21 Ağustos 2019 Çarşamba

Anadolu kızları

Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar...

Çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltısına yeni bastığında Zeynep’i köylerindeki bir düğüne gelen Ali isimli bir genç görür ve çok beğenir. Köyüne döndüğünde hemen dünürcü gönderir. Zeynep’i Ali’ye verirler ve hemen düğünleri olur. Zeynep kız 7 yıl hiç köyünü annesini babasını görmeden yaşar ve bu gurbetliğe dayanamayıp hastalanır ve  ölür. Onun yaktığı bu türkü gurbete düşen tüm Anadolu kızlarının feneri olur dalı olur sözü olur .
Anadoluda yaşayan  kızlardan bir çok hikayeden birisidir Zeynep'in hikayesi.
Bu hikayeye benzer binlercesi yaşanır anadoluda,bu türküyle uğurlanır kızlar, bu türkü anadolu kızlarının milli marşıdır. Nice
Zeynepler Aliler
Ayşeler Mehmetler,
Fatmalar Veliler,
Elifler Ahmetler,
Tuğbalar Mustafalar gibi...
             Buda başka bir hikaye. Katı yürekli bir babanın gurbetin ateşiyle yumuşayan katı gönülleri sımsıcacık ısıtan bakış açılarımızın değişmesine neden olan yaşanmışlıklardan çıkarttığımız dersle olgunlaşan bir baba kız  hikayesi.

           Ayşenin gelin gittiği köy kendi köyünün  aşağı mahallesidir. Arasında öyle üç gün üç gece sürecek bir mesafe yoktur baba eviyle. Üç adımda varabileceği eve 17 yıl giremez gidemez yanından yöresinden bile geçemez Ayşe kız. Ayşe  annesiyle gizli gizli görüşür çünkü babasıyla küstür. 17 yıl konuşmaz ve yüzünü görmez babasının. Bu özlem Ayşenin yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır, üstüne üstlük birde köyden ayrılık girer araya .
          Sevdiği genç okumuş öğretmen olmuş aşrı aşrı memlekete tayini çıkmış ve sevdiği Ayşe'sinide alıp gurbet ellere Mardin'e görevini yapmaya gitmiş. Hasretlik gurbetlik yaban ellerde karabulut gibi çökmüş Ayşe'nin ürkek yüreğine. Zaten Sevdiği oğlana kaçtığı için babası Ayşeyle küstü. Ama ara sırada olsa köyde gizli gizli annesini ve kardeşlerini görüyordu. Özlemini gideriyordu. Şimdi yaban ellerde kimse tanış değil buralar bizim oralarada benzemiyor. Biz sularımızı helkilere pınar başından doldurur, derelerde akan buz gibi sularda ayaklarımızı yıkar öyle gelirdik eve . Ama buralar çok farklı yağmur sularının biriktiği suyu kuyulardan sarkaçla çekiyorlar, kurtlu suyu  tülbentlerden süzüp kaynattıktan sonra soğutup ancak içerek susuzluğunu gideriyorlar. Ayşe Kana kana buz gibi su içmeyi özledi. Köyünü Herşeyini taşını toprağını özledi.
           Hatta bir gün taş duvarlarla örülü evin penceresinden dışarı bakarken yoldan geçen bir amcayı köyündeki hiç değer vermediği kapısını bile açmadığı konuşmadıkları gidip gelmedikleri bir amcaya benzetmişti. Nasıl sevindi. Yüreği pır pır attı. Onu görünce köyünü hatırlatmıştı Ayşe.  Akşama kadar köyü hayal etti. Annem, babam, kardeşlerim, komşularımız hatta o yüzüne bile bakmadığımız selam vermediğimiz o komşum nasıllardı acaba diye geçirdi aklından. Açtı mola bizim oraların gülü yaprağı , ormanda ki kayınlar patlamıştır bu mevsimde. Heryeri çimen bürümüştür. Koyun, kuzu otlağa Uzun çimen yaylasına çıkmıştır. Karşı ki bağlar da budanmış,  mehlepler çiçek açmıştır diye düşündü. İçine taa içine derin derin nefes çekerek mehlep kokusunu, gül kokusunu hissetti gözleri kapalı hayal ederken köyünü. Birden kocasının sesiyle uyandı hayal dünyasından. Gözlerinden akan yaşlara engel olamamış, başında ki sarı yazması ıslak ıslak olmuş nerdeyse yazmasındaki allı morlu dallar çiçekler yeşerecekti öyle dalmış uzaklara. Gece sabaha kadar uyuyamadı. Ertesi gün aynı saatte yine durdu pencerenin önüne tül perdenin ardından köylüsüne benzeyen adamın geçmesini bekedi satlerce. Uzaktan bir karaltı göründü işte o aynı köylüsü  gibi yürüyordu ona benziyordu onu gürünce köyünü hatırladığı için çok çok mutlu oluyordu Ayşe. Birden bire sevinçle köyünü anar uzaklara dalar, farkına varmadan diline doladığı şu türküyü seslendirirdi yanık sesiyle pencerenin önünde. Gözlerini kapatır köyüne doğru için için hislenerek çocukken düğünlerde kına gecelerinde öğrendiği, ablaların gelin olacak kızlar için söylediği o türküyü ince ince buz kesilene dek mırıldanır ve sıla özlemini gidermeye çalışırdı.

İşte o gün bu gündür bu türkü, ayrılığın türküsü olarak dillerde dolaşır:gurbet ellerde kızlar bu türküye tutunur bu melodiyle ısınır ve bu sözlerde umut ışığı ararlar yüreklerine taş basan Anadolu kızları.
Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar
Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler
Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse
Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse
Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun
Ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı
Ben köyümü özledim.

Kocasıda Ayşenin bu özlemini fark eder ve sabretmesi gerektiğini buralardan ancak okullar tatil olunca gidebileceklerini dile getirir az kaldı dermiş.
                Ayşenin babası çok inatçı bir adammış. Dediğim dedik çaldığım düdük dermiş. 6 tane çocuğu varmış. İki oğlan dört kız . Babası en çok sarı kızı Ayşeyi severmiş ona bir başka bakarmış.  Çünkü huyu suyu çok güzelmiş.Sarı kızın gözleri yeşil yanakları al al teni gül kokarmış.  Babası kızının çok mutlu olmasını  istemiş. O yüzden kızın sevdiği delikanlının babasını sevmediği için kızınıda o sülaleye gelin vermek istememiş. Ama kız babasını ezmiş ve sevdiği delikanlıya kaçmış. Babasının çok çok ağırına gitmiş bir küsmüş pir küsmüş. Kızıyla 17 yıl konuşmamış.
            Babası üzüntüsünden kızına olan ayrılığa dayanamamış. Evin her tarafına bahçesine bağına güller dikmiş çünkü kokusu kızını hatırlatıyormuş. Ona olan sevgisini onun kokusunu gül dikerek gidermiş. Kızının yeşil gözlerini hatırlamak için evinin bahçesine diktiği çam ağacının yeşilinde bulmuş. Elini her uzattığında ona her baktığında dikenleri yüreğine saplanmış ama kızından da vaz geçememiş. Yıllar geçmiş Ayşenin bebeleri büyümüş genç kız olmuşlar. Baba yüreği yumuşamış ve insafa gelmiş.
             Bir gün Ayşe'nin babası Koçları kurban edin, yakın ateşleri, kurun kazanları. Cuma günü bayram var. Haber salın Ayşe'ye gelsin elimi öpsünde barışalım demiş. Sevinçten bütün köy ayağa kalkmış. Kazanlar kurulmuş, yemekler pişmiş, koçlar kurban edilmiş, davullar çalmış, sofralar kurulmuş. Ayşe kızın 17 yıllık içinde yanan hasret ateşi  babasının elini öperek ve annesine sarılarak sönmüş . İçi ferahlamış yüzünde güller açmış sarı kızın yeşil gözlerinden dökülen sevinç gözyaşları sel olmuş akmış. Köyün her yerinden gül kokusu tüm dağlara ovalara yayılmış huzur her yerini kaplamış. Ayşe kız  köyünde herkese selam verir herkesin hatırını sorar dertlerine derman olmaya çalışırmış. Küslüğün çok kötü bir şey olduğunu herkesi herşeyi sevmekle başlar tüm güzellikler demiş ve sevgiyle ektiği tohumların yeşermesi için çabalamış. Bundan sonra fırsat buldukça tatillerde koşa koşa köyüne gelmiş. babasının dizinin dibinde anasının yanında geçirmiş geri kalan ömrünü.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder