27 Mart 2019 Çarşamba

HİKAYE VE ŞİİRİN DİLİNDEN TOKAT


                 Gazi Osman Paşa Ünv. Artova Meslek Yüksek Okulu İletişim Kulübü tarafından hazırlanan ''Hikâye ve Şiirin Dilinden Tokat'' Söyleşimiz gönüllerde güzel izler bıraktı.Önemli olan gönüllerin feth edilmesiydi. Meslek Yüksek Okulu İletişim Kulübünün Karşılaması bizleri ağırlamaları ve uğurlamalarıyla muhteşem bir güne imza atan gönlümüzü feth eden emeği geçen herkesi yürekten kutluyorum.
                 "Bir şehrin kültürünü ve miraslarını Tokat sevdalısı ve gönüllüsü olarak gençlerimize memleketimizi hikâye ve şiirin dilinden anlatmak, mihmandarlık etmek bizim için sunulan en güzel fırsat ve onurdu. Genç nesil için, Tokat için biz yüreğimizle oradaydık " diyen şair Rasim Yılmaz ile birlikte üniversite gençliğiyle buluşmamız ve yurdun dört bir yanından gelen öğrencilerimize Tokat'lı şair ve yazar olarak bizim gözümüzden memleketimizi onlara anlatmak,  ilkler tekler ve kırklar şehri Tokat'ı tarihsel kültürel farklılıklarımızı dillendirmek altını çizmek, bakış açılarımızı değiştirmek, yaşayan insan hazinelerinin örnekleriyle bozulmamış ahlakıyla Anadolu'nun mayası olan bu topraklarda doğan insanların karakterinde zuhur eden güzellikleri aktarmak için gittiğimiz Gazi Osman Paşa Ünv. Artova Meslek Yüksek Okulu İletişim kulübü tarafından hazırlanan etkinlikte heyecan doruktaydı. Çünkü İlkokulu Artovada okudum ve 40 yıl önce ilk şiirimi okuduğum ve arkadaşlarımla folklor oynadığım bu sahnede anılar gözümün önünde canlandı ve kendimi  çok mutlu gururlu ve duygusal hissettim. Öğrencilerin güçlü alkışlarıyla kendime geldim ve kırkkızlar efsanesinin yolculuğunu öğrencilerle paylaştım. Değerli arkadaşım şair Rasim Yılmaz yazdığı şiirlerle "Tokata Gitmek Gerek "dedi ve öğrencilerimizi şiirin mısralarında ilçe ilçe, mahalle mahalle gezdirdi. Okul rektörü,  Artova ilçesinin belediye başkanı, kaymakamı, komutanı, ilçe müftüsü ...herkes oradaydı çok samimi ve güzel bir ortamda bizi kuçakladılar ve söyleşiden duydukları memnuniyeti dile getirdiler. Şöyleşi sonrasında kitaplarımızı imzaladık ve öğrencilerle kitapları buluşturan, yazara destek veren Eğitimci Sayın Belediye başkanı Lütvi Yalçın Beyefendinin kitaba ve yazara verdiği destek benim için çok anlamlı, önemli ve yüce bir davranıştı. Çünkü ilk defa bir başkanın kitaba ve yazara verdiği değeri davranışlarına yansıtarak yanımızda olduğunu  hissettirmesi elbetteki yazar için çok kıymetliydi. Artova'lıların çok şanslı olduğunu düşünüyor ve özü sözü bir olan bir insana ilçelerini teslim ettikleri için hepsini yürekten kutluyorum.
              Bizleri okulunda ağırlayan okul rektörü Murat Okyay Demirörs Beyefendiye,Sayın Belediye başkanı Lütvi Yalçın Beyefendiye, kıymetli protökole, katılım ve katkıları için değerli öğrencilere, muhteşem bir katılımla gerçekleşen programda emeği geçen İletişim Kulübü ve kıymetli hocalarımıza Hıdır Polat hocamın şahsında ayrıca teşekkür ediyor nice kültür sanat programlarında buluşmayı temenni ediyoruz. Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
Ayla Bağ

24 Mart 2019 Pazar

Mahalle

Küçük bir kasabanın 4 ayrı mahallesi varmış.

Birinci mahallede”EVET AMA” lar yasıyormuş. Evet ama’lar her zaman ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise”evet ama” diye yanıtlarlarmış.Yanıtları hep yanlış olurmuş. Suçu’da başkalarına atmakta ustaymışlar…

İkinci mahallede”YAPACAĞIM” lar yasarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adim hazırlarlarmış ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yasamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

Üçüncü mahallede yasayan ”KEŞKE” çilerin hayati algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en iyi şekilde bilirlermiş ama… maalesef her şey olup bittikten sonra.”Keşke” cilerin de basları hep kanarmış, duvara vurmaktan !…

Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise”İYİ Kİ YAPTIM”lar otururmuş.

”Keşke”ciler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış. ”Yapacağım”lar ”Keşke”ciler ile birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.”Evet ama”lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından,günesin erken saatte dogması gerektiğinden şikayet ederlermiş. ”İyi ki yaptım” mahallesinde ki insanların kusuru da beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmamasıymış.Bu yüzden yasadıkları ortam her zaman güzel, düzenli ve huzurluymuş.

Bu hafta hep beraber ”İyi ki yaptım” mahallesine taşınmaya ne dersiniz
Alıntı

Sevgi damlacıkları

Bir öğretmen arkadaşla sohbetimizi sizinle paylaşmak istedim. Adının kullanılmasını istemediği için ona Hayri Öğretmen diyelim. Kendisi benim verdiğim üç günlük bir eğitime katılmıştı; o zamandan beri ara sıra buluşur, konuşuruz.

İyi bir öğrenci olan Recep (isim gerçek değil) son iki aydır gittikçe düşük notlar almaya başlıyor ve yine bu dönemde arkadaşlarıyla ara sıra kavgalı oluyor. Gittikçe kötüye giden bu durum Hayri öğretmenin dikkatini çekiyor ve öğrenciyle konuşmak istiyor.

Recep kendisine sorulduğunda bir sorun olmadığını söylüyor ve göz teması kurmuyor. Hayri öğretmen pek üstelemiyor. Diğer öğretmen arkadaşlarıyla konuşuyor, onlar da bir şey bilmiyor. Daha sonra Recebin en yakın arkadaşı olan bir başka öğrenciyle konuşuyor ve Recebin annesinin babasından ayrılma süreci içinde olduğunu öğreniyor. Bu ayrılma süreci içinde anne Recebi yanına almak istemiyor, baba ise başka bir şehre gideceğini ve Recebin annesinin yanında kalmasının daha doğru olacağını düşünüyor.

Sonuç olarak Recebi ne annesi ne de babası istiyor. Recep kendisini istenmeyen evlat olarak görüyor. O kadar gücüne gidiyor, o kadar utanıyor ki, bu durumu en yakın arkadaşına dahi söyleyemiyor. Recebin bir arkadaşı, annesinin komşusu olan bir başkasından durumu öğreniyor.

Hayri öğretmen ne yapacağını bilemiyor, ama Recebin içinde bulunduğu zor durumun farkında olarak onu izlemeye başlıyor. Durumu okul müdürüyle, rehber öğretmenle konuşuyor. Rehber öğretmenin konuşma isteğini de Recep olumlu bakmıyor ve Rehber öğretmenle buluştuklarında sessiz kalıyor.

Hayri öğretmenin aklına bir fikir geliyor; bizim seminerde “sevgi damlacıkları” adını verdiğimiz bir uygulamayı biraz değiştirerek sınıfa taşımaya karar veriyor. Bu uygulamanın aslında şöyle bir yol izleniyor: Uygulamaya katılanlar birbirlerinin yüzlerini görecek biçimde bir çember oluşturuyorlar. Sırası gelen kişiye” hedef” deniyor. Diyelim A kişisi hedef oldu: Çemberdeki herkes A’nın gözünün içine bakarak, onda gördüğü olumlu bir özelliği söylüyor. “Çalışkan ve dürüst bir insansın,” gibi. İsterse birden fazla olumlu özellikler de söyleyebiliyor; “Çalışkan ve dürüst bir insansın; senin müzik yeteneğine bayılıyorum ve hep arkadaşım olarak kalmanı istiyorum,” gibi. Daha sonra sıradaki kişi konuşuyor, o da A’da gördüğü olumlu özellikleri söylüyor. Her bir kişi en fazla 10 saniye konuşuyor. Bu süreç devam ederken A konuşanın gözünün içine bakmanın ötesinde başka bir şey yapmıyor. Sadece dinliyor. Tüm grup bittikten sonra gruba teşekkür ediyor ve şimdi burada neler hissettiklerini paylaşıyor.

Sonra sıra B kişisine geçiyor ve gruptaki herkes “hedef” oluncaya kadar süreç devam ediyor. (Otuz kişilik bir grup kişi başına ortalama 10 saniyeden 150 dakika alır.)

Bu güçlü bir uygulama. Bu uygulamada olumsuz hiçbir ifadeye izin verilmez. İfadenin temiz olması gerekir, olumlu ifadeden sonra “ama, fakat, ne var ki, keşke biraz da” gibi ifadelere yer verilmez. Konuşan kişi inandığı, var olduğunu gördüğü olumlu özellikleri söyleyecektir.

Bu uygulamadan sonra gruptakilerin ilişkisi yenilenmekte ve güven duygusu artmaktadır. Bence yılda bir birlikte çalışan insanların bunu yapması gerekir.

Hayri öğretmen bu uygulamayı değiştirerek her hafta bir öğrenciye sevgi damlacıkları uygulamasını yapmaya karar veriyor. Yani tüm öğrenciler değil, her hafta ancak bir öğrenci “hedef” olacaktır.

Peki, “hedef” kim olacak? Bir araştırma yapıyor ve hem isminde hem de soyadında “p” harfi olan tek kişinin Recep olduğunu saptıyor.

Hafta başında Recebin sınıfında kararını açıklıyor; uygulamayı anlatıyor. Kimle başlayacağımıza karar verelim, diyor. İlk isminde “p” harfi olanlar el kaldırsın, deyince üç kişi el kaldırıyor. Soyadında “p” harfi olan var mı deyince, sadece Recep el kaldırıyor. Evet, arkadaşlar Recep ile başlayacağız, diyor öğretmen. “Recep sen ilk olacaksın, bu uygulama bitince, önümüzdeki hafta kimin “hedef” olacağına sen karar vereceksin. Senin seçtiğin kişi de kendinden sonra kimin “hedef” olacağına karar verecek, böylece zincirleme herkes “hedef” oluncaya kadar uygulama her hafta devam edecek,” diyor.

Sınıftaki herkes Recebe gördüğü olumlu bir yönünü söylüyor. Beş dakikanın sonunda Recep gözyaşlarını tutamıyor. O dersin sonunda Hayri öğretmenle konuşmak istediğini söylüyor ve baş başa kaldıklarında durumu olduğu gibi anlatıyor.

Hayri öğretmen o noktadan sonra Recep’ten izin alarak ona yardımcı olmaya başlıyor; müdür, müdür yardımcısı, rehber öğretmen devreye giriyor. Uygun ortamlar yaratılarak baba ve anneyle konuşuluyor; hayretle görülüyor ki, anne ve baba Recebi nasıl etkilediklerinin farkında değiller.

Recebin aynı okulda kalarak, arkadaşları ve öğretmenlerinde ayrılmadan eğitimine devam etmesi olanağı sağlanıyor.

***

Sevgi damlacıkları uygulamasını sınıfa taşıyan “Hayri” öğretmeni kutluyorum. Bence her aile, doğum günü olan kişiyi” hedef” yaparak sevgi damlacıklarını uygulayabilir. Her öğretmen o gün doğum günü olan öğrencisini “hedef” ilan ederek sevgi damlacıklarını uygulayabilir.

Lütfen, tanıdığınız tüm öğretmenlerle paylaşın.

Böyle yaratıcı bir uygulamayı benimle paylaşarak “Hayri” öğretmen benim ufkumu açtı. “Öğretmen gibi öğretmen.” Teşekkür ediyorum.

Doğan Cüceloğlu

Kendisini gerçekleştiren insan

KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMİŞ İNSAN MODELİ

1- Bu insanlar, yaşamın her yönünü severler, şikâyet etmekle ya da olayların daha değişik olmasını istemekle vakit kaybetmezler.

2- Bağımsızlıklarına çok düşkündürler. Aileye güçlü bir sevgi ve bağlılık duymalarına rağmen, ilişkilerinde bağımsız olmaya özen gösterirler.

3- Sevgi anlayışları, sevdiklerine hiçbir değeri zorla kabul ettirmemeyi gerektirir.

4- Onay aramak gereksinimleri yoktur. Övgü ve ödül talep etmezler.

5- Çok açık ve dürüst konuşurlar, çünkü vermek istedikleri mesajları, başkalarını memnun etmek için dikkatli sözcükler arkasına gizlemezler.

6- Gülmeyi ve başkalarını güldürmeyi iyi bilirler.

7- Kendilerini şikâyet etmeden kabullenirler. Fiziksel benliklerini, sahteliklerle gizlemezler.

8- Doğal yaşamı takdir ederler. Başkalarına eğlenceli gelmeyen şeylerden zevk alma yetenekleri vardır. Gün batımını izlemek, ya da kırlarda küçük bir gezinti yapabilmek, doğum yapan bir kediyi izlemek onlar için mükemmel bir şeydir ve şükran duyarlar.

9- Başka insanları çok iyi anlarlar ve asla şaşırıp şok olmazlar.

10- Gereksiz kavgalarda asla taraf olmazlar.

11- Hastalık hastası değildirler.

12- Dürüsttürler, asla yalan söylemezler, olayları çarpıtmazlar.

13- İnsanlar hakkında konuşmaz, insanlarla konuşurlar.

14- Titizlik ya da düzenlilik gibi dertleri yoktur, verimli yaşamaya bakarlar. Organizasyon nevrozundan bağımsız oldukları için yaratıcıdırlar.

15- Bu insanların müthiş bir enerjileri vardır. Enerjileri doğaüstü değildir, yalnızca yaşamı ve yaşamdaki aktiviteleri sevmelerinin bir sonucudur.

16- Şiddetli bir merak duygusuna sahiptirler. Hep araştırır, yaşamlarının her anını kavramak isterler. Her insan, her varlık ve her olay, daha çok öğrenmek için bir fırsattır.

17- Başarısız olmaktan korkmazlar, hatta onu sevinçle kabul ederler. Bu insanlar, kendilerine zarar verecek duyguları yok etme ve kendilerine verdikleri değeri artıracak olanları doya doya yaşama yeteneğine sahiptirler.

18- Bu mutlu insanlar, asla kendilerini savunma gereksinimi duymazlar. Basitçe 'her şey yolunda, biz yalnızca farklıyız. Anlaşmak zorunda değiliz' derler. Bir tartışmayı, kazanma ve karşısındakini konumunun yanlışlığına ikna etme gereksinimi duymadan, burada keserler.

19- Değerleri dar değildir. Kendilerini tüm insan ırkının bir parçası olarak görürler. Daha çok düşman öldürmekten sevinç duymazlar.

20- Kahramanları ya da putlaştırdıkları insanları yoktur. Herkesi insan olarak görür ve hiç kimseyi kendilerinden önemli konuma getirmezler.

21- Başkalarının yeteneksizliği nedeni ile kazanmak yerine, zaferi kendi çabaları ile elde etmeyi yeğlerler.

22- Komşularının ne yaptığını fark etmezler, çünkü var olmakla meşguldürler.

23- En önemlisi bu insanlar 'KENDİLERİNİ SEVERLER'. Kendilerine acımak, kendilerini reddetmek, kendilerine öfkelenmek için zamanları yoktur. Elbette sorunları vardır, ama sorunların onları duygusal paralizasyona götürmesine izin vermezler. Tökezleyip düştüklerinde, tekrar ayağa kalkar ve sızlanmadan yaşamaya devam ederler.

24- Hatalı alanlardan bağımsız insanlar, mutluluğu kovalamazlar, sadece yaşarlar ve mutluluk onları bulur. Gerçekten nadir bulunan insanlardır, onlar için her gün mükemmeldir.Alıntı...

Dr. Wayne Dyer

Öğren ve uygula

Sevgili Şükriye Süpürgecioğlu sayfasından..

Brezilyalı bir doktora ait bu yazıyı mutlaka okuyun ve hatta her gün yeniden okuyun..
Eğer hasta olmak istemiyorsan :

Duygularını anlat.
* Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular; gastrit, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar.
* Zamanla, duyguların bastırılması kansere dönüşür.
Öyleyse, sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız!
* Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel birer terapidir!

Karar Vermelisin..
* Kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. Kararsızlık, sorunları, endişeleri ve çatışmaları çoğaltır.
* İnsanlık tarihi kararlardan oluşur.
* Karar vermek, diğerlerinin kazanması için vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir.
* Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunlarının kurbanıdırlar.

Olduğundan Farklı Yaşama.
* Gerçeği saklayan, rol yapan, her zaman mutlu olduğu görüntüsü veren, mükemmel görünmek isteyen kişi tonlarca ağırlığı biriktirmektedir. Ayağı kilden olan bronz bir heykeldir.
* Aldatıcı görünerek yaşamak kadar sağlık için kötü bir şey yoktur.Kaderleri ilaç, hastane ve acıdır.

Kabullen.
* Reddedicilik ve kendine saygı eksikliği, kendimizi kendimize yabancılaştırır.
* Kendimizle barışık olmak sağlıklı yaşamın anahtarıdır. Bunu kabul etmeyenler kıskanç, taklitçi, aşırı rekabetçi ve yıkıcı olurlar.
* Eleştirileri kabullen. Bu bilgelik, akıllılık ve terapidir.

Çözümler Bul.
* Olumsuz kişiler çözüm bulamazlar ve sorunları büyütürler. Üzülmeyi, dedikoduyu ve kötümserliği tercih ederler.
* Karanlığı kovmak için kibrit yakmalı. Arı ufacıktır fakat var olan en tatlı şeylerden birisini üretir.
* Biz ne düşünüyorsak oyuz.
* Olumsuz düşünce, hastalığa dönüşen negatif enerji üretir.

Güven.
* Güvenmeyen kişi iletişim kuramaz, açık değildir, derin ve sağlam ilişkiler geliştiremez, gerçek arkadaşlıkları nasıl kurabileceğini bilemez. Güven olmadan, bir ilişki de olamaz. Güvensizlik sendeki inancın azlığıdır.

Hayatı Üzgün Yaşama.
* Mizah. Kahkaha. Huzur. Mutluluk. Bunlar sağlığa güç verir ve daha uzun bir yaşam getirir.
* Mutlu kişi yaşadığı çevresini geliştirir. “İyi mizah bizi doktorun elinden korur”.

* Mutluluk sağlık ve terapidir.

Dr. Dráuzio Varella

16 Mart 2019 Cumartesi

ÇANAKKALE RUHU

        Çanakkale ruhu  bir dik duruşun adıdır, tuzak kuranların üstünde bir tuzak kuran var deyip iman gücüyle yaradana sığınıp elinden gelenin en iyisini yapmak ve bütünün hayrına kudretiyle  güzelliği inşa edenlerin kurtuluşa erdiği yer demektir.

Çanakkale ruhu bütün kötülükleri yenerek 7 düvele meydan okumak onlara baş gelmek biz olmaktır.

Bu ruh, karakrakterinde ki var olan bozulmamış fıtratıyla  olayların karşısında insanlığın gereğini yapanlar demektir, vazgeçmemek, mücadele etmek, mucizeler yaratmak, hayal etmek ve güzel yarınların geleceğini yeryüzünde özgürce  inşa etmek ve diriliş demektir.

Çanakkale demek İyiliğin güzelliğin hakim geldiği, kötülüğü ve kötüleri boğaza gömmek ve "Çanakkale geçilmez" imzasını atan tüm dünyaya altın harflerle yiğitlerin yazdığı destan demektir. Birlik olmak tevhit bilinci oluşturmak demektir.

Bugün bu ruhu yaşatmaya çalışan günümüz insanı kendi hayatını kurtarma şavaşı vererek 7 düvelle mücadele edip  insan olarak ayakta kalmaya  çalışıyor.
Nasıl mı?

-Kişi KENDİSİNİ kaybetmeden özgürce içinde var olan potansiyelini açığa çıkartarak hayatta kalabilme ve var olabilme savaşında iz bırakabilmek gayretini gösteren insanoğlunun kendisiyle ve çevresiyle olan mücadelesini bu savaşa benzetebiliriz.

-İnsanlığın temeline koyulan bombayı farkeden analar ve babalar AİLEYİ  bir arada tutabilme bu bütünlüğü koruyabilme ve biz olabilmeyi başarma gayretini gösterebilenlerin çalışmalarını bu savaşa benzete biliriz.

-TOPLUMUN  protatipine bakarak medeni bir toplumun gelişmesini ve yıkımını bu toplumun davranışlarında ayakta kalmak için tarihiyle derin bağ kurmak ve kültürünü yaşatma mücadelesinde görebiliriz.

- Bu ruhu koruyabilmek için medyayla olan seyrimizde  bize sundukları dizilerdeki AHLAK sız dayatmalarına karşı olan savaşımızı ortaya koyduğumuz tavrımızla yaptığımız bir mücadelenin gelenek ve göreneklerimize bağlılığında görebiliriz.

-EKONOMİK alanda bizim içine düştüğümüz faiz batağıyla, israflarla ömrümüzü bankaların çalışanı köleleri olmama savaşını verirken evsiz barksız arabasız kalabilmeyi şatafattan uzak  sade yaşamayı göze alabilmekte görebiliriz.

-EĞİTİMLİ  güzel insanların çabalarıyla bilimde öncü olmak, aklımızı kullanmak, düşünmek ve aydın insanların liderliğinde  kuran ahlakıyla kamil insan olmanın çabasını, cahilliğin yol açtığı karanlıklarda, kol gezdiği meydanlarda  bu ruhu yaşatanlarda görebiliriz.

Günümüzde savaşların adı değişti. Silah icat oldu mertlik bozuldu. Teknoloji
ilerledi insanlık bozuldu.104 yıl önce verilen bu mücadelenin galip geldiği kendisiyle barışık, güvenilir, toplumun en küçük yapı taşı ailenin bütünlüğünü ve huzurunu öncelik edinen sanat alanında ve  her alanda öncü olan bu ruh bugün  teknolojinin ve sanayinin aşırı getirileriyle insanoğlunun dengesini bozdu. Ekolojinin, biyolojinin, doğanın, psikolojinin, sosyolojinin, yediğimiz içtiğimiz gıdaların, genleriyle oynanmış tohumların, Eğitimin, doğal olmayan yapay yaşamların getirdiği yapay hayatların sağlıksız hasta insanların duygusuz,  sevgisiz,merhametsiz ve hissiz bir nesille kaybolmaya yüz tutmuş insanlığın arayışları içinde İNSAN kalabilme savaşı verenlere şahitlik etmenin huzurudur Çanakkale ruhunun zaferi.
Dünya Köylüsü
   Ayla Bağ

15 Mart 2019 Cuma

BÜTÜNÜ GÖRMEK

“Olayları Tam Görmek”
                Başarı Öyküleri; “Vaktin birinde padişahın biri bir rüya görmüş. Rüyada denizin dibinde geziniyormuş. Uzakta dev bir karaltı fark etmiş. Karaltı ona seslenmiş; “Yaklaş ve beni gör. Benim mahiyetimi kavrarsan saadetin en büyüğüne ulaşacaksın.” Padişah tam yaklaşmaya karar vermiş ki o anda uyanmış.
              Uyanınca meraka kapılmış. Acaba gerçekten denizin dibinde böyle bir şey var mıydı? Bu nasıl bir rüyaydı ve niçin ona yaklaşamamıştı? Sonunda dalgıçları toplamaya ve bu işin mahiyetini öğrenmeye karar vermiş. “Kim bana deniz dibinde gördüğüm şeyin resmini çizebilirse ona yeryüzünün en büyük ödülünü sunacağım” diye ferman çıkarmış ve bunu tellallar aracılığıyla tüm memlekete duyurmuş. Dünyanın dört bir yanından dalgıçlar gelmiş. Her gelen dalgıç, verileceği bildirilen ödüllere bir an önce kavuşmak arzusuyla suya dalarak deniz dibindeki karaltının neye benzediğini anlamaya çalışmış. Sayısız dalgıç denize dalıp çıkmış.
               Kimisi, o bir hortumdur demiş; kimisi, o bir sütundur demiş; kimisi, o bir kamçıya benziyor demiş; kimisi, yayvan bir et parçasıdır demiş; kimisi de, yan yana iki hançerdir demiş. Her dalgıç, kendi gördüğünün doğru olduğuna yemin ediyormuş. Padişah ise söylenenlerden bir türlü tatmin olamıyormuş. Çünkü onun gördüğü karaltı dalgıçların söylediği bütün şekillerinden çok farklıymış. Sabırla, onun tamamını kavrayacak ve onu olduğu gibi tarif edecek bir dalgıcın çıkmasını bekliyormuş. Sayısız dalgıç denizin dibine dalmış çıkmış. Hiçbirinin söylediği tam olarak diğeri ile örtüşmemiş. Sonunda danışmanlarından biri bu parçaları birleştirmeyi akıl etmiş. Bütün parçalar yerli yerine oturtulunca gövdesi, başı, kuyruğu, hortumu, sütun gibi ayakları ile ortaya bir fil çıkmış. Danışmanı çizilen resmi padişahın önüne koyunca, padişah büyük bir heyecanla “Evet işte benim gördüğüm buydu!’ demiş.

Çocuklar:

“Peki, padişah kime ödül vermiş?” diye sorunca Yaşlı bilge, onların gözlerinin içine bakarak, şu cevabı verir:

             “Bakın çocuklar, siz de o acemi dalgıçlar gibi tek unsurda kalıyorsunuz. Bunu aşın. Eşyayı önce bir harf olarak algılayın, sonra bütüne ulaşın. Eğer ‘A’ ya ‘A’ derseniz, o kendisinden başka bir şey ifade etmez. Ama onu bir harf olarak görürseniz o hem alfabeyi, hem katibi, hem kendisini göstermiş olur.”

Çocuklar bu yanıt üzerine:

“Yani herkese ödül mü verilmiş?” diye sorunca Yaşlı bilge;

“Bundan size ne?” diyerek sözlerine devam etmiş: “Siz eğer ödüllere takılıp kalırsanız bu hikaye size hiçbir şey anlatmaz.

                  Şimdi ben size sorayım: ‘Fili sütuna benzeten’ yalan mı söylemiş oldu? Yahut ‘Fil bir hortumdur’ diyen padişahı aldattı mı? Ya onu hançere benzeten? Hayır, herkes kendi algılama kapasitesince onu kavrayabildi ve öyle anlattı. Kimse yanlış bir şey söylemedi. Ama hepsi eksik söyledi. Çoğu doğrular da böyledir. O yüzden size göre olan, ötekine göre değişir. Eğer doğruları üst üste koyabilir ve onlardan bütün meydana getirebilirseniz gerçeğe ulaşmış olursunuz. Ama gerçeği asla tam olarak bilemezsiniz. Mutlak ve sonsuzu ne kadar kavrayabilirsiniz ki?

                Tabi böyle olunca sizin doğrularınız size, ötekilerin doğrusu onlar ait kalır ve herkes kendi doğrusunu daha sevimli bulur. Herkes kendi doğrusunda ısrar edince de çatışma başlar. İşin özü budur.” der.

Adem Özbay

www.instagram.com/dusunenakil

10 Mart 2019 Pazar

ENERJİ

Bir dalganın belli bir zaman birimi (genellikle saniye) içerisinde tekrarlanma sıklığına, yani bir saniye içindeki döngü sayısına “frekans” denir. “Hertz” birimiyle ölçülür. Herşey titreşmektedir. Bu nedenle herşeyin frekansı vardır. İnsan bedenindeki her hücrenin kendine göre bir doğal frekansı vardır. Aynı şekilde, her hastalığın, her bakterinin , her virüsün de doğal frekansı vardır. Her hücreyi kendi doğal frekansına döndürmek, bedeni sağlığa kavuşturur. Bedenin frekansıyla çatışan, onu bloke eden dalga boyları ise hastalığa hatta ölüme neden olabilir. Yalnız maddî/fiziksel şeylerin değil, duyguların, düşüncelerin, isteklerin, ilişkilerin, filmlerin, kitapların, dokümanların, toplumsal konuların ve bireysel bilincimizin de frekansı vardır.

Amerikalı Bilim Adamı Dr. David Hawkins , ( 1927-2012) frekanslar , frekansların bilinç düzeylerinde etkisi , ilişkisi üzerine binlerce araştırma yapmış ve ortaya Hawkins bilinç haritasıdenen Tabloyu çıkarmıştır. Yaptığı deneylerde , yüksek frekanslı duygu ve düşüncelerin ; düşük frekanslı olanlardan daha güçlü ve etkili olduğunu . En yüksek frekansa ulaşmış bir bilincin düşük frekanslı 70 milyon bilinci dengelediğini klinik olarak kanıtlamış ve Power vs Force - An Anato my of Consciousness ( Güç Kuvvete Karşı – Bilincin Anatomisi ) Kitabında detaylı olarak anlatmış.

Yapılan araştırmalardan kritik seviyenin 200-cesaret olduğu, ölçümü 200 un altında çıkan duyguların düşüncelerin, durumların kişiyi ve çevresini zayıflattığı , yorduğunu, aşağıya çektiğini ortaya çıkartmış.

Bir başka ilginç bulguysa , yüksek bilinç frekanslarının şaşırtıcı sayıda düşük frekansı dengelediği yönünde . Bireylerden herhangi birinin bilinç frekansı yükseldiğinde , çok sayıda düşük frekanslı bilinci etkileyip dengeleme imkanı olması .

Tablo şöyle :

300 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 90.000 kişiyi,
400 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 400.000 kişiyi,
500 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 750.000kişiyi,
600 seviyesindeki bir kişi 200’ün altındaki 10 milyon kişiyi,
700 seviyesindeki bir kişi ise 200’ün altındaki 70 milyon kişiyi dengelediği görülmüş.

Pozitif ve herşeyi olduğu gibi kabullenen mutlu bir insanın yaydığı enerji, 90.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan bir insanın yaydığı enerji,750.000 insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Barış ve huzur içinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji,10 milyon insanin yaydıgı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Mevlanalığı yaşayan bir insanın yaydığı enerji,70 milyon insanin yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir.
Peygamber,budha seviyesinde yaşayan bir insanın yaydığı enerji ise tüm insanlıgın yaydığı düşük enerjiyi dengelemektedir...

Yapılan araştırmalar ve sonuç teyitleri yıllar sürmüş ve yüzbinlerce denek üzerinde çalışılmış.
Hawkins, insanlığın %85’inin 200’ün altında titreştiğini, son dönemde insanlığın ortalama farkındalık seviyesinin 204’e ulaştığını, yani negatif-pozitif sınırını aştığını, ancak insanın anlamlı bir şekilde tatmininin 250’nin altında gerçekleşemediğini yazmaktadır.
Bireyler gibi, toplumların ve kültürlerin, ülkelerin, coğrafyaların da titreşim seviyeleri vardır. Bu titreşimler , o alanda yaşayan insanlar, bitkiler , toprak, hava, eşyalar,binalar vs tarafından oluşturulmaktadır. 200’ün altındaki enerji alanları, açlık, kıtlık ve hastalıkların çok yaşandığı, cahillik ve işsizliğin çok olduğu, ilkel şartlara sahip ortamlardır. Tatmin edici bir yaşam 250 lerde başlamaktadır. 300’lerde teknolojik ve ekonomik olarak çok gelişmiş bir toplum mümkün olmakta, 400’lerde ise yüksek bir eğitim, bilgi, kültür ve sanat seviyesi yaşanacaktır. 500, başka bir büyük sıçramanın gerçekleştiği bir eşiktir. 500’lerin sonlarında toplum artık spiritüel bir toplum haline gelmektedir. 600, bütün topluma şefkat ve sevginin hâkim olduğu, bütün eylemleri sevginin yönlendirdiği bir seviyedir.

Şimdi tablonun 200 ün altında kalan ve 200 ün üstünde kalan kısımlarına tekrar göz atalım . Sonra dönüp içimize, düşüncelerimize, sözlerimize, dualarımıza bakalım . Biz acaba bu tablonun neresindeyiz. Yaşadığımız yeri, mahalleyi, kenti, ülkeyi, dünyayı iyileştirmek için bizim üzerimize düşen nedir ?

Kaynak : Power vs Force - An Anato my of Consciousness
Dr. David Hawkins

www.instagram.com/dusunenakil

8 Mart 2019 Cuma

Sunum konuşma

"Ey kahraman türk kadını sen yerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde  göklere yükselmeye layıksın"
Sözünün vucut bulduğu Anadolu'nun mayası olan  bu topraklardan hepinizi en kalbi duygularımla selamlıyorum sevgilerimi iletiyorum.
Öncelikle Bizleri sizlerle buluşturan Kadem başkanı Müjgan Aslan hanımefendiye, Nazan Aslanel hocama emeği geçenlere çok çok teşekkür ederim.
KADINLAR
 Nice kadınlar gördüm ,gözleri gülen bazende ağlayan
Ama yılmayan.
Kadınlar gördüm ,dik duruşlu,tek vuruşluk
Ama yıkılmayan.
Kadınlar tanıdım,çileli,cefakar ,fedakar
Bir nedenle hayata tutunan.
Kadınlar gördüm varlığıyla güven veren
Yokluğunda karanlığa düşülen.
Kadınlar  tanıdım,eli kalem tutan ,şiir yazan
Etrafını aydınlatan ışık olan
Kadınlar gördüm ,elinde fırçayla renkleri konuşturan
Düşüncelerini  duygularını tuale yansıtan.
Kadınlar gördüm ,körpecik henüz aşkı tatmamış baş vermemiş
Zamanı geldiğinde yeşerecek ,beşerin önderliğinde.
Kadınlar  tanıdım, hamur yoğuran,çamura şekil veren çocuk doğuran
Kadınlar gördüm kendi çapında kandil,mum,lamba ,yıldız ,ay ,güneş olan
Hepsinin makamı mevkisi şekli şemali farklıydı,
Ama bakışlarındaki umut,sevinç ,üzüntü ,hep aynıydı .
Çünkü herkes bulunduğu yerin direğiydi...

Kadınlar evin direği
Erkeğin en çok sevdiği
Yavrularının sıcacık kucağı
Yeryüzünün suyu toprağı
Toplumun temeli
Hayatın kilit taşıdır KADINLAR...
Anadolu kadınlarıydı onlar meslek haneleri dolu ünvanları ise anaydı dolu dolu anadolu kadınlarıydı onlar.
 Kırkkızlar efsanesini bundan 7 yıl önce tesadüfen televizyonda izlediğim Tokatı anlatan bir belgeselde dinledim ve hikayeye vuruldum. Bende yüreğime düşen bu korun doğrultusunda yola çıktım köy köy ilçe ilçe il il gezdim değerli yaşam öyküleri topladım ve hayat öykületinden etkilendiğim 40 kadının hikayesini bu kitaba aldım ve her bir hayat hikayesi üzerinden değerlerimizi işlemeye çalıştım. Çalışmak, üretmek, sabır, ön yargılarımızı kırmak bakış açılarımızı değiştirmek ve unuttuğumuz değerleri aslında içimizde var olan değerleri yeniden hatırlamak ve hatırlatmak için yola koyuldum. Hayat dediğimiz bu yolculukta kırk aynadan kendimize bakmak ve değerli yaşam öyküleriyle işimizi kolaylaştırmak ve içimizde var olan potansiyeli keşfetmek istedim. Güzel örnekleri çoğaltmak ve güzelliği güzelliklerle mayalandırmak gerektiğini düşündüm. Bu doğrultuda hayalim olan bu düşüncenin fiziki boyuta taşınmış haliyle bu kitap çıktı ortaya. Yöresel bir çalışma oldu. İstedimki önce kendi değerlerimizi bilelim kıymetlendirelim. Hedefim Türkiye'de kırk kadın , daha sonra dünyada kırk kadının öyküsünü yazmak destek bulabilersem bunu başarmak istiyorum.Valiliğimiz himayesinde  Milli eğitim müd desteğiyle kırkkızlar proje kapsamında Şimdi okullarda öğrencilerimizle buluşuyor. Konaklarda kadınlarımızla buluşup inancın yarattığı mucizeleri, hayallerin sınırının olmadığını sevginin dili olan sevdamızın dillendirilmesi için kadınlarımızın başarı öykülerini kendi ağızlerından dinledik. Tesiri ve etkisi çok büyük oldu. Yaptığımız bu çalışmalarla fark yarattık.ve efsanenin tanımını yeniden yaptık. Kendisini gerçekleştiren var olan potansiyelini açığa çıkartan ve insanlara faydalı olan kendi çapında yüksek başarıyı sağlayan kişi efsanedir dedik.
Bu hikayelere geçmeden önce sizlerle kırkkızlar efsanesini paylaşmak istiyorum.
Hikayeyi anlat...
Anadoluyu bir tencere süt olarak düşünürsek bu bir tencere sütü çalmak için bir kaşık yoğurda ihtiyacımız varsa işte o bir kaşık yoğurt bu topraklarda doğan ve karakterinde bozulmamış ahlakı değerleri doğruluk dürüstlük genlerini taşıyan bu coğrafyada doğan insanların diğer insanları mayalandırma görevi var.
İlkler, tekler, ve kırklar şehri Tokat...
İlk üniversite dünya üzerinde bu topraklarda kurulmuş, turizm otelcilik alanında ilk otel örneğine tarihte deveciler hanında mimarisine rastlanmış.
Omuz halayımız dünyada tek ve ilk
Ovalarıyla ırmağıyla verimli topraklarıyla endemik bitki örtüsü ve canlı örtüsüyle kendi içinde otantikliğini koruyan ve kendi kendine döngüselliğini sağlayan bir il.
Dünyanın en güzel suyu bu topraklardan çıkar niksar ayvaz suyu.
Kırk sayısı olgunlaşmayı ifade eder ve demlenmiş insanıyla ürettiği zanaatlarıyla ve çoğrafik özellikleriyle tüm insanlığa öncü olan bir memmleket.
Bu efsanelerden bir kaçı içimizden bir değer olan kadınlarımız.
Hayallerinde sınır tanımayan yaşın sınırı olmadığını bize öğreten Tülay Atilla hanımefendi.
Anne sevgisi mucize Cemile Sucu
Üvey anne Merdiye yılmaz, şiiri oku.
Kültürümüze hizmet eden yasemin ertaştan, züleyha koç kilim,baskı kalıp ve yazmacılık.
Ezandan önce uyanırdı annem şiirini oku...
2017 yılında yılın annesi seçilen Gülüzar Akdağ hanımefendi.
           Gülüzar Akdağ hanımefendinin üzerinden sabrın, metanetli duruşun, yaradana olan inancın en doğal haliyle aramızda olması bize güç verdi. Şehit  Yakup Akdağın annesi 29 yaşında ki bir evladını şehit veren ve özel bir genç kızımızın annesi olan "sevda anlatılmaz yaşanır "diyerek bizim Bakış açılarımızı değiştiren bir kadın, bir anne. O nu tanıdığımızda  kendi sevgimizi sorguladık. Bizler çocuklarımızı koşullu sevdik. Eğer yemeğini yersen seni severim dedik, Eğer dersini çalışırsan, odanı toplarsan seni severim dedik .
Birde çünkü sevgilerimiz vardı. Seni seviyorum çünkü çok çalışkansın, Seni seviyorum çünkü çok başarılısın dedik ve güvensizliği aşıladık bilmeden çocuklarımıza taa ki Gülüzar anneyi tanıyana kadar onu tanıdıktan sonra herşeye rağmen seni seviyorum diye bilmeyi öğrendik. Şimdi annelik bir sanatsa Gülüzar anne bir zanatkar diyoruz ve  O yüce annenin yetiştirdiği Sevda Akdağın yazdığı mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
Mektubu oku...
Anadolu kadınlarıydı onlar meslek haneleri dolu ünvanları ise anaydı
dolu dolu anadolu kadınlarıydı onlar.
Mühendis oldular kat kat bina inşa ettiler
Mimar oldular geçmişi geleceğe bağlayan köprüler kurdular.
Öğretmen oldular hayat okullarında boy boy insan yetiştirdiler.
Anadolu kadınlarıydı onlar meslek haneleri dolu ünvanları ise anaydı
Dolu dolu anadolu kadınlarıydı onlar.
Burada bulunan tüm kadınlarımızın anneler gününü kutlar,  annesini seven kadınını omuzlarında taşıyan yiğit erkeklerimizi saygıyla selamlıyorum. Her şey gönlünüzce olsun.Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya köylüsü
Ayla Bağ

7 Mart 2019 Perşembe

KADININ SIRRI

Kadın hayatın kilit taşıdır. Kilit taşı olan kadını hayatın içinden koparıp  aldığınızda toplum çöker. Bir enkaz haline gelir.
Kadının sırrı nerede gizli?sorusuna verilen cevaplar...
Bence kadının sırrı, sen yapamazsın diyenlere karşı en iyisini yaparak gösterdiği azminde gizli. Kendi kişilik renklerini özelde ve iş hayatındaki yaşamına yansıtmasıdır nevi şahsına münhasır olmasında gizlidir sırrı. Kendine duyduğu güven çevresine duyduğu saygıdan ileri gelir.
Bence kadının sırrı,  İnsanlığın tüm sorunlarına çözüm sunmak için gerekli olan tek şeydir.
Bence kadının sırrı,  Söylenmiş olanı yeniden söylemek yerine söylenmemiş olanı söyleye bilmesinde gizli.Toplumun çimentosu demiridir. Ne kadar sağlam o kadar yüce bir toplum olmasında gizlidir kadının içindeki sır.
Sevgisinde ve saygısında gizlidir sevmek lazım herşeyi değer katmak güzellikleri çoğaltmasında gizlidir.
Sır benzersiz olmasında gizlidir, hayatın itici gücüdür, merkezindeki güç kudretinde gizlidir.
Kadının sırrı kendi yapabileceklerine olan inancında gizlidir.
Sabrında, nezaketinde, becerikliliğinde marifetinde metanetli olmasında görürsünüz siz bu sırrı.
Hayallerini gerçekleştirebilmesinde, okumasında, başarılı olmak sosyal hayatın içinde özgürce var olabilmesinde gizlidir. Gönüllülük esasına vararak yaptığı  çalışmalardan aldığı huzurda gizlidir sırrı.
Bence kadının sırrı elindeki hamurları bile ziyan etmeyip karınca yuvalarına serpiştiren merhametinde gizli, gülen yüzünde akan tuzlu yaşında, dik duruşunda,  kabullennişinde çözüm odaklı çalışmasında gizli
Yani demem o ki
Hayatımızın baş rölünü oynarken elimizdeki anahtarları kimsaye kaptırmadan bu sırra ermek ve hayatımızı yaşarken anlamlı kılmak için var olmalıyız. İz bırakanlardan olmak güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
   Ayla Bağ





KADINLAR GÜNÜ

                 Dolu dolu Anadolu kadınlarının mayası, değer ve kıymet bilmek adına pusulamız olan kutupyıldızı misali bize ışık olan kırk kızlardı onlar. İyi belde anlamına gelen danişmentlilerin diyarı danışılan adamların kalesi olan
-Niksar'da baş vermiş hayallerde var olmuş İÇİNDE KALAN UKTE'yle  şiar edinmiş çalışmayı yaşın sınırının  olmadığını göstermiş ürettiği çinilerle  üç kıtaya, tüm engelleri sevgiyle aşarak ÜMİT vermiş özel insanlara gönüllere taht kurmuş yılardır, KÜLTÜR'üyle  var olmuş beslenmiş köklerden yeşertmiş dallarını nevbahar misali...
-Erbaa'da  şair olmuş dile gelmiş BİR SIRRI VAR BU ALEMİN demiş ve muhtarlığını kurmuş  ÇAMLIBEL'in  tepesine,
-Artova'da tüm art niyetlilere meydan okumuş arıyla namusuyla bir yaralı MERAL gelin,
-Almus'ta pozantı vadisinde MÜNEVVER akan bir çeşme var serçe parmak kalınlığında suyu haram etmiş gece gündüz uykuyu akar da akar arısu...
-Zile de muhterem bir ELİF  ana, otantik özelliklerini koruyan orta asyadan gelen bir DESTE GÜL,
-Yeşilyurt yurtsuzlara barksızlara vatan olan ŞİRİN bir  diyar,
-Sulusaray'da abdallar dükkanın açmış  SEVGİ'y'le
 -Reşadiye'den ses verir dalına konan GÜL'ün  bülbülü, başında ki yazmanın BAHAR'da  açan sarı çiçeği.
-Pazar'da sergilersin özünü KAMERAMAN'ın çektiği filmle, KADIN ANA'nın evinde.
-Turhal'lıyız hep bir hallıyız dersin DİRİL'ip  şaha kalkınca, duygular tuvale dökülüp resmedilince GÜLTEN' inde, mayalarsın özünü EYİMAYA'yla işte o zaman  emin olursun KIYAK  bir gelecekten.
-Başçiflikte baş verirsin affetmenin güzelliğiyle...HANIMAĞA olursun ...
                    Merkezde karşılar seni zanaatkarların ustaların şahı hanımeller, güneşin sıcağında demlenmiş alın teriyle işlenmiş yaşam öykülerinden beslendiğimiz, sohpetlerinde yol bulduğumuz göz den göze akan nurun aydınlığı ile mayalandığımız, bozulmamış doğal ahlaki değerlerin bu coğrafyada doğan insanların karakterinde zuhur etmişliğinin onuruyla. İçinde, sevgi,  merhamet, cömertlik ve cesaret olan " Ey Kahraman Türk  Kadını  Sen Yerde Sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" sözünün vucut bulduğu bu topraklardan insanlık gereği yapılması gerekeni anda yapan tüm yiğit kadınların günü kutlu olsun.Dolu dolu Anadolu kadınlarıydı onlar, meslek haneleri dolu ünvanları ise anaydı dolu dolu ANADOLU KADINLARIYDI onlar...
Dünya Köylüsü
   Ayla Bağ

3 Mart 2019 Pazar

Türkiye de İlk ve Tek Kadın Urgancı Ustası Ayşe Demir

             Girişimciliği, çalışma azmi ve kadın olarak yaptığı işin Türkiye'de ilk ve tek olmasının farkındalığıyla bir çok kadına öncü olan, üniversiteyi kazandığı halde babasının ben seni gurbet ellerde okutamam demesi üzerine urgancı Cemil beyle evlenen ve bu işi benimseyen bende bu işi yapıyorsam en iyisini yapacağım kendimi geliştireceğim ve Türkiye'de bu alanda ki tek usta ben olacağım der ve çalışmalarına başlar. 5 yıl sonra adından tüm Türkiye söz etmeye başlar.
            1973 Tokat doğumluyum. Kaşıkçı bağlarında büyüdüm. Engelli bir çocuktum. 10 yaşıma kadar boynum omuzuma yapışık olarak büyüdüm. Eski millet vekili doktor Reşat Doğru beyefendinin Ameliyat etmesiyle sağlığıma kavuştum. Meyve bahçelerinin içinde büyüdüm ilk olarak dedem sepet örerdi bende sepet örerek el becerimi geliştirdim. Sarmaşıklardan ip örerdim. Ağaçlara aşılama yapardım hepsini dedemden öğrendim. İlkokulu Alparslan ilköğretimde okudum. Ortaokulu Atatürk  ortakulunda okudum. Liseyi ticaret lisesinde bitirdim. Karadeniz teknik Üniversitesinin Avkatlık bölümünü kazandım babam göndermedi. Bende sevdiğim genç ile evlendim. Dede mesleği olan urgancılık işi yapıyordu. Bende çok merak ettim ve merak üzerine kendi kendime yular örmeyi  öğrendim. Eşime gösterdim eşim çok beğendi ve gel ben sana bu işin bütün sırrını öğreteyim dedi. Bana urgancılıkla ilgili bildiği bütün bilgileri aktardı. Merakım daha çok arttı ve araştırmaya başladım. Antepe gittim ve antepte golon dokuması başladı. Kendir olmadığı için atık iplerden altarnatif olarak bunu ürettiler ve polyester iplerden urgan örmeye başladılar. Ben Antepli ustadan urgan örmeyi öğreneceğim dedim ve usta bana baktı sen bu işi yapamazsın dedi ama ben öğrenmek istiyorum dedim ve ısrarcı olduğumu görünce en ağır olan at yularını önüme koydu ben onu örmeye başladım. Usta örgümü görünce çok hoşuna gitti ve sarı kız sen bu işi becerecen dedi ve elindeki bildiği yular çeşitlerini bana gösterdi. 3 gün orada kaldım bana bildiklerini aktardı. Ben memlekete döndüğümde bir yıl çok uğraştım. Eşim bırak uğraşma hazır alıyoruz kendini yorma dedi. Bende azmettim ve eşime ben bu işi geliştireceğim ve Türkiye'de bu işi yapan tek usta ben olacağım dedim. Öğrendiğim bu beş teknikten daha başka teknikler geliştirerek şu anda 9 çeşit yular örüyorum.
         Dükkana gelen müşteriler selamünaleyküm deyip içeriye giriyorlar beni görünce çok şaşırıyorlar dı "lan burda garı varmış "deyip dükkandan çıkıyorlardı. ilk başlarda kabul etmediler ustan nerede? diye soruyorlardı. Sonra onlarda alıştılar yaptıklarımı görünce taktir ettiler kabül ettiler.
        Hayvanlarda doğarlar büyürler her boyda hayvana yular yapmaya başladım ve 9 çeşit boy yaptım. Dana yuları, düve yuları, buzağı yuları, birde ara bedenlerini yaptım, körpe yuları, azılı yular, inek yuları, eşek yuları, at yuları...gibi. Pazarım arttı. Bende hanımlarımıza ekmek kapısı oldum.  Onlara yular örmeği öğrettim. Örme yular, boncuk dizmek gibi. Bir çok kişinin evinde oturarak para kazanmasını sağladım.
          Benim hayalim urgan atölyesi açmak. Kendir üretimi şimdilerde kontürollü olarak üretilecek. Bizde urgan üretimi yaparken çeşitlerini yazdık ve 27 ip çeşidi var. Bir kaç tane örnek vereyim, kırnap, yayık ipi, at golanı, motor halatı, gemi halatı gibi...
          600 yıllık Urgancılık 1453 yılında Fatih'in İstanbul'u fetettiğinde gemileri karadan yürütmek için kullandıkları urganları bu topraklardan yani Zile'den göndermişler. Kütahya -Simav ve İzmir -Tire bu işin kaynağı, günümüzde 7 ilde üretiliyor. İzmir-Tire, Kütahya-simav, Kastamonu- Vezirköprü, Malatya, Gaziantep, Urfa, Tokat.
           Sentetik ürünlerden üretilen urganlar kaliteyi düşürdü. İthal kendirden urgan üretiyoruz. Urgan üretimini size kendirden başlayarak anlatmaya başlayayım. Tarladan toplanan kendir 5-10 gün
kurumaya bırakırsın sonra bu kendirleri 40 civili tarağa  vura vura kendiri damarlarından lif lif ayırır ve incecik ip haline gelinceye kadar tararsın. En güzel kısım elinde kalır ve çarkı döndürerek ustayla aynı anda iki kişi kordineli olarak birlikte yol alırlar ve iki parmak arasında kıvıra kıvıra bükerek kendiri ip haline getirirsin ve kaç kat istersen bunu o kadar birbiriyle yuvarlarsın ve yayık ipi üç kattan oluşur, son olarak toprakla macunlarsın kendir ipini ve asar kurutursun kullanıma hazır haline getirirsin. Urganı her yerde kullandım. Hamak yaptım, tahta beşiğin altını kendir ipiyle urgandan sardım. Hayvan bağı yaptım, salıncak yaptım, yayık ipi yaptım. Yeninin teknolojisini kullanın eskinin kültürüyle beslenin derdi büyüklerimiz. Bende öyle yaptım. Geleneksel urgancılığın bütün inceliklerini öğrendim.
               Benim eşimin ataları Malatya Darende'den gelmişler 6 kardeşler ve bu işi yapan eşim Cemil Darende. Ahilik ocağından geliyor  zanaatımız. Dedemizin dedeside urgancıymış Hasan dede. Tokat şehir müzesinde urgancılık atölyesi var ve dedemiz Topal İbrahim'in adı verildi. Ahi geleneğinden gelen bir ustanın torununun eşi olarak bu işi yapmaya ayakta tutmaya çalışıyorum. Araştırıyorum. Malatyanın urganı farklıdır. Hiç bir ustanın yuları birbirini tutmaz, her ustanın düğümü farklıdır. Babanın yuları oğlunun yaptığını tutmaz. Düğüm çok önemli yularda. Yular bir düğümden başlar ve 12 düğümden oluşur. Tokat' lı bir usta olarak bütün yularları yapabiliyorum. Ama başka bölgelerdeki ustalar bizim yuları öremiyor. 9 çeşit yular var. Bağlama , yarma, örme, yapıştırma yular çeşitleri vardır.  Hepsi çok çok farklı. İpi düğümleyerek şekil verirsin. 400 düğümden oluşan yular büyük emek ister. Düğüm düğüm birleştirdiğim motifsin. Bayan olarak bu işi yapan tek kişiyim Türkiye'de. Bir ailede herkes ustadır. Urgancılık tek başına yapılacak bir iş değildir. 7den 70 şe ailede herkes bu işle ilgilenir. Bizde urgan atölyesi yok. Benim hayalim urgan atölyesi açmak. Tamamen eski usullerde doğal bir üretim yapmak için yer aldım ve 20 metrelik haralarda 5 metre kapalı 15 metre açık alanda olacak şekilde atölyeyi yapacağım ve geleceğimiz olan öğrencilerimize tanıtmak çırak yetiştirmek istiyorum.
                Evliyim iki çocuğum var. Çocuklarımın  ikiside urgan örmeyi biliyor. Urgancılık çok güzel bir meslek. Kendir ipini ben heryerde kullandım. Süs yaptım. Çan aletlerine nazar boncuğu taktım balkon süsü yaptım. Yaptığım çalışmalarla ve araştırmalarla 5 yılda ismimi Türkiye'de duyurdum. Kendir çok kıymetli bir bitki. Gelişmekte olan bir ülke için kendir sanayide, ilaç yapımında, oksijen üretiminde, çevreyle uyumu açısından geri dönüşümü kat kat yüksek bir bitki.
              Gittiğim bütün illerde urgancılıkla ilgili hanlar var. Bende Tokat'ta bütün ustalarımızın bir arada olduğu bir han istiyorum. Tokat'ın nacağı, bıçağı da çok kıymetli. Zurnacısı, kavalcısı, bakıcısı, demircisi, bağlamacısı, çömlekcisi, baskı kalıp oymacısı, yazmacısı, semercisi, bütün ustaların bir arada olduğu bir han hayal ediyorum. Tokat'ta el sanatlarına çok değer verilmiyor. İnşallah ben heryerde bunu dillendirmeye ve bu konuya dikkat çekmeye çalışıyorum. Umarım Bizim memmlekette de bu sanatcılara bir gün hakettiği değer  verilir. Ben aynı zamanda Tokat Geleneksel El Sanatları Derneğinin (TOGES) başkanıyım. Bizdeki sanatçıların hemen hemen hepsi ahi geleneğinden gelen sanatçılar. Babadan oğula usta çırak ilişkisiyle zanaatlarını yapan bu insanlar sadece ve sadece yetkililerden ilgi görmek ve bu el emeği göz nuru alın terinin hak ettiği yere gelmesi için turizm alanında değerlendirilmesi ve bu alanda ustalarımıza imkan verilmesini istiyorum. Diyor Ayşe Demir Darende hanımefendi.
               Dinlediğimiz yaşam öyküsünden Türkiye de ilk ve tek kadın urgancı ustası yaptığı işle fark yaratan ve normalde 5 çeşit olan yular urganını 9 çeşide çıkartarak ara yularlarıda insanların hizmetine sunarak 25 kişiye ekmek kapısı olan ve bildiğini ve lokmasını kadınlarla paylaşan işini aşkla yapan fark yaratan bir usta. Bizim ustalarımız çok farklılar. Türkiye' de  yapılan hangi zanaat olursa olsun bizim ustalarımız çok marifetli olduğu için hepsini yapabiliyorlar hemde alasıyla. Ama Türkiye'nin her hangi bir yerinde ki usta bizim ustalarımızın yaptığını yapamıyor. Onlar kendi alanlarında ve yörelerinde uzmanlaşmışlar ve tek yönlüler. Örneğin; Bir zurna ustası ege bölgesinin zurnasını yada Gaziantep yöresinin zurnasını yapıyor, bizim telli zurnayı Türkiyenin hiç bir yerinde ustalar üretemiyorlar sadece bizim ustalar yapabiliyor. Ama bizim ustalar Türkiyenin bütün bölgelerindeki zurnaları üretebiliyorlar. Bizim ustalarımızın ürettikleri hem kalite açısından hemde çok yönlülük açısından çok yüksek seviyedeler. İşlerini titizlikle aşkla  yapıyorlar ve konuya çok hakimler. Buda bizim ustalarımızın farkı. Bu farkı fark eden ve değerlendiren vizyonu geniş yöneticilerimizin elinde Tokat şahlanmaya hazır bir potansiyelle geleceğe yön veren  zanaatkarlarıyla otantik bir il olma özelliği taşımaktadır.
Teşekkürler Ayşe Darende Demir hanımefendi hikayenizi bizimle paylaştığınız için.
Güzelliklerde buluşmak dileğiyle...
Dünya Köylüsü
   Ayla Bağ