunun mekanını mutlaka görmenizi dilerim.
               Genç  şef  Uğurcan  Sert okulundan aldığı eğitimleri  pratikte uygularken gösterdiği edebi ,ev hanımı olan annesininde deneyimlerinden faydalanarak oluşturdukları konsepti çok beğendim.Birbirlerine  destek olarak çıktıkları bu yolda,onlara başarılar diliyorum.Yalnız şu eleştiriyi yapmadan geçemeyeceğim mekanın ismi Türkçe bir isim olsaydı daha memnun olacaktım. "Chef un's çi Börek Mantı "adını verdikleri mekanları İnşallah  bu çizgide yürürken köklerinden kopmadan özünü kaybetmeden yöresellikten evrenselliğe açılan bir marka olurlar. Hüseyin Özer'in "sofra" sı gibi.

20 Nisan 2016 Çarşamba

YALNIZLIK

  •              " Kalabalıklar içinde insan yalnız olduğunu dara düştüğü zaman fark ediyor.O zaman gerçeklerle yüzyüze gelip sahteliklerden iki yüzlü insanlardan  sığrılıyorsun ve yeni bir arayışa yöneliyorsun .Bu ne olursa olsun ama bir değişiklik olsun ,çevreyi değiştirmek ,hayatının akışını değiştirmek,düşüncelerini değiştirmekle başlıyor insan işe ben de öyle yaptım ve hayatımdan beni üzenleri bir bir sildim gönül defterimden "diyor şule hanım.
  •               1977 doğumlu olan şule hanım 16 yaşında evlenir.17 'sinde anne olur .Şu anda üç çocuk annesi olan ve etrafında sevilen fedakar ve paylaşımcı bir insan olarak bilinen Şule hanımın Bu özelliklerini zaman zaman çevresinde kötüye kullanan insanlar olmuş.Çektiği sıkıntılardan dersini alıp hayatına yeniden yön vermeyi başaran ender kadınlardan birisi.Bazen sıkıntılar insanın üstüne yağmur gibi yağar,bir sonraki gelen sıkıntı bir öncekini unutturur,Şule hanımında öyle olur.Annesinin ve babasının ayrılık üzüntüsüne dayanamazken ,kardeşinin hapse düşmesi onu derinden yaralar ve deprosyana girer .Bu dönemde yanında kimseyi bulamayan Şule hanım o zaman anlar dost dediği akraba dediği kalabalıkların içinde yapayanlız olduğunu."Bu karanlık gecelerin bir sabahı olur mu ? Olurmuş."diyor.Geçtiği bu bunalımlı dönemden hayata tutunacak gücü kendisini sorgulayarak bulur ve işe önce değişimle başlar. Düşüncelerini değiştirir,iş kurar ve daha sonra çevresini arkadaşlarını değiştirir. Şimdi ayakları yere daha sağlam basmaktadır.Çünkü üretiyor ve kendi kararlarını kendisi veriyor.Kendisini eşininde verdiği destekle birlikte daha güçlü hissediyor.
  •                     " Bundan önceki hayatımda desinler diye yaşıyordum şimdi kendim için ve ailem çocuklarım için yaşıyorum önceliklerim değişti.Keşke bu işe 10 sene önce başlasaydım.Geçmiş bana kalabalıklar içinde nekadar YALNIZ olduğumu öğretti.Gelecekten sağlık huzur mutluluk bekliyorum."diyor.
  •                 Duruşuyla zarefetiyle azmiyle bugün Tokat'ın sayılı mekanlarından olan "KONAK KAFE"nin işletmeciliğini yapan ,tüm kadınlara örnek ve öncü olan Şule hanım "korkmasınlar  ben bu işe hiç bir tecrübem yokken başladım.Sıfırdan işi burda öğrendim ,üç senedir yapabiliyorsam herkes yapar ,kadınlar kendilerine güvensinler gerisi kolay "diyor.
               Selam olsun önce kendisine sonra başkasına ışık olanlara...

18 Nisan 2016 Pazartesi

KILAVUZUM GÖNÜL BANA

              insan kendisiyle barışık olunca hiç bir dert sıkıntı onu hayattan koparamıyor. Perihan ablada böyle bir insan mahallenin çocuklarının cici annesi herkese güler yüzüyle yardımcı olmaya çalışan  kendisini seven bir insan.
              1960 niksarın yazıbaşı köyünde dünyaya geldi.Lise birinci sınıftan abisinin ve ailesinin zoruyla kızlar okumaz denilip okuldan alınıyor.Mahallenin bakkal amcasının yardımıyla belediyenin açtığı sınava giriyor ,annesinden babasından gizli olarak.Ve birincilikle kazanıyor ,bu seferde kız kısmı çalışır mı ?deyip çalışmasına engel oluyor ailesi.İçindeki okuma aşkına küsüp  görücü usulüyle eşiyle evlenir .Üç çocuk annesi olan Perihan ablanın kızı evli ,küçük oğlu askerde yarın geliyormuş.Bekar olan büyük oğlunu içinde kalan okuma aşkıyla büyük zorluklar içinde okutmuş .Gazi Üniversitesi Makine Mühendisliğini bitirmiş .Gönlü güzel ahlaklı bir gelin adayı diliyor oğluna .Zaman zaman eşinin ve kayın validesinin zulmune uğrayan ama hayattan hiç kopmayan içindeki merhamet duygusunu kaybetmeyen Perihan abla Karamsarlığa düşmez çünkü yılmaz bir yapıya sahip olan ve her seferinde polyannacılık oynamayı seven çektiği sıkıntılardan kimseye şikayet etmeyen sadece ve sadece yaradana sığınan ve bunun mükafatını karşılığını fazlasıyla yaradandan  alan Perihan abla çok mutlu.Eşinden gördüğü zulume bir örnek veren perihan ablanın yerinde siz olsaydınız ne yapardınız.?
 "Birgün elişi dantel masa yapıyorum parasıyla dışarıya ,vaktinde yetiştirmek için gece gündüz örüyorum .oniki kişilik masanın bitmesine az kaldı.eşim benden çay istedi bende çay servisini elimde olmayan sebeple biraz geçiktirdim .Sinirlendi ve elimdeki dantel masa örtüsünü yanan sobanın içine attı. Aynı masayı yeniden ördüm emeğime mi yanayım ,ettiğim masrafa mı bilemedim.  Kadir kıymet bilmeze düşersen nereye gidersen git talih seninle beraber gelirmiş derler. kaderimmiş dedim üzülmedim ki ....
Yine bir gün ramazan iftara akşama misafirim var. Ççocukların karnını doyurdum onları erkenden yatırayım  dedim.İftarda elime ayağıma dolanmasınlar istedim.Ben çocukları uyutmaya çalışırken eşim mutfaktaki bulaşıkları görmüş ,birden kıyamet koptu bütün tabakları ve bardakları kırdı .ortalığı dağıttı .Hemen kırılanları topladım .Ortalığı temizledim.Komşudan tabak  bardak  aldım deldim.Masayı hazırladım hiç bir şey olmamış gibi ,içim kan ağladı ama dışım polyanna kimse anlamadı .Eşimin içki içtiğini kimseye söylemedim kimse bilmez benim çektiğimi ben sadece yaradana sığındım."dedi.
"Kılavuzum gönül bana gel gidelim dosta gönül "dedim ,yılmadan yola devam.Hayat devam ediyor.Eşim emekli olduğunda oğlumun hastalığı ortaya çıktı.Gözünde tümör kötü huylu kanser olduğunu öğrendim dünyam yıkıldı,onun tedavisi için Ankara İstanbul gitmediğimiz doktor kalmadı.Çok şükür şimdilik tümörün  ilerlemesini durdurduk.Herkes bırak bu kadar uğraşma en fazla gözünü kaybeder. İlk gözü kör olan senin oğlun değil ya dediler.Ben anneyim Ayla hanımcım oğlumun gözünün kör olmasına dayanamam hiç umudumu kesmedim çareler aradım. Çok şükür bu günkü halimize. Bu hastalık bizi maddi manevi çok yıprattı. Birgün komşum Ayşe Cirit arkadaşım "böyle oturmakla olmaz ,gel katmer yapalım ben sana destek olurum ailene katkı sağlarsın dedi ."Böylece ben bu işe başladım.Şimdi her şey yapıyorum ,katmer,dolma ,baklava ,çiflik kurdum köy tavuğu, köy yumurtası,mevsimine göre reçel,makarna mantı yapıyorum .Yirmi kişinin yapacağı işi tek başıma yapıyorum.çok mutluyum rızkı veren mevlam yeter ki sen ona sığın.Bugüne kadar yaptıklarımı hep beğendiler ..Hatta o kadar ün yaptı ki meclise kadar ünüm gitti .Oraya bile baklava ve köy ürünleri ,erişte ,yaprak gönderiyorum.İstanbul'da boğazda bir restoranta organik ürün olarak köy makarnası ve yaprak gönderiyorum "diyor perihan abla bunları anlatırken çok mutlu gözlerinin içi gülüyor. "Tek amacım mutlu etmek ve mutlu olmak için çocuklarım için yaşadım "diyor.Yaptığım işin karşılığını alıyorum çok şükür,çalışma azmimi hiç kaybetmedim,hayatta keşke dediğim tek şey okutsalardı tek isteğim Metematik öğretmeni olmaktı.Bilerek kimseyi üzmedim.güzel dost yüze söyler.Eşimin varlığı yokmuş gibi,şimdi çocuk gibi hiçbir şeye karışmıyor,Artık iktidar benim elimde her şeye ben yön veriyorum."Özünden vaz geçmeden sabrıyla bu savaşı kazanan Perihan abla  şimdi daha mutlu.
        Perihan ablanın bu kemale ermesinde ki kılavuzu kötülüklerden aldığı ders ve sığındığı yer gönlündeki Allah korkusu olmuş.Kanser olan kayın validesine bakarken  hastanede tanımayanlar" teyze kızın mı ?ne güzel merhametli seni incitmeden bakıyor "diyorlarmış.ondan aldığı duaya bağlıyor bugünkü mutluluğunu.Tek isteği var ilerde çok param olursa "huzur evi açarım yaşlılara iyi davranırım "diyor.Mutluluk samimi bir yürekte oluşan iç huzura bağlıdır.Dünyayı daha iyiye doğru götürmek bireylerin kendi iç huzurunu yakalamasıyla olur.Hayattan kopmadığı için ,çalışma azmiyle ve merhametiyle bize kılavuzluk ettiği için teşekkürler.
       

13 Nisan 2016 Çarşamba

DEĞER GÖRMEK

               İyiki böyle bir yolculuğa çıkmışım çok güzel insanlarla karşılaşıp çok güzel yaşanmışlıklara şahitlik etmek İnsana insan olmanın değerini hatırlatıyor.
               1955 doğumlu  şeyda abla bunca yıllık ömründe öğrendiğini birkaç cümleyle açıklıyor.Annesi ev hanımı babası  memur.şeyda ablanın babası çok zeki zamanın da en yüksek puanla tıbbı kazanıyor fakat yoksulluktan harç parası bulamadığı için okula gidemiyor .O dönemde harç parası almadan kayıt alan Orman Mühendislik Fakültesine tam burslu olarak girer ve başarıyla okulunu bitirir .Okul biter bitmez ataması yapılır ve Aydın ilindeki kemer barajının inşasında çalışmaya başlar.Şeyda ablada Aydında dünyaya gözlerini açar .Babası orman mühendisi Osman Karabay devlet memurluğundan emekli olana kadar yurdun çeşitli yerlerinde ve yurt dışında da görev yaparlar. Şeyda abla Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesini bitirip İzmire yerleşir.25 yıl burada hizmet verdikten sonra emekli olur .Babası ve annesi ara sıra Niksara olan özlemlerini dile getirirler fakat asıl dönmeye sebep dayısının çağrısı olur "gelin artık yeter gurbet ellerde kaldığınız bundan sonra hep beraber olalım bir birimize destek olalım der."Zaten hasta olan annesi bu çağrıyı bir fırsat bilip göçü toplayıp Niksara akrabaların yanına dönerler.Annesinin hastalığı boyunca tüm eş dost seferber olur ellerinden geldiğince yardımcı olurlar .Sıkıntılar ve sevinçler paylaşıldıkça güzel Şeyda abla bu dönemde kendisini çok şanslı hissetmiş.iki yıllık hastalık dönemi onu annesinin ölümüne hazırlamış .Sonra annesi vefat ettiğinde acısını güzel insanlarında desteğiyle hafif atlatmış ."İyiki memlekete gelmişim " diyor. Şeyda ablaya İzmir gibi koca bir medeniyetten sizi köy gibi olan bu yere çeken neydi diye sorduğumda ,"Burada insana verilen değeri gördüm .Çıkarsızca samimi davranışları gördüm.Buraya alışmam zor olmadı çünkü büyük şehirlerin büyük derdi ve sahte  ve iki yüzlü insanları oluyor hep bana hep bana karşılıksız bir gün geçmiyor al gülüm ver gülüm buda insanı korkutuyor ve yoruyor.ya veremeyeceğim gün geldiğinde ne olur benim halim? Buraları öyle değil burası bereketli insancıl çıkarsız insanlarla dolu küçük yer olduğu için herkes bir birini tanıyor belli bir saygınlığın var değer görüyorsun bu değerde senin insan olmandaki önemi dahada arttırıyor.Şükürler olsun ki hala sağlıklıyım ve güzel arkadaşlarım ve güzel dostlarım var.Şu anda (96 yaşında )babamla beraber oturuyorum.birbirimize bu yolda arkadaşlık ediyoruz ."
            Doğduğun yer mi ?doyduğun yer mi ?derler.İnsan gençken  nerede ekmek bulacaksa orada çalışmaya mecbur ama mecburiyet bittikten sonra tercih hakkında özgür. İnsanı doğduğu yere çeken bir güç var  bu akraba olabilir (kan bağı),daha samimi ilişkilere olan özlem olabilir,yeni arayışlar olabilir ,ahde vefa olabilir,çocukluğa ve ana vatana olan özlem olabilir,bir kaçış olabilir ama ne olursa olsun sosyolojik açıdan bakıldığında insan aidiyet duygusuyla yaşayan bir varlık kendisini nereye ait hissederse oraya dönmekte bir mahsur görmüyor ve seve seve koşa koşa bazende mecbur dönüyor.Şeyda abla üzerinden okuduğumuz bu gerçeklik değer görme ve samimi insan ilişkileri.Günümüzde hepimizin aradığı şey değil mi ?Güler yüzlü sıcacık ilişkiler.Tercih sizin .Mevlam hepimize iyilik sağlık muhabet versin...

12 Nisan 2016 Salı

İÇİNDE KALAN UHTE

              1943 doğumlu memur bir babanın cocuğu olan Tülay abla ilk okulu ve orta okulu Niksarda okuduktan sonra babasının tayini Van merkeze çıkar. Van öğretmen okulundan mezun olur.Tayini Reşadiye'ye çıkar. Fakat hayatındaki ilk hayal kırıklığını babası tarafından yaşar.yıllardır öğretmen olmak için hazırlanan bütün bilgi birikimlerini aşkla yapan gelecekle ilgili hayaller kuran Tülay ablanın önü babasının "hayır seni Reşadiye'ye göndermem tek başına "demesi üzerine  bütün hayalleri söner.
               Çocukluk aşkı olan gençle yıllar sonra karşılaşır ve onunla evlenir.Eşinin görevi nedeniyle Ispartada bulunan ve ıspartada halıcılık müesseselerinde göreve başlayan Tülay abla çocuklar dünyaya geldikten sonra eşinin ısrarı üzerine görevinden ayrılıyor ve kendi değimiyle ikinci darbeyi eşinden alan Tülay ablanın çalışma azmi kursağında kalıyor.17 yıl ıspartada kaldıktan sonra eşide istifasını veriyor ve İstanbul'da Halı  ticaretine atılıyorlar.Hem çocukların okulu hem ticaret derken evde oturmayı sevmeyen her daim kendini yenileyen Tülay abla kurslara başlar .Buaradada çocuklarıyla yakından ilgilenir ve onların isteklerine kulak verir.En küçük oğlu okula servisle gitmek ister fakat okul çok yakın olduğu için bu isteğe abes bakılır. Çocuk ısrar edince ve mutsuz olunca okulunu değiştirip uzaklarda servisle gidip gele bileceği bir okula yazdırırlar.Artık en küçük oğlan çok mutludur okula servisle gidip geldiği için derslerinde gözle görülür başarı oranı artmıştır.Herkes çok mutludur.Tülay abla burda ne olur çocuklarınıza kulak verin onları dinleyin diye nasihat etmeden geçemiyor.okulunu başarıyla bitiren ortanca oğlan Amerikaya gider ve orada kendisine yön verir çok sıkıntılar çeker fakat anneye babaya bildirmez ,yanından gelen arkadaşı durumu anlatır .Babasıda destek olmak için bir balya halı gönderir Amerikaya .ondan sonra Amerikada bir yer açar ve oda orada ticarete atılır bugün sayılı firmalar arasında yerini alır ve diğer iki kardeşinide yanına alıp çemberi dahada büyütürler.
Tülay abla çok çalışkan boş durmayı sevmeyen üretime ve yeniliğe daima açık bildiklerini ihtiyacı olanla paylaşmayı seven birisi.istanbulda Zicev(zihinsel engelliler vakfında) gönüllü olarak çalışmaya başlar.Türkiyeye ilk zicevi kuran Makbule Ölçen hanımla beraber çalışmalarını büyük bir özveriyle devam ettirir. İçindeki öğretmenlik aşkının burada depreştiğini gören Tülay abla hangi görev verilirse verilsin büyük bir aşkla yapar.yönetim kurulunda görev alır ve tek hayali bir okul kurmaktır. Fakat nasıl olur ne zaman nasip olur onu bilmemektedir.Birgün bir gönüllü vakıf üyesi ziceve ümraniyede bir arsa bağışlar.Hemen hazırlıklara başlayıp arsanın üzerine okulun temeli atılır ve kısa sürede okul faliyete geçer. Bugün göztepedeki zicev dernek binasında onların eseridir.Emeği geçenlerin isimleri okulun girişindeki tabelaya yazılır Tülay ablanında hayali gerçek olur.
             Bu arada iş hayatında krizler baş göstermeye başlar ve istanbul'dan izmire göç ederler.sağlık sorunları nedeniyle Ankaraya gelirler yine boş durmaz ahşap boyama kurslarına gider. Orada öğrendiklerini kurs açarak bilmeyenlere öğretir.Amerikadaki oğluna birkaç örnek gönderir çok beğenilince üretime başlar.15 sene bu işi yapar.Eşinin sağlık problemleri gittikçe artar ticaret umdukları gibi gitmez ve her şeyden vaz geçerek tası tarağı toplayıp yılar sonra memlekete Niksara geri dönerler .Hayatları boyunca yaptıkları işin en iyisini yapan çok iyi paralar kazanan zirvede tavan yapan yaşamlarının çöküş ve dibe vuruş yıllarıydı memlekete dönüş yılları.yeniden diriliş olarak dillendirdi Tülay abla bu yılları.yine boş durmadı ebru sanatını öğrendi ve 50 yaşında usta öğretici belgesini aldı bunun yanı sıra gönüllü işlerde görev almayıda ihmal etmedi Nikbed(niksar bedensel engelliler vakfında ) öğretmenlik  ve aynı zamanda başkanlığınıda yaptı.bunlar bana yetmedi hayallerim vardı ve bu hayallerimden kaymakam beye bahsettim .gönüllüler tarafından gerekli malzemeler ve destek sağlandıktan sonra bedensel engelliler yararına çini üretimi yapıp gelir sağlamaya başladık.Daha sonra ben bu görevimden ayrıldım ve kendi atölyemi kurdum. Bunun için gerekli belgeleri ve ustalığımı 68 yaşında aldım. Niksara çini işini ilk getiren benim fark yaratmak için bunu seçtim.bir iki fırın bozduk ama işi öğrendik .şimdi Şu anda iki yıldır kendi ürünlerimizi farklı bir şekilde üretiyoruz .Bilmediğimiz için çalışmalarımızda biz kendi kendimize farklı usullerde üretim yapmışız bizim bu üretimimizide müşteri çok beğendi bizim  çinilerimiz Kütahyan'ınkinden farklı şimdi bilmediğimizden dolayı yarattığımız bu farkımız bizim markamız oldu kursiyerlerimizle ve çalışanlarımızla beraber Amerikaya oğlumun sayesinde üretim yapıp para kazanıyoruz.Tek hayalim çininin okulunun kurulması.
