22 Mart 2023 Çarşamba

DEDEMİN BALIĞI


Dedemin Balığı 

 Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bundan yüzlerce, binlerce yıl önce başlayan insanlık  göçü en son Konya Karaman’ dan Selanik’e. Selanik’ten Türkiye’ye ve oradan Tokat’a uzanan yolculuk Bayraktepe Köyünde son bulmuş. 1924 te mübadele ile gelenler 100 yıldır bu topraklarda kök salmaya ve meyve vermeye başlayan bir ağaç gibi yaşamaya devam etmişler…

Selanik Kayalar Köyü’nün kahvesinde konuşulanlar gençlerin canını çok sıkmış. Ellerinden bir şey gelmiyormuş. Yunan gavuru son zamanlarda azmış. Türk Köylerine baskınlar düzenliyor ve köyün erkeklerini ateşe diziyorlarmış. Kadın ve çocuklara işkence ediyorlarmış. Köyün ileri gelenleri göç zamanının  yaklaştığını, hazırlıklı olmaları gerektiğinin idrakiyle tetikte bekliyorlarmış.

Gece yarısı silah sesleriyle herkes evinden dışarıya fırlamış. Yunan askeri köyü basmış. Savunmasız yakalanan köylüyü köy meydanında toparlamış. Hepsini sıraya dizmiş ve kurşundan geçirmiş. Yaşlı, genç kim varsa orada yığılmış kalmışlar. İnsanlar kanlar içinde köy meydanının ortasında yere serilmişler… Annemin dedesi Ramiz agaya kurşun işlememiş ama ölmüş numarası yaparak oda yere yuvarlanmış. Yunan gavuru kafasına basarak tekmeleyerek yerde yatanların ölüp ölmediğini ayağıyla kontrol etmiş. Ramiz aga hiç sesini çıkartmamış. Ölü taklidi yapmış. Yunan askerlerinin konuşmalarını dinlemiş. Yarın akşam da komşu köyü basacaklarının planını yapmışlar. Sonrada ganimetleri alıp köyü boşaltmışlar. Vakit gece yarısı olmuş. Ramiz aga vurulduğu yerden kalkmış bir sonraki köye yürüyerek gitmiş ve haber vermiş. Kaçın köyü boşaltın Yunan gavuru size baskın yapacak demiş.  Köyün delikanlıları haberi alır almaz hemen diğer Türk köylerinede haber salmışlar. O gece 19 köy Ramiz aganın sayesinde Yunan baskınından kurtulmuş. Göç başlamış, Ramiz aga akrabalarını eşini ve çocuklarını alarak Selanik’ten gemi ile yola çıkmışlar. İlk olarak İzmir limanına uğramışlar ama orada inmemişler. Bursa, İstanbul rotasıyla Samsun’da karaya ayak basmışlar. Oradan Sivas’ın Divriği ilçesine yerleşirler. Ramiz aga buraları beğenmez. Kağnı arabasıyla Sivas’ tan Tokat’a doğru yola çıkmışlar. Niksar’ın Bayrakte köyüne gelip  yerleşmişler. Devlet Selanik’ten gelenlere kişi başı 15 dönüm tarla vermiş. Bu köyde ekin ekip biçerler, geçimlerini tütüncülük yaparak sürdürürlermiş. Mısır ekerler. Köyün hasından mı toprağından mı bilinmez çok lezzetli  fasülye yetiştirirlermiş. Çalışkan insanlarmış. Rızıklarını topraktan kazanır geçinip giderlermiş. Mübadele ile gelen insanları İlk geldiklerinde komşu köyler çok hoş karşılamamışlar. Ama tanıdıkça mübadil köylülere karşı hürmetleri artmış. Tam yerleşip mutlu bir hayat yasamanın yollarını ararken bir darbede deprem vurmuş. 1936 yılında Niksar’da yaşanan depremde Ramiz agamın aslan gibi iki kayınçesi göçük altında kalmış. Kardeşlerini kaybeden hanımı aklını yitirmiş. Ölene kadar Onlara ağıtlar yakmış…

Ramiz aganın oğlu Hacıdemir avcılığı çok seviyormuş. Göllerden ördek, ırmaktan balık, dağlardan tavşan avlar rızkını çıkartır çocuklarını taze etlerle beslermiş. Çok bilge bir insanmış. Sözü dinlenir akıl danışılan bir adammış. Köylüler paraya sıkıştığında ondan borç isterlermiş. Tarlasında çalıştırdığı amelenin ücretini teri kurumadan verirmiş. Doğru dürüst bir insan olduğu için herkes onu çok severmiş. Altı tane çocuğu varmış en çokta sarı saçlı yeşil gözlü kızını severmiş. Dedemin hışmına bütün çocukları uğramış ama sarıkız bir tokatını yemeden büyümüş. “Anama benziyon sarı kız seni ondan çok seviyom”dermiş. Sarı kız büyümüş serpilmiş. İsteyeni çok olmuş. Dünürcülerin birisi gelir birisi gidermiş. Ama sarı kız hiç birisine bakmaz gönlündeki oğlanı beklermiş. Babası bir gün kızını karşısına almış; “bak kızım hiç bir dünürcüyü kabul etmezsin duydum ki falancanın oğluna istermişsin. Ben o sülaleyi sevmem. Benim o sülaleye verilecek kızım yok “demiş. Çıkar aklından o oğlanı, seni falancaya verdim. Hayırlı uğurlu olsun nişanın demiş. Kız hiç söz edememiş babasının karşısında. Çaresiz kabul etmiş. Nişanlanmış bilmediği tanımadığı bir oğlanla. Sevdiği oğlanın anası kızın nişanlandığını duyunca, bir gün suya giden sarı kızın önünü kesmiş. 

“Bak kızım biz seni istiyoruz, sende bizi istersen gel,  başımız üstünde yerin var. İstersen seni şimdi  kaçırayım oğluma” der. Ve elinden tutuğu gibi kızı kendi evine götürür. Akşam olunca kız eve gelmez kaçtığı anlaşılır. Baba bu işin içinde bir oyun olduğunu anlar. Ertesi gün köyden ilk traktörle şehre iner. Kızının sevdiği oğlan şehirde okulda okumaktadır. Evin kapısını çalar. Kapıyı uykulu uykulu damadı olacak genç açar. Selamlaşırlar hal hatır sorar elindeki erzakları eve bırakır ve oradan ayrılır. Kızın babası anlar ki bu işi oğlanın anası yapmıştır. Çok üzülür. En çok güvendiği en çok sevdiği kızından böyle bir şey beklemez. Gönlü kırılır ve kızına küser. 17 yıl kızıyla konuşmaz. Torunları ve damadı ile görüşür ama kızı ile konuşmaz görüşmez. 17 yıl sonra baba yüreği dayanamaz. Affeder kızını haber salar. Deyin hele kızıma baban seni affetmiş davet verecekmiş gelsin elimi öpsün barışalım demiş. Koçlar kesilmiş. Sofralar kurulmuş. Yemekler pişmiş. Kızı 17 yıl sonra ilk kez babası ile görüşmüş elini öpmüş, aynı sofrada yemek yemiş. O günden sonra saklı gizli gittiği baba evine açık eşkere gitmeye başlamış. Onları özlediğinde düğünde, bayramda anasını babasını ziyaret eder hal hatırlarını sorar ihtiyaçlarını elinden geldiğince karşılamaya çalışırmış. Damadı öğretmenmiş. Gurbet ellerden tayini Tokat merkeze atanmış. Kızının ve damadının tayinini Tokata çıktığını öğrenen baba çok sevinmiş. Ev tutmuşlar. Okullar açılmadan eşyayı getirmişler, yerleşmişler. Yıllardır gurbet ellerde görev yapan öğretmenin geldiğini duyan akrabaları hoşgeldin ziyaretinde bulunmuşlar. Evlerinde misafirleri hiç eksik olmamış. Bir gün köyden haber gelmiş. Kızım müsaitseniz haftaya size geleceğim demiş. Kız çok heyecanlanmış. 22 yıllık evliliğinde gelen misafirleri baş üstünde ağırlayan sarı kız çok heyecanlanmış. Babasının geleceği gün erkenden kalkmış evi ocağı temizlemiş. Babasının sevdiği bütün yemekleri yapmış, babasını pencerenin önünde beklemiş. Kapının dindon sesiyle yüreği hop etmiş, kapıyı torunları açmış. Babası elinde bir poşetle içeri girmiş. Kızı poşeti elinden almış, elini öpmüş babasına sarılmış. Hoşgeldin babacığım demiş. Gözleri yaşlı yaşlı sarılmış babasının boynuna. Torunları baş köşeye oturtmuşlar dedeyi. Dede “kızım balık getirdim onları kızart ta torunlarımla birlikte bu akşam balık yiyelim “demiş. Kızının en çok sevdiği yemek balıkmış. Babası unutmamış. Kız babasının getirdiği balıkları hem ağlamış, hem kızartmış.  Yanına birde marul salatası yapmışlar, sofrayı kurmuşlar, hep birlikte sofraya oturmuşlar. İlk defa böyle bir balık gören torunları büyük bir iştahla balığı yemişler. Çok lezzetli olmuş. Torunlarından Karakız”dedeciğim bu balığın adı ney”diye sormuş. 

Dedesi “Palamut “demiş. 

Babası hep hamsi alır, fırında hamsi yerlermiş. İlk defa Palamut balığı ile dedesinin sayesinde tanışmış. Çay eşliğinde geç saatlere kadar sohbet etmişler. Dedesi bildiği fıkraları masalları dili döndüğünce torunlarına anlatmış. Sarı kız babasının çok sevdiği türküyü mırıldanmış. “ fincanı taştan oyarlar Bala’m oyarlar, içine bade koyarlar Bala’m koyarlar. Sen bize gece gelme duyarlar Bala’m duyarlar “ babası türküye eşlik etmiş.  Hep birlikte türküyü söylemişler. Dedesi ilk ve son kez kızının evine gelmiş. Ve  6 ay sonra vefat etmiş. O günden sora Palamut balığının adı “ Dedemin balığı” olarak kalmış. Kara kız o gece dedesine dedeciğim mübadele masalını anlatırmısın bize demiş. 

Dedesi şöyle bir içini çekmiş, yüreğinden gelen sese kulak vermiş, gözlerini uzaklara çok uzaklara daldırmış ve başlamış anlatmaya…

Mübadele…1924 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün iki ülke yani Türkiye -Yunanistan arasında yaptığı anlaşma gereği halkların değiş tokuşu. Mübadele kelimesi sözlükte değişim ve değiş tokuş anlamlarına gelmektedir. Coğrafyayada ise mübadele bir antlaşmaya uygun olacak şekilde ülke nüfuslarının karşılıklı olarak yer değişmesi ile oluşan göçleri ifade eder. Bir şeyin diğeriyle değiştirilmesi anlamındadır. O yüzden bizlere muhacir derler.

Gitmeyi bilir misiniz?

İçiniz yana yana. 

Ayaklarınızı sürüye sürüye,

Sevdiğiniz ve alıştığınız ne varsa ardınızda bırakarak

Bir gemi güvertesinde yol aldınız mı hiç?

Kaç hasret, kaç ayrılık, kaç memleket sığdı bilir misiniz.?

Biletleri tek gidiş,rotası belirsiz, 

Azığı keder olan yolculuklara çıktınız mı hiç?

İçinizde bilmediğiniz topraklara bir vatan taşıdınız mı?

Onlar gittiler.

İçlerine bir vatan saklayıp,

Yanlarına anılarını aldılar.

Hiç unutmamak için

Bir daha asla  göremeyecekleri 

Şehirlerine, köylerine son kez baktılar…

Binlerce göz, binlerce baş, el, yürek, kıpırdanan binlerce dudak sessizce veda ettiler.

Onlar kaybedilen bir ülkenin son kaleleri idiler.

Birer birer yıkıldılar.

Yandılar kül oldular.

Küllerinden yeniden doğdular.

Size bir masal anlattılar.

Dinlediniz mi?

MÜBADELE MASALI.

Muhacirler, kaybedilmiş topraklarımızın aziz hatıralarıdırlar. demiş bu masalı anlatırken göz yaşlarına engel olamamış.

Herkes sus pus olmuş. Torunu Karakız bu masaldan çok etkilenmiş. Bu masalı iiliklerine kadar hissetmiş…

Yıllar yıllar sonra babasına;  

“Bana bir masal anlat baba, 

İçinde dedem, Atam, ninem, annem, kardeşlerim, sen ve ben olayım.

Göklerin sonsuz mavisinde çadır kuralım bulutlara.

Uçalım kanatlanıp umutlarla yıldızlara.

Saralım yaralı yürekleri sevgi ve merhametle…

İşte o zaman Kuş misali…

Yeniden doğar Anka.

#mübadelenin 100. Yılı kutlu olsun.” demiş. 

Kara kız büyümüş evlenmiş. Çocukları olmuş. Çocuklarına Palamut balığını “Dedemin Balığı “olarak tanıtmış. Torun büyümüş, okumuş, mühendis olmuş. Bir gün balıkçı lokantasına gitmiş. Ve menüye şöyle bir baktıktan sonra yanında bekleyen garsona dönerek “annemin dedesinin balığından”istiyorum demiş. Garson bir şey anlamamış, anlamadım efendim demiş. Gülümseyerek  “Tavada Palamut” dermiş. Garson isteğini 10 dakika sonra getirmiş. Afiyetlice yemiş ve atalarına dua etmiş. Balıkçı lokantasına bir dahaki gelişinde garson müşterisini tanımış ve efendim “Dedenizin Balığından mı? “getireyim demiş. 

Tek başına oturduğu masada Kağan’ın gözleri dolmuş ve ” evet “demiş.

Bugün annem, büyük dedem ve ben hepbirlikte tavada palamut balığı yiyeceğiz demiş. 

Mübadelenin 100. Yılında ata yurdundan ana yurduna  göç eden muhacirler yani 3. Kuşak mübadillerin kökleriyle kurduğu bağ bazen bir porselen tabakla, bazen bir türkünün tınısında, bazen bir ninninin ezgisinde, bazen bir ata sözüyle, bazen bir yemekle, bazen annesinin anlattığı bir hikayeyle bir ağacın köklerinden aldığı güç gibi anılar beslemekte ve ağacın gövdesinin dik duruşunun hikmetini mübadillerin yaşantılarında sıkça karşılaşabilir ve bu ahde vefanın saygısını ağacın dallarındaki meyvelerinde görebilir ve eşsiz bir eserde bu duyguyu tadabilirsiniz. 

Güzelliklerde buluşmak dileğiyle…

Dünya köylüsü 

Ayla Bağ 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder