15 Temmuz 2022 Cuma

Kırk leylek masalı

 KIRKKIZLAR EFSANESİ

KIRKKIZLAR Efsanesi Anadolu’nun mayası olan bu topraklarda Diyarbakır surlarından sonra en uzun kale surlarına sahip Niksar (iyi belde) anlamına gelen güzelliğe ve iyiliğe yol veren, havası, suyu, doğası ile insanı kendisine hayran bırakan Danışmentlilere yani danışılan adamlar diyarına başşehirlik yapan, Ahmet Melik Gazi nin fethettiği Türk islam şehri, Anadolu’nun ilk üniversitesi Yağubasan (düşman kovalayan) medreselerinde verilen yüksek tıp eğitimi, astronomi alanında gök bilimini inceleyen, matematik bilimine öncü olan yiğitlerin beldesinde vuku bulur. 

Bu efsaneyi araştırmak için yollara düşen Yağmur öğretmen yılan gibi kıvrıla kıvrıla inen yolda ilerlerken Dönekseye geldiğinde kuş bakışı manzaraya hayran kalır ve bir mola verir. 

Bir fincan kahve eşliğinde dağların eteğine kurulan yeşil Niksarı şöyle bir seyre dalarken kırk yıllık dostluklara imza atacağının huzurunu iliklerine kadar içine çektiği mis gibi temiz havasında hisseder. Vakit kaybetmeden heyecanla yola düşer. Çanakçı deresinin üstündeki Leylekli Köprüden geçerken tam köprünün ortasında Dünya Köylüsü Bilge kadınla karşılaşır ve selamlaşırlar. Yabancı olduğunu etrafa bakışından anlayan Bilge kadın hemen misafiri köprünün yanı başındaki Adalı kıraathanesine kırk gözeden beslenen dünyanın en doğal kaynak suyu olan Ayvaz suyu ile demlenen çayı içmeye davet eder. 

Havası, suyu, toprağı, insanı, doğal ve endemik bitki örtüsüyle insanlığın gen ambarı olan bu şehir hala ayakta ve eserleriyle insana seslenirken bilgiyi paylaşmaya davet ediyor meraklı araştırmacıları dedi Bilge kadın. 

Yağmur Öğretmen bu teklife çok sevinmiş ve çay eşliğinde, cevizli Niksar ekmeğinden atıştırarak, Bilge kadından bu yöre hakkında hiç duymadığı bilgileri ve hikayeleri dinlemiş.  

KIRKKIZLAR kümbeti Zeytindibi mahallesinde yer alır. Zeytin tevhidin sembolüdür. Yıllar yılllar öncesi çağlarda Kralın öldürttüğü 39 kızın hatırası için yaptırılan bu kümbetin çatısına her yıl bir çift Leylek yuva kurarmış. Halk bu Leylekleri çok sever her sene gelişlerini dört gözle beklerlermiş. Çünkü Leylek Kırkkızları öldürten Kralın yaşadığı saraya ağzında taşıdığı yılanı sarayın penceresinden içeri bırakmış ve Kral yılanın sokması ve zehirlenmesi sonucunda ölmüş. Leylek Kırkkızların öcünü almış. Halk bu leyleği başının üstünde taşımış. Zaman içinde Niksar’ın yaşadığı doğal afetler depremler sonucunda tüm binalar yerle bir olmuş. Ve Leyleğin yuvası yıkılmış. Yöre halkı Bilge kuş Leyleği unutmamak gerçeği her daim hatırlamak için Leyleği ağzındaki yılanla birlikte köprünün kilit taşına resmetmişler.

Günümüze kadar gelen ve bizlere mesaj veren bu köprünün hikayesini ve KIRKKIZLAR efsanesini Dünya Köylüsü Bilge kadından dinleyelim. . 

Bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar. Bizim masallarımız Bir varmış Pir varmış diye başlıyor. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde çok çok eskiden, vakti zamanında bu topraklarda hüküm süren bir kral varmış. Bu Kral çok aç gözlü zalim mi zalim, halkına zulm eden, onları sömüren kendisinden başka kimseyi düşünmeyen, o yörede doğan erkek çocuklarını kendisine asker ve köle eden bir Kralmış. Kralın birde sarı saçlı, yeşil gözlü dünya güzeli bir kızı varmış. Bu kızın yetişmesinde yardımcı olan birde dadısı varmış. Dadısı ile birlikte Arasıra gezmek için kırlara, ovalara ve ırmağın kıyısına piknik yapmaya giderlermiş. Irmak kızın yeşil gözlerine ilk görüşte aşık olmuş, vurulmuş. Sabırsızlıkla bekler olmuş kızın birdahaki gelişini. Gel zaman git zaman kız epeyce büyümüş, serpilmiş, güzelleşmiş artık saraydan dışarısını merakeder ve sorgular olmuş.  Sürekli dadısına sorular soruyormuş.  Dadısıda bildiği kadarıyla cevap veriyormuş. Saraydan sıkılan kız bir gün dadısından izin alarak dışarıya çıkmış, çarşı pazar gezmiş. Dışardaki insanlarla sohpet etmiş, onların dertlerini dinlemiş, konuştuğu insanlara Kral’dan memnun musunuz? diye sormuş. Hiç kimse memnunuz dememiş. Herkes Kral’dan şikayet etmiş. Çok kötü bizim çalışıp kazandığımızı elimizden zorla alıyor,  bize zarar veriyor, hatta öldürüyor dermişler. Bunu duyan kız çok üzülür ve dadısına söz verdiği üzere akşam olmadan saraya geri dönmüş. Dadısı kızın çok üzgün olduğunu görünce ne oldu ?neden üzgünsün? diye sormuş. Kızda babası hakkında bugün sokakta duyduklarını bir bir anlatmış, dadısına. Ve dadısına benim babam böyle kötü  bir insan olmaz, ben babamı çok seviyorum, gidip bunları babama anlatacağım demiş. Dadısı olmaz gitme anlatma. Baban sanada kızar der ama kız dinlemez. Çıkar huzura bir bir gördüklerini, işittiklerini babasına anlatmış. Babası bu durumdan çok rahatsız olur, kükrer kızı huzurundan kovar ve bir daha kızın saraydan dışarıya çıkmasını yasaklamış. Kız üzgün bir vaziyette dadısının koynunda ağlar ve çareler düşünmüş. Dadısı kızı çok ama çok sevmekteymiş. O’nun üzülmesine dayanamaz ve üzülme! bundan sonra saraydan kılık kıyafet değiştirerek çıkarsın seni kimse tanımaz demiş. Kız saraydan her çıktığında dışarda bir kızla tanışmış, arkadaş olmuş. Bir, üç, beş derken 39 tane kız arkadaşı olmuş. Bir de kendisi 40 kız. Kral’ın kızı, Onların dertlerini dinlermiş, saraya dönünce de onlara derman olacak çareler üretirmiş. Dadısınında yardımıyla bu böylece devam etmiş ve 39 tane kız arkadaşıyla birlikte çeresizlere çare, açlara ekmek, hastalara ilaç, muhtaçlara sarayın ambarındaki altını, inciyi, parayı dağıtmışlar. 

             Kralın hüküm sürdüğü topraklarda bir derviş elinde kitaplarıyla köy köy, şehir şehir gezmekte, gittiği yöre halkını aydınlatıp onların zalim krala baş eğmelerine engel olmaktaymış. Bunu duyan Kralın askerleri dervişi yakalayıp eşşek sudan gelinceye kadar dövmüşler. Kitaplarını yakmışlar ve öldü diye bir dere kenarına atmışlar. Aradan üçdört gün geçmiş, derviş kendine gelmiş, elini yüzünü yıkayıp temizlendikten sonra yapılanlara, kitaplarının yakılmasına çok üzülmüş. Buna dayanamayan derviş diz üstü çöküp ellerini semaya kaldırmış, Allaha niyazda bulunmuş 

“Ey güzel Allahım ! bu topraklarda doğan kız çocuklarını öyle yiğit, öyle adaletli, öyle merhametli, bilgili ve güçlü kıl ki Kralın askerlerine baş gelsinler.  Onların gittiği yerde huzur, mutluluk ve sevgi baş göstersin" demiş. Derviş bir daha aşağıya inmez, dağlarda yaşamaya devam etmiş. 

              Kralın askerleri anbarın boşaldığını fark ederler ve Krala hemen haber vermişler. Kral derhal askerlerine, bu işi yapanları yakalanıp öldürülmesi için emir vermiş. Uzun uğraşlar sonunda hırsızlar yakalanmış. Ve anlaşılmış ki bütün bu işleri organize eden saraydan altını, inciyi, ihtiyacı olana dağıtan Kralın kendi kızı imiş. Hemen Krala haber verirler Kralda 39 kızın kellesini kesin, Kızımı bana getirin demiş. Askerlerden kaçamayan 39 tane kız oracıkta baş vermiş. Saraydan ve askerlerden kaçan Kralın kızı koşmuş koşmuş koşmuş tam ırmağın kıyısına kadar gelmiş, arkasında askerler teslim ol çağrısı yapamışlar, ama kız geriye bile dönüp bakmamış. Kendisini çok sevdiğini bildiği hatta aşık olduğu ırmağın kollarına bırakmış. Sevdiğine kavuşan ırmak sarıp sarmalamış Kralın kızını. Bir bütün olurlar, alıp götürür  gittiği yerlere sevdiğini. Sevgilisine kavuşan ırmak daha bir çoşkulu akar, coşarda coşar, deli gibi akar. Askerlerden kimse cesaret edip gidemez arkasından. Aşkına kavuşan ırmak  o günden sonra sediğinin gözlerinin renginde yeşil akar, YEŞİLIRMAK olur. 

        Yeşil ırmak geçtiği havzasındaki toprakları, dağları, taşları, ovaları  sevgilinin göz renginde yeşile boyamış. Her yerde her fırsatta haykırmış tüm insanlığa onu nasıl sevdiğini. Bu efsanenin yaşandığı coğrafya topraklarında, ovalarında yetişen saf, doğal organik en güzel ürünlerinin meyvelerini sunmuş sofrasında tarih boyunca tüm insanlığa. Bu organik ürünlerle beslenen yöre halkı bolluğun, bereketin, sevginin, merhametin, adaletin ve yiğitliğin timsali olarak bu topraklarda doğanların karakterinde, fıtrat ayarında bozulmamış ahlaki değerler olarak zuhur etmiş, hayat bulmuş.

            Dervişin ettiği duanın tecelliyatının ve kabulunun bir göstergesi olan bu yiğit kadınların doğurduğu yiğit erkekler gerçek değerlere ve hakka duydukları saygı neticesinde bu yükü omuzlarında taşımaktan gocunmayan, onur duyan, yaşam tarzlarının vazgeçilmez bir parçası haline getirerek binlerce yıldır damıtılmış ve demlenerek gelen bu davranışlarını folkloruna, halk oyunlarına Omuz Halayı olarak yansıtmış. Türkiye’de ve Dünyada ilk ve tek başka yerde göremeyeceğiniz omuz halayı bu topraklarda kadına verilen değerin sembolüdür. 

Anadolu’yu bir tencere süt olarak düşünürsek , bu bir tencere sütü çalmak için bir kaşık yoğurda ihtiyacımız varsa işte o bir kaşık yoğurt bizim fıtrat ayarında ki bozulmamış ahlaki değerleri davranışlarına yansıması ile mayalandırın kadim insanımızdır.

Kadim şehrimizin kadim insanları bu olayı unutmamak için dağına, taşına bunu sembol olarak işlemişler. Çanakçı deresinin üstüne inşa edilen iki yakayı birbirine bağlayan yani geçmiş ile gelecek arasında bağ kuran köprünün kilit taşına resmedilen Leylek bize ne anlatmakta ? 

Bilge kadın şöyle devam etmiş…

Leylek çok çok eski kültürlerde ruh olarak resmedilmiş. 

Yılan kadim kültürlerde sağlıkla ilgili gen haritamız, omurga olarak nitelendirilmiş.

Yani gelip geçici olan insana ölümlüsün ey insanoğlu şu kısacık ömründe insan kalabilmeyi başarabilmen için yalana dolana gerek yok. Dosdoğru dürüst ol. Fıtrat ayarını bozmadan doğal olarak yaşa. İnsanlıktan çıkmadan insan kal. 

O gün bu gündür her sene bu beldeye 41 Leylek göç eder  yuvalarını yüksek yerlere kurar, yavrularını büyütür ve giderken bu beldede yaşayan insanlara Leylekli köprüden veda ederken bir dahaki seneye  geleceklerinin sözünü de verirlermiş. Kırkkızın ruhu hersene baharda yeşillenen yöreye kırk Leyleğin kanatlarıyla birlikte gelir bu yöre halkına bolluk, bereket, huzur ve sağlığın önemini müjdeleyerek, sabahın seherinde uyanan güzel insanların başını ılık esen yellerle okşar ve hakkın sevgi dolu sözlerini kulağına usulca fısıldarmış. Bütün bu güzelliklere şahitlik eden 41. Leylek tüm gördüklerini, işittiklerini bir bir her gittiği  yerde anlatır, dinleyenlerin içlerinde var olan güzel hakikatin açığa çıkması için insan oğluna ilham verirmiş. Sizlerde bir gün yaşadığımız yörede eğer bir Leyleği havada görürseniz keşif yolculuğuna çıkacağınızın işaretidir. Eğer Leyleği yerde görürseniz bilin ki siz o yerin direğisiniz. Ve KIRKKIZLAR dan biri sizsiniz. 

Leyleğin ötüşünün anlamı “Lak lak- lek lek” “yerdeki ve göktekiler sana ait” demekmiş. 

Sıcak hava akımları sayesinde süzülerek uçarlar. Hiç kanat çırpmadan günde ortalama 400 km yol alabilirler.  

Leylekler toplu göç ederler, göç edecekleri zaman yerden kalkarlar, havada belli bir süre dönerler, oranın enerjisini ve konumu beyinlerine, buralara tekrar göç edebilmek için kaydederler.  

Leylekli köprü dünyada örneği olmayan bir köprü olarak tarihe geçmiş. Bu köprünün altından hem su akar hem insanlar akar hemde arabalar geçermiş.

Tam bu sırada bir leylek lak lak diye öterek  köprünün üstüne konmuş. 

Selam vermiş Bilge kadına ve Yağmur öğretmene. 

Yağmur öğretmen merakını gidermek için soru sormuş leyleğe. 

-Ey Leylek kardeş! Sen neden göç edersin, hiç yorulmaz mısın?

-Benim hicretim budur, insana “sen ölümlüsün sakın unutma, bir gün gelecek fâni dünyadan göç edeceksin” diye hatırlatırım. Ben yeryüzünde yaşarım ama gökyüzünde uçarım.  

Ve Hakk yolunda yol alan asla yorulmaz, ben ne kadar uzun uçsam da yorulmam.

-Ey Leylek kardeş! Sana neden leyleğin ömrün lak lak yapmakla geçer, demişler?

- Ben her zaman ses çıkarmam, gagalarımdan ses çıkardığımda, sadece Hakk’a “sensin ya Rabbim, sensin ya Rabbim” diye seslenirim.

-Ey Leylek kardeş! Senin için sevgisi, merhameti güçlüdür derler, nedir bunun hikmeti?

-Ben tek eşli yaşarım, yuvama sadığım, yavrularımı eğitirim, onlara uçmayı, beslenmeyi, göç etmeyi öğretirim, davranışlarım hep böyledir.

-Ey Leylek kardeş! Neden Leylek yavruları dışkılarını yuvalarının içine değil, dışına yaparlar?

- Ben yavrularıma; yediğin sofraya ihanet etmeyin, temiz olun, sadık olun, yuvanıza pislemeyin, diye öğretirim.

-Ey Leylek kardeş! Yuvanı neden hep insanların yaptığı binaların üstüne ya da insanların göreceği yüksek yerlere yaparsın?

-İnsanlar, yuvanın kıymetini, sadakati, paylaşmayı, yardımlaşmayı, yavrularını ilim ve irfanla yetiştirmeyi öğrensinler, Allah’ı anmayı unutmasınlar diye yuvalarımı onların göreceği şekilde yükseklere yaparım.

-Peki Leylek kardeş! Sana son bir soru sorabilir miyim?

-Buyur ademoğlu!

-Leylek kardeş, bizlere öğüdün ne olur?-

Doğa anana iyi bak, ona iyi davran, o sana tüm gıdalarını veriyor, eğitimini hayat okulundan al, ilimden irfandan asla ayrılma, birliğini ve beraberliğini koru, yerlerin ve göklerin sahibini unutma.

İşte KIRKKIZLAR bu bilinçle yaşar ve bu bilinçle hareket ederlermiş. Çalışkan, üreten, hayatın içinde var olan, yavrularını büyüten, ailesine sahip çıkan, cesaretli, huzur ve mutluluğu inşa eden, töresine sahip çıkan, Ayyıldızı omuzlarında taşıyan ve hakkı hakka teslim eden adaletli kızlar her zaman bulundukları yerin direği olmuşlar. Kırk gözeden su içen bu ulu çınarlar, güzellikler ve iyilikler tekrar tüm cihanı kaplayana kadar kendinden sonra gelen nesillere Türk Bala’larına bu bilgiyi aktarmışlar.    

Dünya köylüsü bilge kadın sözlerine şöyle devam etmiş…

 Nice kadınlar gördüm, gözleri gülen, bazende ağlayan

Ama yılmayan.

Kadınlar gördüm ,dik duruşlu,tek vuruşluk

Ama yıkılmayan.

Kadınlar tanıdım,çileli,cefakar, fedakar

Bir nedenle hayata tutunan.

Kadınlar gördüm varlığıyla güven veren,

Yokluğunda karanlığa düşülen.

Kadınlar  tanıdım,eli kalem tutan, şiir  yazan,

Etrafını aydınlatan ışık olan.

Kadınlar gördüm ,elinde fırçayla renkleri konuşturan,

Düşüncelerini,  duygularını tuvale yansıtan.

Kadınlar gördüm, körpecik henüz aşkı tatmamış baş vermemiş.

Zamanı geldiğinde yeşerecek, beşerin önderliğinde.

Kadınlar  tanıdım, hamur yoğuran,çamura şekil veren çocuk doğuran.

Kadınlar gördüm kendi çapında kandil, mum, lamba, yıldız, ay, güneş olan.

Hepsinin makamı mevkisi şekli şemali farklıydı,

Ama bakışlarındaki umut, sevinç, üzüntü, hep aynıydı.

Çünkü herkes bulunduğu yerin direğiydi...

Kadınlar evin direği,

Erkeğin en çok sevdiği,

Yavrularının sıcacık kucağı,

Yeryüzünün suyu toprağı,

Toplumun temeli

Hayatın kilit taşıdır KADINLAR...

Kilit taşını yerinden çıkartırsanız köprü çöker. 

Hayatın içinden kadını çıkartırsanız toplum çöker. Kadına değer veren toplumlar tarihte en yüksek medeniyetlere imza atmıştır. 

Çevrenizde, mahallenizde, köyünüzde, şehrinizde etrafınıza gönül gözüyle baktığınızda KIRKKIZLAR a muhakkak rastlarsınız.

O yüzden, 

“Ey kahraman!  Türk kadını sen yerlerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın “ sözünün vücut bulduğu bu topraklar çok kıymetlidir demiş 

Bilge kadın Dünya Köylüsü 

Bizim ellerde kadın su gibi AZİZDİR. 

Sevdiğinin gözlerinin renginde yeşil akar YEŞİLIRMAK olur. 

Bizim ellerde kadın kale gibidir. Dimdik durur yıkılmaz, yılmaz mücadelecidir. Kötülüğü zindanlarına hapseder, güzelliğe iyiliğe yol verir. Darun Nusret gönüllüdür.

Bizim ellerde kadın Anadolu’nun mayasıdır. 

7 bin yıllık tarihiyle 14 medeniyeti koynunda büyütmüştür. Anadolu’yu bir tencere süt olarak düşünürsek , bu bir tencere sütü çalmak için bir kaşık yoğurda ihtiyacımız varsa işte o bir kaşık yoğurt bizim insanımızın bozulmamış fıtrat ayarındaki ahlaki değerleridir, demiş Bilge kadın. 

Sizlerde bir gün yaşadığınız şehri keşif yolculuğuna çıktığınızda sokaklarında, mağaralarında, dağında, taşında, köprüsünde rastladığınız sembolleri okur, duyduğunuz seslere kulak verirseniz gönül gözüyle bakar ve kendinizden bir parça ile bağ kurarsanız size ait izlere muhakkak rastlarsınız…

Bu topraklar neyse biz oyuz. Aslımızı inkar etmeyelim. Bu toprakları tanımadan ne yazar, ne usta, ne insan olursunuz. Doğduğun şehri tanıdığın için sahip çıkarsın özüne. Kah usta olur, kah yazar, kah şair, kah kadın, kah erkek tecrübeleriyle DEMLENMİŞ İNSAN yani KAMİL İNSAN olursun bu topraklarda. 

Ben ana yım

Ben dolu yum

Ben Anadoluyum.

demiş Bilge kadın. 

Zaman nasıl geçti anlamamışlar, Ayrılık vakti gelip çattığında, ceviz ağaçlarıyla dolu sokaklardan yürüyerek, Bu şehrin ulu fatihi Ahmet Melik Gazinin türbesini ziyaret etmişler ve ilk Türk islam mezar taşlarının oluşturduğu açık hava müzesini de gezmişler. Ve ulu atalarımızın ruhuna Fatiha okumuşlar. Yağmur öğretmen Şehrin altındaki dünyanın en eski roma Yeraltı Arsenal’lerin den çok etkilenmiş.  Kelkit Irmağı üzerine kurulan tarihi sekiz gözlü Talazan Köprüsüne kadar birlikte gelerek ve köprünün tam ortasından hüzünlü bir o kadarda sevinç dolu duygularla bilge kadın dünya köylüsüne sarılarak veda etmiş Yağmur öğretmen. 

Gözleri nemli nemli yola devam eden Yağmur öğretmen yaptığı araştırmada yaşadığı gördüğü yerleri şiirsel bir akımla şöyle dile getirmiş…

Bugün sana şöyle bir baktım Dönekse’den 

Aziz Niksar’ım. 

Şafaklarda dalgalanan Bayraktepe’nin gölgesinde,

Adım adım dolaştım tarih kokan sokaklarında…

Taşlara yazılı kadim sırlarını okudum her bir nakışında…

Erzurumlu Emrah, Cahit Kulebi yatar bağrında…

Bilge İnsanının sohbetinde mayalandım gözü yaşlı…

Leylekli köpründe dinlendim çayın deminde…

Hu hu sesleriyle…

Hatırlatır bize BAKİ olanı,

İlim, irfan, edep ile Ulu camilerin…

Hala ışık saçıyor kaleden, medreselerin…

Selam verir KIRKKIZLARın türbesi yüceden

Bir yolcu heybesinde azığı ile görünür geceden…

Dağın taşın yemyeşil cennet senin adın.

Yol ver geçeyim…

Eyy TALAZAN…

Enginlere taht kurar ULU YÜCE YARADAN…

           Masallarda bir Pir çıkar karşınıza gerçek hayatta ÖĞRETMEN. Yağmur öğretmen kurduğu bu masal köyünde ziyarete gelen tüm çocuklara dedelerden, ninelerden derlediği Anadolu masallarını bir bir anlatmış…Bu masallara ustalar kavalıyla ses vermiş. 77 yaşındaki Dünya Köylüsü Bilge kadın Leylekli Köprünün yanındaki kıraathane de misafirlerini çay eşliğinde ağırlamaya ve onlara rehberlik etmeye devam etmiş. 

Gökten kırk elma düşmüş …

Biri anlatana…

39 tanesi dinleyenlere ve bu sırra erenlere …

Güzelliklerde buluşmak dileğiyle…

Dünya Köylüsü 

Ayla Bağ