            Tülay abla edindiği bu iş tecrübesini şöyle açıklıyor ,çini fırına girmeden hatasını belli
etmiyor,sırrını açığa çıkarmıyor,ne zaman fırına girdi çıktı ürünün sırrı  o zaman açığa çıktı.sıfır
dereceden 905 dereceye yükselen ateşte herşey açığa çıkıyor.bebeklik ham dönem ,aile eğitimle  pişme dönemi,ne zaman piştim diyeceğiz bilmiyorum diyor....
Tülay abla bir derya bir okul bu okula kayıt olanlar çok şanslı,şimdi bu okuldan birkaç öğreti örneği...
-Ahşap kursunu vermemin sebebi her evde beni hatırlatan bir obje olsun istedim.Anılmak,hatırlanmak,unutulmamak diyor.
"okuldaki bilginle öğretmenlik yapmaya kalkarsan öğretmen olamazsın,öğretmen hep okuyacak öğrenecek,öğretecek,bilgiyi saklamayacaksın"demiş müfettiş bunu kulağına küpe yapmış.
-Fikir alış verişi çok önemli,benim görmediğimi başkasının görmesi çeşitlilik sizi daha iyi yere götürür.gurup ekip işi ve sorumluluk insanı geliştirir.
-Üretmek,ürettiğinin beğenilmesi ve pazar bulması çok güzel.
-Geçmiş bana insan olmayı öğretti.
-Uzun mutsuzluklar beni hasta etti,bunun zararı bana demek ki negatifliklerin üstünü örteceksin.kendini meşgul edeceksin boş durmayacaksın.
-Elimden bir şey gelmez deme,belgesel izle ,müzik dinle,bahçeyle uğraş,tamir edilecek bir şey bul,
-Hayaliniz olsun ve onları gerçekleştirmeniz için çaba harcayın.
-Şükür etmeyi hala hayatın içinde ve üretmek için çaba harcamak olarak görüyorum.
-ölümden korkmuyorum Allah iman kuvveti versin ben Allahın bizi esirgediğine koruduğuna yürekten birmilyonkez inanıyorum .yoksa üç tane evlat gurbet ellerde kimseye yem olmadan ayakta durabiliyorsalar kendilerini bozmadan bu yaradanın sayesindedir diyorum.
Sana yaşadığım bir olayı anlatayım kızım
"Dibe vurduğum dönemlerdeydi eve kapandım kimse yok çevremde çocuklardan ayrı ,zirve dönemlerden dibe vurduğum anlar çok üzülüyorum çok ağlıyorum .Bir gün yine evde kendi kendime bağıra bağıra ağlıyorum kabullenemiyorum olanları,kendi sesimden kendim rahatsız olduğumu fark ettim birden kapı çalındı elimi yüzümü düzelttim kapıyı açtım.karşı komşu geldi içeriye buyur ettim oturdu,ben konuştum o dinledi ben konuştum o dinledi sonrada baba sarılıp üzülme bunlarda gelir geçer dedi ve kalkıp gitti komşum .o gittikten sonra bir rahatladım bir rahatladım yeniden doğmuş gibi oldum.aradan bir hafta geçti çarşıda karşı komşuma rasladım,iyiki ogün bana geldin beni
dinledin Allah senden razı olsun şimdi çok iyiyim dedim.kadın yüzüme tuhaf tuhaf bakıp "ne
diyorsun Tülaycım ben seni bir aydır ilk defa görüyorum ben burda yoktum kızımdaydım yeni  geldim "diyor. O gün Anladımki Allah hep benim yanımda  yeterki sen ona derdini söyle
dermanınıda sana gönderen yardım eden odur."
-çocuk eğitimi çok önemli ,sorumluluk,ekonomi çocuğa küçük yaşta verlmeli haftalık haçlık gibi,tiyatroya muhakkak gitmeli çocuklar çünkü kendinize açılan bir sayfa muhakkak vardır tiyatroda
-son olarak işinizi sevgiyle ve beğeniyle yapın,yaşın önemi yok yaşa takılmayın,maddi kaygı duymayın,önce eğitiminizi alın sonra plan yapın ,sonra fırsatları kollayın veya yaratın her yeni gün bize sunulan bir fırsat olarak değerlendirin.
            Tülay ablayı hayata bağlayan dinamik olmasını sağlayan içinde uhde kalan öğretmenlik aşkı şu anda Niksarda çini öğretmenliği yapan ve 73 yaşında geleceğe dair planları olan yaptığı işin okulunu kurup daha çok kişiye ulaşmayı amaç edinen ve annesiyle beraber mutevazi bir yaşam süren
Yaşanmışlıkların hakkını veren bu güzide insanın anlattıklarından yola çıkarak kendimizdeki yaşam enerjimizi açığa çıkması için bir öncü niteliğindeki hikayesinden yaşın öneminin olmadığını sadece işimize odaklanmamız gerektiğinin altını çizer ,geriden gelenlere örnek olması dileğiyle..." Dünya üzerinde insanlar bir direktir. Bu direkler üstünde sevgiye ait bir not vardır " bu notu okuya bildiysek ne mutlu bize.
               Gülen yüzüyle ışıldayan gözleriyle anaç tavırlarıyla bize hayat hikayesini anlattığı için bizimle tecrübelerini paylaştığı kırk kızlardan birisi olduğu için ona çok teşekkür eder ,selam ve saygılarımı iletir ellerinden öperim .




11 Nisan 2016 Pazartesi

KIRK KIZLAR

       Vakti zamanında bu topraklarda hüküm süren bir kral varmış. Bu kral çok aç gözlü zalim mi zalim, halkına zulm eden onları sömüren kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, o yörede doğan erkek çocuklarını kendisine asker ve köle eden bir kralmış. Kralın birde dünya güzeli kızı varmış. Bu kızın yetişmesinde yardımcı olan birde dadısı varmış. Arasıra gezmek için kırlara, ovalara ve ırmağın kıyısına giderlermiş dadısıyla birlikte. Irmak kızın yeşil gözlerine ilk görüşte vurulmuş. Sabırsızlıkla beklermiş kızın birdahaki gelişini. Gel zaman git zaman kız epeyce büyümüş serpilmiş güzelleşmiş artık saraydan dışarısını merakeder ve sorgular olmuş.  Sürekli dadısına soru soruyormuş.  Dadısıda bildiği kadarıyla cevap veriyormuş. Saraydan sıkılan kız bir gün dadısından izin alarak dışarıya çıkmış, çarşı pazar gezmiş,  dışardaki insanlarla sohpet etmiş, onların dertlerini dinlemiş, konuştuğu insanlara kraldan memnun musunuz?diye sormuş. Hiç kimse memnunuz dememiş. Herkes kraldan şikayet etmiş. Çok kötü bizim çalışıp kazandığımızı elimizden zorla alıyor,  bize zarar veriyor, hatta öldürüyor derler.  Bunu duyan kız çok üzülür ve dadısına söz verdiği üzere akşam olmadan saraya geri döner. Dadısı kızın çok üzgün olduğunu görünce ne oldu neden üzgünsün diye sorar. Kızda babası hakkında bugün sokakta duyduklarını bir bir anlatır  dadısına. Ve dadısına benim babam böyle bir insan olmaz, ben babamı çok seviyorum, gidip bunları babama anlatacağım der. Dadısı olmaz gitme anlatma baban sanada kızar der ama kız dinlemez. Çıkar huzura bir bir gördüklerini, işittiklerini babasına anlatır. Babası bu durumdan çok rahatsız olur, kükrer kızı huzurundan kovar ve bir daha kızın saraydan dışarıya çıkmasını yasaklar. Kız üzgün bir vaziyette dadısının koynunda ağlar ve çareler düşünür. Dadısı kızı çok ama çok sevmektedir. O’nun üzülmesine dayanamaz ve üzülme bundan sonra saraydan kılık değiştirerek saraydan çıkımasına yardımcı olur. Kız saraydan her çıktığında dışarda bir kızla tanışır, arkadaş olur. Bir, üç, beş derken 39 kız arkadaş edinir bir de kendisi 40 kız olurlar.  onların dertlerini dinler, saraya dönünce de onlara derman olacak çareler üretir. Dadısınında yardımıyla bu böylece devam eder ve 39 tane kız arkadaşıyla birlikte çeresizlere çare, açlara ekmek, hastalara ilaç, muhtaçlara sarayın ambarındaki altını, inciyi, parayı dağıtır. 
             Kralın hüküm sürdüğü topraklarda bir derviş elinde kitaplarıyla köy köy, şehir şehir gezmekteymiş gittiği yöre halkını aydınlatıp onların zalim krala baş eğmelerine engel oluyormuş. Bunu duyan kralın askerleri dervişi yakalayıp eşşek sudan gelinceye kadar dövmüşler. Kitaplarını yakmışlar ve öldü diye bir dere kenarına atmışlar. Aradan üçdört gün geçmiş, derviş kendine gelmiş, elini yüzünü yıkayıp temizlendikten sonra yapılanlara kitaplarının yakılmasına çok üzülmüş. Buna dayanamayan derviş diz üstü çöküp ellerini semaya kaldırmış, Allaha niyazda bulunmuş “Ey güzel Allahım ! bu topraklarda doğan kız çocuklarını öyle yiğit, öyle adaletli, öyle merhametli, bilgili ve güçlü kıl ki kralın askerlerine baş gelsinler.  Onların gittiği yerde huzur mutluluk ve sevgi baş göstersin" demiş. Derviş bir daha aşağıya inmez, dağlarda yaşar. 
              Kralın askerleri anbarın boşaldığını fark ederler ve Krala hemen haber verirler. Kral derhal askerlere emir verir. Bu işi yapanların yakalanıp öldürülmesi için talimat verir. Uzun uğraşlar sonunda hırsız yakalanır ve anlaşılır ki bütün bu işleri organize eden saraydan altını, inciyi, ihtiyacı olana dağıtan kralın kendi kızıdır. Hemen krala haber verirler kralda diğerlerinin kellesini kesin. Kızımı bana getirin der. Askerlerden kaçamayan 39 tane kız oracıkta baş verir. Saraydan kaçan kralın kızı tam ırmağın kıyısına kadar gelir, arkasında askerler teslim ol çağrısı yaparlar, ama kız geriye bile bakmaz, kendisini çok sevdiğini bildiği hatta aşık olduğu ırmağın kollarına bırakır. Sevdiğine kavuşan ırmak sarıp sarmalar kıralın kızını. Bir bütün olurlar alıp götürür  gittiği yerlere sevdiğini. Sevgilisine kavuşan ırmak daha bir çoşkulu akar, coşarda coşar, deli gibi akar. Askerlerden kimse cesaret edip gidemez arkasından. Aşkına kavuşan ırmak  o günden sonra sediğinin gözlerinin renginde yeşil akar, YEŞİLIRMAK olur. 
        Yeşil ırmak geçtiği havzasındaki toprakları, dağları taşları ovaları  sevgilinin göz renginde yeşile boyar. Her yerde her fırsatta haykırır tüm insanlığa onu nasıl sevdiğini. Bu coğrafyada yetişen doğal organik ürünleri ile saflığın ve güzelliğin tüm meyvelerini sunmuş sofrasında tüm insanlığa. Bolluğun, bereketin, sevginin, merhametin, adaletin ve yiğitliğin timsali olarak bu topraklarda doğanların karakterinde ahlaki değerler olarak zuhur etmiş, hayat bulmuş.
            Dervişin ettiği duanın tecelliyatının ve kabulunun bir göstergesi olan bu yiğit kadınların doğurduğu yiğit erkeklerin gerçek değerlere ve hakka duydukları saygı neticesinde bu yükü omuzlarında taşımaktan gocunmayan, yaşam tarzlarının vazgeçilmez bir parçası haline getiren ve bu davranışlarını halk oyunlarına da yansıtan yöre halkının ahlakının  evrenselliğe doğru açılan bir kapı olduğunu düşünüyor ve görüyorum. Dünyada ve Türkiye'de ilk ve tek olan kadınların omuzlar üzerinde taşındığı  halk oyununun izlerini aradan binlerce yıl geçmesine rağmen hala ayakta tutulması güncelliğini koruması bu efsanenin gerçek izlerini taşıdığına inanıyorum. Bu düşüncemi kur-an'ı kerimin kalem süresinin  ilk ayetlerinde peygamberimiz üzerinden bizi inşa etmeye çalışan yüce rabbim "kalem'i ve onların satır satır yazdıklarını efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki sen rabbinin nimeti sayesinde mecnun değilsin. Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlak üzerindesin" ayetinde bize söylediği gibi birinci önceliğimizin Ahlaki değerler olduğuna vurgu yapılması benim düşüncelerimdeki yolun aydınlanmasındaki ışığın önemini vurguluyor. Ayetin devamında “onlar arzu ettiler ki sen onlara yağ çekesin, onlarda hemen sana yağ çeksinler. çok yemin eden aşağılık, alaycı, gamsız, arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve oğulları var diye hayrı engelleyen saldırgan, günaha batmış kaba, kötülükle damgalı şu asalakların hiç birine itaat etme. Ahireti yalanlayan o kişi, Ayetlerimiz kendisine okunduğu zaman "Daha öncekilerin masalları " dedi. Yakında biz onun burnunu sürteceğiz." Diyor ayet.
            Bu hikayenin geçtiği yerde yani Niksarda kırkkızlar türbesi zeytin dibi mahallesinde bulunmaktadır. Zeytin tevhidin semboludur. Kırk kızların mezarları Tokat gökmedresesi müzesindedir. Buradan yola çıkarak Tokatlı kadınların kişisel başarı hikayelerini dinlemek her şeyden önce kendimize ayna tutmak ve sırlara ulaşmak için bir basamak. Bizim buralarda basamağa badal derler. Badal badal yükselmek için, göz göze dizdize yapılan sohpetlerin tadına doyum olmaz. Sohpetlerinde demlendiğimiz öykülerin  bize kırk badal yol aldırması dileğiyle...bu şehrin bir kırklar şehri olduğunu eski Tokat ve kalesinin çevresindeki sulu sokaklarında gezerken ve kırk badallarında göye doğru yükselirken, dostdoğru yolun sonun da ki şahsın işaret ettiği yerdeki kalenin sırrına ermek ve erenlerden Ahmet Yesevi'nin öğrencisi olan gıçgıç dedenin türbesini selamlamak bu şehri özel kılıyor. Viran olmuş evlerinden kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarına verilen değerden  bu değerlere sahip çıkmaya çalışan insanlardan bunları kolaylıkla görebilirsiniz. Yani artık "yeni şeyler söylemek lazım cancağızım "dünya üzerinde insanlar bir direktir. Bu direkler üzerinde sevgiye ait bir not vardır. Bize düşen bu notu okumak ve yola devam etmek.
Ben böyle bir yolculuk içinde olduğumdan ötürü, sizlerin karşısında nacizane kendimi çok heyecanlı, şanslı çoşku dolu ve acemi hissediyorum.
            Yaşam dediğimiz şu gök kuşağının renklerinden kendisine düşen rengin içinden dokunduğu sosyal, pskolojik, bilişsel ve fiziksel yapıları sorgulayan düşünen, dönüşüme uğratan kadınlarımız hayatımıza anlam katan öncülerimizdir. Kadınlarımızın tek bir amacı var. Nerede olursa olsun mutlu olmayı hak etmeleri, gerçek yaşam öyküleriyle buluşmak ve dönüşmek dileğiyle....selamlar sevgiler 
Güzelliklerde buluşmak dileğiyle 
Dünya Köylüsü 
Ayla Bağ 

10 Nisan 2016 Pazar

DOĞURAN MI ? BÜYÜTEN Mİ ?

         Semra hanımın öyküsüne kulak verelim...
           "Yıllar önce  şimdiki annemin yani teyzemin çocuğu olmamış,annem de üçüncü çocuğuna hamile,
-teyzem bacım bu çocuğu doğduktan sonra bana ver ben bakayım demiş
-.Annemde asla olmaz veremem demiş,doğum üzerine öz annem ölünce beni teyzem almış. İyiki teyzem ve eşi beni büyütmüşler ,iyiki benim annem teyzem olmuş çok mutluyum hiç bir şeyin eksikliğini hissetmedim şunumda olsun bunum da olsun diyebileceğim eksik bir şeyim olmadı.onları çok sevdim babam(teyzemin kocası )beni sık sık dayıma(öz babama )ziyarete götürürdü .ben herkesten sevgi aldım ama en çokta babamı sevdim.babam rahmetli olduktan sonra bir yanım boş kaldı.onu çok arıyorum,şu anda 80 yaşında annemle altlı üstlü oturuyoruz aynı apartmanda komşuyuz.babam iki sene oldu aramızdan ayrılalı .onu çok özlüyorum "derken gözlerinin dolması ona olan sevgisinin delili akan göz yaşları oluyor.
Bir süre sessizlik olduktan sonra "ilk evlatlık olduğumu bana lisede söylediler,çünkü o zaman beni nufusta üstlerine geçirdiler bende hiç annemi merak etmedim çünkü teyzem o açığı o kadar çok güzel kapatmıştı ki başka sevgiye başka arayışlara girmedim Allah razı olsun yine söylüyorum babamı çok seviyorum.kendimi çok sevgi dolu hissediyorum her şeyin özünde sevginin yattığını ve zorlukların sevgiyle aşılacağını düşünüyorum.benim için sevgi ,değer, babam ,annem ,çocuklarım, eşim"diyor.Teyzesinin kocasını öz babasından daha çok seven ve onun eksikliğini çok derinden hisseden yokluğundan büyük üzüntü duyan semra hanımın duyguları bana selvi boylum al yazmalımda ki sevgi neydi? Sevgi emekti  değer vermekti .sözlerini hatırlattı.
Şimdide başka bir öyküye yol alalım...
         Okumayı çok seven ve daha okula başlamadan önce öğretmen olacağına karar veren Aliye teyze ilk okula büyük bir sevinçle başlar ve beş yıl sonunda başarıyla ilk okul diplomasını aldığı gün diplomadaki isim dikkatini çeker ve koşarak eve gelir.Babacığım babacığım bak buraya senin adını yanlış yazmışlar der .Babasıda diplomayı eline alır ve "yanlışı düzeltiriz kızım der"ve o gün öğrenir evlatlık olduğunu onun üzerine babası Aliye teyzeyi nufusuna geçirir. Ve kızının okuması için elinden geleni yapan onun mutluluğu için her şeyi seferber eden bu güzel insanlar emeklerinin karşılığını öğretmen olan Aliye hanımın ağzından dökülen sözlerden duyabiliyoruz."ben çok şanslı bir insanım ne öğrendiysem annemden babamdan öğrendim ve bende faklı bir şey yapmadım sadece onlardan gördüklerimi uyguladım "diyen Aliye teyzenin mutluluğu ve onlara karşı duyduğu minnettarlığı gözlerinden okuyorum ve  bugün 70 yaşında ,hala ayakta olan aktif gönüllü işlerle hayatın içinde olan bu koca yürekli kadına teşekkür edrim.
            Vesile olan mı ? emek veren mi ?Aşık Veysel'in dediği gibi" iki kapılı bir handa gidiyorum gündüz gece"ilk kapı annemiz ,bu kapıdan gireriz dünyaya orada ağırlanırız misafir olarak bizden önce gelenler buraları öğrendiği için bize mihmandarlık yaparlar .Onların öncülüğünde bizde gidişatımıza yön veririz .Bu bazen bizim bilemediğimiz hesaplar ve elde olmayan sebebler nedeniyle bizi dünyaya getiren annenin elinden alınıp başka bir anneye emanet ediliriz .
        Kendi içimizdeki güzelliklere erebilmemiz için  bize bu yolda vesile olan doğuran maddi   fiziksel doğumumuzun yanında manevi doğumumuzun inşasında bizi sevgiyle büyüten  bizimle ilgilenen emanete bir çiçek misali bakıp narin saksılarda yetişmesine yardımcı olan sevgiyle sulayan ışıkla bilgiyle besleyen en sonunda çiçek açıp gül misali etrafına kokusunu yayan Semra hanımın  ve Aliye teyzenin şahsında bu nadir özel insanların ellerinde büyüyüp emanetlerine iyi baktıkları için örnek oldukları için elleri öpülesi bu insanlardan almamız gereken dersleri umarım almışızdır.doğurmak marifet değil  asıl marifet yaradan aşkına emek verip onu sevgiyle yetiştirmek."iyiki benim annem babam sizsiniz."Allah razı olsun dedirte bilmek .

         

5 Nisan 2016 Salı

EŞREF-İ MAHLUKAT

Hoşgeldin Bebek dünyaya!
Şeref verdin hanemize
Sevinçle ve özlemle beklediğimiz bu güzelliği ,
Büyüyünce neden ötekileştirir insan.
Oysa ki onun elindemi ülkesini seçmek?
Annesini babasını dinini dilini ırkkını cinsiyetini seçmek.
Sadece o dünyaya gelmeyi seçti insan gibi yaşamak ,
Kendi kendine şahit olabilmek  için.
Aylardan Nisan
Herşey yeşerdi baş verdi lisan
Eşrefi malukat olan insan davranışıydı ihsan.
                             Dünya köylüsü