16 Ağustos 2024 Cuma

DiL YOZLAŞMASI

 Dilimizin Yabancılaşması 

Batı Kavramlarını Benimseyip Doğu Kavramlarına Düşman Olmanın Tarihî ve Kültürel Arka Planı"

Diller, toplumsal ve kültürel dinamiklerin en belirgin yansımalarından biridir. Toplumlar, dil yoluyla kimliklerini inşa eder, korur ve geleceğe taşır. Bu nedenle, bir dilin içeriği, yalnızca o toplumun geçmişi hakkında bilgi vermekle kalmaz; aynı zamanda mevcut kültürel tercihlerini ve kimlik algısını da ortaya koyar. Türkiye'de dilin yabancı kökenli kelimelerden arındırılması üzerine yapılan tartışmalar, bu bağlamda oldukça dikkat çekicidir. Ancak, dilimize yerleşmiş Latin kökenli kelimelere hoşgörü gösterilirken, Arapça ve Farsça kökenli kelimelere düşmanlık beslenmesi, bu sürecin çelişkili bir tarafını gözler önüne seriyor.

Batı kökenli kavramlar dilimize nüfuz ederken, neden Doğu kökenli kavramlar dışlanıyor? Bu sorunun cevabı, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Türkiye’de gerçekleştirilen modernleşme hareketlerinde gizlidir. Osmanlı döneminde dilimiz, Arapça ve Farsça kökenli kelimelerle oldukça zenginleşmişti. Ancak Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte başlatılan dil devrimi, Batı’ya yönelmenin bir simgesi haline geldi. Bu bağlamda, Türk dilini Arapça ve Farsça kökenli kelimelerden arındırma çabası, sadece bir dil reformu olarak değil, aynı zamanda Batı’ya yönelme ve Doğu’dan kopma çabasının bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında dil reformları, Latin alfabesine geçiş ve Osmanlıcanın sadeleştirilmesi gibi uygulamalarla hız kazandı. Bu süreçte, özellikle Arapça ve Farsça kökenli kelimeler dilimizden çıkarılmaya çalışıldı. Ancak aynı zamanda Batı kökenli kavramlar dilimize büyük bir hızla girdi ve kabul gördü. Bu durum, aslında sadece dilde değil, zihin dünyasında da bir yabancılaşmanın göstergesiydi. Dil devrimini gerçekleştirenler, Batı’yı modernitenin ve ilerlemenin sembolü olarak görmüşlerdi. Bu nedenle, Batı kökenli kavramlar kabul edilirken, Doğu kökenli kavramlar modernliğe engel olarak algılandı.

Ancak bu süreç, ciddi bir kültürel çelişki doğurdu. Türkiye’deki dil politikaları, Batı kökenli kelimeleri "yerli" olarak kabul ederken, Arapça ve Farsça kökenli kelimeleri yabancı addedip dışlamayı tercih etti. Bu tutum, bir yandan Osmanlı mirasına karşı bir tavır alırken, diğer yandan Batı hayranlığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Bir toplumun dilini zenginleştiren etkileşimler, bir yandan dışlanırken diğer yandan kucaklandı; bu da dilimizin zenginliğini kaybetmesine neden oldu.

Örneğin, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan "antrepo", "antre", "garderop", "manifesto", "blanço" gibi kelimeler, köken olarak Latin dillerinden gelmekte ve günlük yaşamımızda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak, bu kelimelere karşı bir tepki gösterilmezken, dilimizde yüzyıllardır var olan ve kültürümüzle iç içe geçmiş Arapça ve Farsça kelimelere karşı gösterilen düşmanlık, dildeki yabancılaşmanın boyutlarını ortaya koyuyor.


Dil reformları, bir ulusun kimliğini ve bağımsızlığını yeniden inşa etme çabası olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu çaba, bir yönüyle dilin ve kültürün kendi iç dinamiklerini göz ardı ederek, dışlayıcı bir şekilde yürütüldü. Bu dışlayıcı tavır, toplumda köklü bir kültürel ve dilsel kopuşa yol açtı. Batı’ya öykünme ve Doğu’dan uzaklaşma arzusu, dilimizdeki zenginliği azaltırken, aynı zamanda kültürel kimliğimizi de zayıflattı.

Dilimize yabancı kelimelerin girişini ve bu kelimelere karşı tutumumuzu anlamak için, bu kelimelerin hangi sosyal ve kültürel koşullarda benimsendiğine de bakmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde dilimize giren Arapça ve Farsça kelimeler, çoğunlukla İslami kültürün ve medeniyetin bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bu kelimeler, dilimize bir zenginlik katarken, aynı zamanda bir kimlik inşası sürecine de hizmet etmiştir. Ancak Cumhuriyet döneminde bu kelimelere karşı takınılan tavır, İslam medeniyetinden kopma isteğinin bir yansıması olarak görülmelidir.

Öte yandan, Batı kökenli kelimelerin benimsenmesi, Batı'nın bilim, teknoloji ve kültürel üstünlüğüne duyulan hayranlıkla açıklanabilir. Bu kelimeler, modernleşmenin ve ilerlemenin sembolü olarak algılanmış ve dolayısıyla dilimize hızlı bir şekilde entegre edilmiştir. Ancak bu entegrasyon, dildeki zenginliğin tek taraflı bir şekilde gelişmesine yol açmış ve dilin doğuştan sahip olduğu çeşitlilik kaybolmuştur.


Bahadır Hataylı/17.08.2024/04.10/SANCAKTEPE/İST

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder