28 Haziran 2022 Salı

Kuşlu mağara

Ballıca Mağarası Masal Köyü 

         Bir varmış bir yokmuş diye başlar masallar. Ama bizim masallarımız Bir varmış Pir varmış. Bu çağda yaşayan insanların efsane hikayelerinden oluşuyor. Okulunu bitirmiş KPSS ye girmiş ve atanmayı bekleyen Yağmur öğretmen büyük şehrin kalabalığından odasına sığınmış ve albümlere bakarken gözleri dolmuş. 7 göbek önce bu şehre gelip yerleşen atalarını yad etmiş. Büyük büyük annesini çok özlemiş. Elindeki resimlere bakarken bir yandan da kahvesini yudumluyormuş. Balkonda gak gak diye öten karganın sesiyle telefondan gelen mesajın sesi bir birine karışmış. Mesajı okuduğunda annesinin “Dünyada Türkiye, Türkiye’de Tokat “dediği memlekete öğretmen olarak atandığını büyük bir sevinçle öğrenmiş. Neden böyle söylediğini yıllar sonra anlamış. Gölge oyunu Hacivat karakterinin köyüne tayini çıkan Yağmur öğretmen Google da yaptığı araştırmayla gideceği yer hakkında okudukları karşısında çok heyecanlanmış. Gideceği ilçenin sınırları içinde Unesco tarafından dünya mirası listesine alınan dünyanın en büyük ikinci mağarasının olması Yağmur öğretmeni hayrete düşürmüş. Bir havaalanı, bir kervan sarayı, hamamı ve  göçmen kuşlara yarenlik eden kaz gölünün olduğunu öğrenmiş.  Bağları, bahçeleri, ovaları tarım sit alanı olarak koruma altına alınan cennet vatanın, cennet köşesine gideceği için çok çok mutlu olmuş. Hemen o köyde müzik öğretmeni olarak görev yapan liseden okul arkadaşı Yusuf’u aramış. Geleceğini haber vermiş. Bu verimli toprakların  bereketiyle kültürüyle fark yaratan insan öyküleriyle, gün yüzüne çıkan sırları içinde barındıran sevimli hayal dahi edemeyeceğiniz güzelliklere ev sahipliği yapan beldenin halkıyla tanışmak için sabırsızlanmış. 22 yaşındaki Yağmur  öğretmen heyecan dolu yolculuğuna bugün Atatürk havalimanından çıktığı yolculukla başlamış. 
              Öğretmen olmaya daha ilkokulda karar vermişti. Bu kararı almasına, çocukları çok sevmesine sebeb olan komşunun oğlu Ahmet olmuştu. Komşunun çocuğu olan Ahmet o günlerde evlerine bir lutuf olarak serçe kuşu misali gelmiş ve bu serüven 4 yıl sürmüştü. Yağmur öğretmen Ahmet'e olan sevgisinin hiç bitmemesi için o günlerde verdiği bir kararla daha çok çocuklarla bir arada olabilmek için bu mesleği seçmişti. Yağmur kardeşi gibi sevdiği Ahmet'le okuldan gelince ilgileniyor, oyun oynuyor ve ondan sonra annesine teslim ediyormuş. Ailesine emanet edilen Ahmet' in sayesinde İnsanın insana duyduğu  karşılıksız sevginin  yarattığı değeri ve  kıymeti ilk olarak hiç bir bağı olmayan komşu çocuğuyla deneyimlemişti. Ve kendi kendisine söz vermişti. Sevgi herşeyin anahtarı. Daha çok çocuğa ulaşmak için öğretmen olmayı seçmişti. Ve yıl 2012 tayininin çıktığı şehre büyük bir heyecanla ayak basmış.
            Havaalanında Yağmur öğretmeni arkadaşı Yusuf karşılamış. Arabaya bindiğinde iki tarafı ağaçlarla kaplı yeşilin bin bir çeşidine şahitlik ederek ilerlemiş. Tam virajda köşede anne şefkatiyle iki kanatlı kapılarını sonuna kadar açmış, sevgiyle her geleni kucaklayan misafirlerini güler yüzüyle  karşılayan Mahperi hatun kervan sarayı sanki geçmişle gelecek arasında bir köprü gibiymiş. Bir çay içmek ve yemek yemek için burada mola vermişler. İki arkadaş eski günlerden ve geleceğe dair hayallerden konuşurken hasret gidermişler. Yağmur öğretmen kervan sarayın mütevaziliğine ve ihtişamına hayran kalmış. Kasaba sırtını dağlara yaslamış yüzünü ovalara dönmüş eteklerinde kümelenmiş  iki, üç katlı bahçe içinde mustakil evlerle dolu şirin bir yer demiş Yusuf öğretmen. 
Yağmur öğretmen okulun lojmanına yerleştiğinde içinde çok güzel duygular belirmiş. Hayallerini ve yapmak istediklerinin anahtarlarını burada bulacağı hissine kapılarak içini bir seviç kaplamış. Bir hafta içinde lojmandaki evinin eksiğini gediğini tamamlamış. Okulların açılmasını heyecanla beklerken penceresine konan guguk kuşu kumruya selam vererek hoş buldum hoş buldum demiş. 
          Eğitim bir köy ister. Bu köyde bu okulda geleceğin bilgi tohumlarını içinde barındıran çocuklarla tanışmak için can atıyormuş. Okulun ilk günü onu okul müdiresi Pelin Hanımefendi güler yüzüyle karşılamış. Hoşgeldiniz diyerek sınıf öğretmenini öğrencilerle tanıştırmış. 
         Yağmur öğretmen sınıfına girdiğinde yaşları 9 ila 12 yaş arasında değişen birleştirilmiş sınıf öğretmeni olarak karşılaştığı 39 öğrenciyle tek tek el sıkışarak tanışmış. Hepsinin gözleri ışıl ışıl parlıyormuş. Belliki güzel besleleniyorlarmış. Ailelerle tanışmayı çok arzu ediyormuş. Gel zaman git zaman okula alışmış. Velilerle  tanışmış.  Çocuklar için ne yapabilirimin gayreti içersinde elinden gelenin en iyisini yapmış. Günler gelmiş geçmiş. Birinci dönem bitmiş. İkinci dönem başlamış. Havalar ısınmış. Bahar gelmiş. Heryer, yeşillenmiş. Yağmur öğretmen çok meraklıymış. Bölgeyi tanımak ve yeni yerleri öğrencileriyle birlikte keşfetmek için yörenin kuş cenneti olan Kaz Gölüne ve Ballıca Mağarasına bir gezi düzenleyerek öğrencileri ile birlikte gezmek istemiş. Kasabanın doğal güzelliği onu mest ediyormuş. Öğrencilerini götürmeden önce keşif yapmak için boş gününde buraları gezerek bir ön bilgi toplamak istemiş. Okul arkadaşı müzik öğretmeni Yusuf Öğretmenden eşlik etmesini istemiş. Yusuf öğretmen ben yarın müsaitim arabayla seni okuldan alırım demiş.
             Ertesi gün arkadaşıyla birlikte Ballıca mağarasının bulunduğu Ballıca köyüne gitmek için yola çıkmışlar. Arabayla dağlara doğru kıvrıla kıvrıla tırmanarak yol almışlar. Çatallı yolun kenarında durmuşlar. Yolu bilmediği için yol kenarında kuzularını otlatan çobana seslenmişler. Çoban kuzularına kaval çalıyormuş. Kaval sesini epey bir dinlemişler. Ne de güzel geliyor sesi yanık yanık. Yağmur öğretmen mest olmuş.
           Yüksek İhtisasını nefesli çalgılar üzerine yapan Yusuf öğretmen “kaval türkülerin öz çalgısıdır demiş. Kaval İlk olarak orta Asya Ural bölgesinde bir çobanın elinde görülmüş. Bu nedenle kaval çoban çalgısı olarak bilinir. Türk halk müziğine renk katan önemli bir üflemeli çalgıdır. Kavalın yanık sesi yüreğimizdeki özlemi, sevgiyi, acıyı, tasayı, dile getirir. Geçmişten geleceğe seslenir. Dinleyen kişinin içini titretir. Ortak duygularımızı güçlendirir bizi biz yapan birleştirici bir müzik aletidir demiş. Otantik bir çalgıdır. Bu topraklar kavalın doğum yeridir. Büyük usta sanatçı Kaval yapımı ve icracısı olarak UNESCO tarafından yaşayan insan hazinesi envanterine ismini yazdıran tek  usta bu topraklarda yaşıyor. Biliyormusun bu mağarada UNESCO tarafından dünya mirası olarak koruma altına alındı. Bu mağarayı 40 yıl önce bir çoban bulmuş. Yetkililere haber vermiş. Fırtınalı bir günde koyunlarını korumak için mağaraya sığınmış. O gün bu gündür ziyarete gelen tüm dünya insanlarını ağırlamakta.” demiş. Ve  Çobana selam verip yolu sormuşlar.  Çoban yolun sağından kral yolundan devam edin demiş. Teşekkür ettikten sonra yola sağdan devam etmişler.  Epeyce gittikten sonra düzlük bir yerde arabayı park etmişler. Merdivenlerle yukarıya doğru tırmanmaya devam etmişler. Hava çok güneşliymiş. Rüzgar sıcak sıcak esiyormuş.Tam mağaranın giriş kapısında şöyle bir soluklanmışlar ve buz gibi bir su içerek biraz ferahlamışlar. Yağmur öğretmen sandalyede oturan ayağında çarığı, elinde bastonu, boynunda şalı olan  yaşlı bilge kadına selam vererek merhaba demiş. Bilge kadın gençleri görünce çok mutlu olmuş. Hoşgeldiniz demiş. Eğer isterlerse onlara rehberlik yapabileceğini söylemiş. Yağmur öğretmen çok sevinmiş. Tabiki çok mutlu oluruz demiş ve ismini sormuş. Bilge kadın bana Dünya Köylüsü derler. Köylüyüm bu topraklarda doğdum. Burada yaşıyorum. Köyümü ve insanımı çok seviyorum demiş. Bu mağarayı ziyarete gelenlere eşlik ediyorum demiş.  
     Yağmur öğretmenin gözüne yerde parlayan bir şeyden ışık vurmuş ve gözleri kamaşmış. Dikkatli baktığında dünya Köylüsünün ayağında ki çarıktan geldiğini farketmiş. Aaa çok güzel bir ayakkabı rengarenk ve ışık saçıyor demiş. 
Dünya Köylüsü 
-Evet kızım bu çarık yöresel bir ayakkabıdır. Aynalı çarık deriz. Manda derisinden yapılır. Ayak sağlığını çok iyi koruyan bir ayakkabıdır. Kişinin ayaklarını yere sağlam basmasını sağlar. Toprakla iletişim halindedir. Bu dünyada  İz bırakmak isteyen yöre kızları aynalı çarık giymeden gelin gitmez.” demiş.
Yağmur öğretmen ayakkabının üzerine biraz daha eğildiğinde aynada kendisini görmüş. Tasavvufta ayna sırlıdır. Kendini bilme yolculuğunda baktığın her yerden yansıyan varlığın, sana seni hatırlatan özün bir parçası olduğunu okumuştu, Yunus’un dizelerinde. Bilge kadın her şey vücut bulduğu köklere geri döner. Kendini bilen rabbini bilir demiş. 
             Yolumuz çok uzun. İsterseniz bir an evvel mağarayı gezmeye başlayalım demiş. Ve Bismillah diyerek yürümüş.  Arkasından Yağmur öğretmen ve arkadaşı onu takip etmeye başlamışlar.  Merdivenlerle aşağıya doğru inerken mağaranın girişindeki kayalıkların arasından geçmişler. Sanki kayalar havada duruyormuş.  Gittikçe gün ışığından uzaklaştılar ve kapkaranlık yolda tek sıra halinde yürümeye devam etmişler. 
Mağaranın içi yer yer kırmızı loş ışıklarla aydınlatılmış. Birden bire baş üstlerinde pır pır uçuşan  ince tiz bir sesle sağa sola kaçışan cüce yarasalara rastlamışlar. Yağmur öğretmen ilk defa yarasa gördüğünü söylemiş. Tavana doğru baktıklarında asılı duran bir sürü yarasa görmüşler. Bilge kadın korkmayın onlar size zarar vermez demiş.
        Karanlık ve nemli yerlerde yaşayan yarasalar dünyada uçan tek memeli kuş türüdür. Gözleri kördür ama kulakları çok iyi duyar. En yüksek radar alıcısından daha iyi gelişmiş ses sistemi vardır demiş. Yağmur öğretmen yarasaların tavanda ters duruşlarını annenin rahim duvarına yapışan embriyoya benzetmiş. Kanla beslenen embriyoyu karanlıklar içinde en güzel yerde emin ellerde gelişimini tamamlayan tohuma benzetmiş. Bu düşüncelerle ilerlerken dar bir koridordan tek sıra halinde geçmişler. 
Kayaların üstü nemli nemli. Tavandan damlayan suların sesi şıp şıp gelirken epeyce bir yol almışlar. Sağa sola doğru ara ara derinleşen kayaların yüzeyi yuvarlak, pütürlü, kireçlenmiş kayalardan oluşan ilginç şekilleri okumak için düşüncelere dalmış. Milyonlarca yıl önce süzülerek gelen damla damla suyun azimli kararlılığında ortaya çıkan şekillere hayran kalmış. Hepsi şah esermiş.
Bilge kadın sözüne devam etmiş. 
Bu gördüğünüz şekiller Mağara incileri, mağara gülleri, farklı formdaki sarkıtları, perde travertenleri, soğan sarkıtları, üzüm salkımları ile bu görsel şölen mağaranın istisnai doğal güzelliğini oluşturuyor. Bu oluşumlar Ballıca mağarasını dünya ölçeğinde özgün kılıyor. demiş. 
İnsanoğluda kendindeki potansiyeli açığa çıkartmak için sabırla kendini işlemeli diye düşündü. Yağmur öğretmen bu olağanüstü görseller karşısında Kendisini yazar, müzisyen, ressam, mimar, usta, üreten sanatçı ruhlu insanlardan birisi olarak hayal etmiş. Ve en çok neye ilgi duyduğunu neyi sevdiğini ne yapmak istediğine odaklanmıştı.  Bilge kadın “iyi bir heykeltıraş fazlalıkları atar geriye şah eser kalır” diyerek noktayı koymuş.  Bizde bu yolculukta fazlalıklardan kurtulup net olanın inşasını yapmaya çalışmıyor muyuz? demiş. 
Ve elinde bulunan son Osmanlı fenercisinden aldığı feneri yakarak taşın üzerine tutmuş. Işığı geçiren taş Balkabağı rengindeki turuncu rengini yansıtmış. Bal kabağının turuncu renginden dolayı  mağaraya bu ismi vermişler. Mağara değişimin dönüşümün ve yaratıcılığın sembolüdür demiş. Bilge kadın Dünya Köylüsü. 
Yağmur öğretmenin aklına kül kedisi masalındaki balkabağından yapılan araba gelmiş. Bu mağarada zaman yolculuğunda bizi geçit kapısına götüren bir araç olabilir miydi? diye düşünmeden edememiş. 
Yağmur öğretmen gördükleri karşısında hayran kalmış. Kalsit Kıristal kireç taşından oluşan bu mağara kim bilir ne sırları içinde gizliyordu. Biraz daha ilerleyince en geniş en yüksek salona gelmişler. Mağaranın Yüksekliği yaklaşık olarak 99 m, uzunluğu 700 m imiş. Mağaranın içinde üç-dört milyon yılda oluşan dünyanın en büyük sarkıtı ve en uzun dikiti  bu salonda aynı anda bulunuyormuş. Sarı  renklerle ışıklandırılan bu bölüm sanki güneşe doğru yol almanın aşkıyla oluşan dikitlerin ve güneşten gelmenin olgunluğu ile tavandan kristal avize gibi aşağıya doğru sarkan sarkıtların orta yerde birleşerek yeni şekiller ortaya çıkartması olağan üstü bir görsellik sunarken, birden bire bir sarsıntıyla yer yerinden oynamış. İki taşın birleştiği yerden bir taş kopmuş ve açılan delikten sızan ışık, Yağmur öğretmenin mezuniyetinde babaannesinin boynuna taktığı 30 milyon yıllık yeşil opal taşından yapılan kalp şeklindeki kolyeye vurduğunda her taraf Zümrüt yeşili renge boyanmış.  Bilge kadın taşların sırlarını açıklarken bir elini kalbinin üzerine koymuş ve gözlerini kapatmış. Yağmur öğretmene ve arkadaşına sizde elinizi kalbinizin üstüne koyun ve gözlerinizi kapatın demiş. Söylediklerimi tekrar edin demiş “Arzdan geleni yut, Gökten geleni tut.  Yerlerin ve göklerin sahibini sakın unutma. Yüksek Medeniyet huzur demektir. Her daim huzurda olduğunu hatırla.” demiş.  Yere düşen  anahtar şeklindeki kristal taşını alarak, bunu sana hediye etmek istiyorum demiş. Bilge kadından aldığı anahtara hayranlıkla bakmış ve avuç içinde kristal anahtarın mükemmelliğine dokunurken taşı göğsüne bastırmış. İlk defa tanımadığı bir kişiden bu kadar değerli bir hediye almış. Yüreği sevinçten güp güp atmış. Bu sevinci yıllar önce evlerine gelen Ahmet’in sevgisine benzetmiş. 
Yağmur öğretmen 
Kelimelerin gücünü ve anlamını içselleştirdiğinde mağaranın derinliklerinde açılan bir kapı görmüş.   Gözlerini açtığında kapının şekli  Bilge kadının boynundaki şalın deseniyle aynıymış. Bu sırrı okuyan Usta Sanatkar  bir şalın üzerine ıhlamur ağacıyla deseni mühürleyerek basmış ve imzasını atmıştı. 
Ve bu sırrı bilen yazarın okuyucusuna aktardığı bir kitap gibi sayfalardaki satırları okuyan Bilge kadına bu motifin anlamını sormuş. 
Dünya Köylüsü,” eli belinde kadın motifi.  Gücünü kendinden alan kadın demek”demiş. O yüzden bu topraklar ana dolu dur” Tüm güçlükleri sevgi, merhamet, sabır, şefkatle, ilimle ve azimle  aşarak kalp okyanusunun sahilinde açan mağara gülleri, mağara incileri ve yıldızları gibi cesaretle açığa çıkması milyon yıl almış Anadoluda.
 Ağzından çıkan kelimenin gücü seni göklere taşır. 
Korkma! bu mavi denizde yüzmek için sadece kelimenin kök ve ilk anlamını bilmen gerekiyor. demiş. 
Yağmur öğretmen Mağaranın içinde 60 m derinlikteki  bu uçsuz bucaksız arı duru suyun kıyısında karşıya geçmek için çareler  aramış. Ne yöne gideceğine karar verememiş. Bilge kadın kalbinin sesini dinlemesini söylemiş.  Gözlerini kapatmış. Suyun şırıltısının geldiği yöne doğru kulak vermiş. Vak vak sesiyle ürpermiş. Suyun üstünde yüzen Yeşilbaşlı gövel ördekleri görünce çok mutlu olmuş.
 Yağmur öğretmen ördek kardeş bizi gittiğin yere götürür müsün demiş.  Ördek hiç tereddüt etmeden elbetteki binin üstüme sizi istediğiniz yere götüreyim demiş.
 Bilge kadın yeşil başlı gövel ördek kaz gölünde yetişen bir kuş türüdür. demiş. Yusuf öğretmen o güzel sesiyle “yeşil ördek gibi daldım göllere 
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem gurbet ellere 
Ne sen beni unut nede ben seni” türküsünü içinden mırıldanmış.
Suyun aktığı yöne doğru ilerlemişler. Ufukta yıldız gibi parlayan bir ışık yansıması görmüş. Sonsuz bir aydınlanmanın hissiyatıyla Yağmur öğretmen çok şükür gün ışığına kavuşacağız demiş. Büyük bir huzurla mağaranın çıkışına doğru yaklaşmışlar ve nihayet gökyüzünü selamlamışlar.
Ocaklı şelalesinin kaynağı olan bu göze çok yükseklerden akıyormuş. 
Dünya Köylüsü şelalenin 28 m yükseklikten aktığını ve bu  şelalenin altında çimen çocukların 
sağlıklı, sıhhatli, merhametli, adaletli, çok cesur ve sanatçı ruhlu olduklarını söylemiş. Dost doğrudurlar. Hakka kul olan fıtrat ayarında bozulmamış ahlaki değerlerle donatılmışlardır. Gözü kara, yürekli bir insan olarak hayatlarında hep insanlığın faydasına iş yaparlar” demiş. (Hacivat) Hacı ivaz da çocukken bu şelalede çimmiş. 
Özellikle Nisan, Mayıs ayında bu şelale coşar ve buraya bu bilgileri almak için niyet eden güzel insanlar yıkanmaya gelirmiş. Çoşkuyla akan Şelale bu kişilere Mağaranın derinliklerinden damıtılarak süzülerek gelen kadim bilgileri paylaşarak yarenlik edermiş. 
Çok yükseklerden akan şelalenin suyu kayalara çarpa çarpa yere düşermiş. Ve küçük bir göletin içinde birikirmiş. Bu göletin taşkınlığından yol bulan sular kıvrıla kıvrıla akarak kaz gölüne ulaşırmış. Engin düzlüklerde durulan su, çevresine yuva yapan binlerce hayvanı kurdu, kuşu, balığı besleyerek bir çok canlıya hayat verirmiş. Buradan aldığı bilgileri gittikleri yerlere götüren kuşlar en büyük bilgi taşıyıcılığını yapan postalarmış.  
 Bu ovaya kaz ovası derlermiş. Toprakları çok verimli imiş.  O yüzden tarım sit alanı olarak ilan edilmiştir. Endemik bitki ve canlı örtüsüyle bu topraklar bozulmamış genleri Nuh’un gemisi misali ambarında saklarmış. Türkiye’nin saklı hazinesidir.”demiş Bilge kadın. 
 Tam bu sırada direğin üzerine yuvasını yapan göçmen kuş leyleğin lak lak sesini duymuşlar.
Dünya Köylüsü, Bilge kuş leyleği görünce selam vermiş. Hoşgeldin leylek kardeş demiş. Yağmur öğretmen çocukluğunda dinlediği masallarda beni getiren leylek bumuydu acaba? diye düşünürken muzipçe gülmüş. Annesinin neden böyle söylediğini çok merak etmiş. ilk defa bir leyleği bu kadar yakından görmüş. Bilge kadın bu toprakların vazgeçilmez konuklarıdır leylekler. Çok yer gezdikleri ve Kabe’den  geçtikleri için hacı leylekte derler onlara halk arasında. 
Olgunlaştığımızda idrakimiz genişler. Bakışımız kuş bakışı gibi birleştirici olur. 
İşte bu anlayışa sahip olduğumuzda kamil insan oluruz. 
Leylekler göç edecekleri zaman güneşi takip ederek güneşe doğru göç ederler. Halk arasında leyleklerin geliş tarihi ahmed-i lak lak olarak bilinen Şubat sonu Mart başı olarak işaret edilir. 
İnsan hakkı bilmediği sürece , ilim ile irfan ile yoğrulmadığı, eğitilmediği sürece ölü geldi ölü gitti denir. 
İnsan kendini bilmeli hakka şahit olmalı. İnsan yaşamın sırrına anlamına bir bilen ile ermeli. demiş. 

Mağaranın çıkışından aşağıya inmek için ya suyla birlikte çağlayarak kayalara kafalarını Çarpa çarpa yada leyleğin sırtında göklerde süzüle süzüle ineceklerdi. 

Yağmur öğretmen leylek kardeş bizi yere indirebilir misin? dedi. Leylek büyük bir memnuniyetle atlayın sırtıma dedi. Hepsi sırası ile leyleğin sırtına bindiler. Düşmemek için serçe gibi leyleğin kanadına sığındılar. Dünya Köylüsü bilge kadın anlatmaya devam etmiş. 

Leyleğin ötüşünün anlamı “Lak lak- lek lek” “yerdeki ve göktekiler sana ait” demekmiş. 

Sıcak hava akımları sayesinde süzülerek uçarlar. Hiç kanat çırpmadan günde ortalama 400 km yol alabilirler.  

Leylekler toplu göç ederler, göç edecekleri zaman yerden kalkarlar, havada belli bir süre dönerler, oranın enerjisini ve konumu beyinlerine, buralara tekrar göç edebilmek için kaydederler. Anadolu’nun mayası olan bu topraklarda köprünün kilit taşına leylek sembolünü yerleştiren bilge insanlar acaba bize ne anlatmak istemişler?  

Yağmur öğretmen merakını gidermek için 

-Ey Leylek kardeş! Sen neden göç edersin, hiç yorulmaz mısın?

-Benim hicretim budur, insana “sen ölümlüsün sakın unutma, bir gün gelecek fâni dünyadan göç edeceksin” diye hatırlatırım. Ben yeryüzünde yaşarım ama gökyüzünde uçarım.  

Ve Hakk yolunda yol alan asla yorulmaz, ben ne kadar uzun uçsam da yorulmam.

-Ey Leylek kardeş! Sana neden leyleğin ömrün lak lak yapmakla geçer, demişler?

- Ben her zaman ses çıkarmam, gagalarımdan ses çıkardığımda, sadece Hakk’a “sensin ya Rabbim, sensin ya Rabbim” diye seslenirim.

-Ey Leylek kardeş! Senin için sevgisi, merhameti güçlüdür derler, nedir bunun hikmeti?

-Ben tek eşli yaşarım, yuvama sadığım, yavrularımı eğitirim, onlara uçmayı, beslenmeyi, göç etmeyi öğretirim, davranışlarım hep böyledir.

-Ey Leylek kardeş! Neden Leylek yavruları dışkılarını yuvalarının içine değil, dışına yaparlar?

- Ben yavrularıma; yediğin sofraya ihanet etmeyin, temiz olun, sadık olun, yuvanıza pislemeyin, diye öğretirim.

-Ey Leylek kardeş! Yuvanı neden hep insanların yaptığı binaların üstüne ya da insanların göreceği yüksek yerlere yaparsın?

-İnsanlar, yuvanın kıymetini, sadakati, paylaşmayı, yardımlaşmayı, yavrularını ilim ve irfanla yetiştirmeyi öğrensinler, Allah’ı anmayı unutmasınlar diye yuvalarımı onların göreceği şekilde yaparım.

-Peki Leylek kardeş! Sana son bir soru sorabilir miyim?

-Buyur ademoğlu!

-Leylek kardeş, bizlere öğüdün ne olur?-

Doğa anana iyi bak, ona iyi davran, o sana tüm gıdalarını veriyor, eğitimini hayat okulundan al, ilimden irfandan asla ayrılma, birliğini ve beraberliğini koru, yerlerin ve göklerin sahibini unutma.

-Çok teşekkür ederim Leylek kardeş sizinle tanıştığıma çok mutlu oldum. Bende şu aşağıda kaz gölünün kenarında gördüğün okulda öğretmenim. Ne zaman istersen bizi ziyarete gelebilirsin seni öğrencilerimle tanıştırmak isterim demiş.

Leyleğin kanatlarında gök yüzünde uçarken kaz gölüne kuş bakışı bir kaç tur atmışlar. Bütün kuşlara, gölde yaşayan canlılara selam vermişler. Gök yüzünden el sallamışlar.  Yağmur öğretmen Çok çok uzaklardan gelen telli zurnanın sesine kulak vermiş. Yükseklerden sesi gayet hoş duyuluyormuş. Yusuf öğretmen telli zurna bu topraklarda çalınan bir çalgıdır. Gümüş tellerle sarılı kayısı ağacından yapılan, davula yarenlik eden, düğünlerin vazgeçilmez ikilisinden birisidir. demiş. Karşı köyde düğün var. Zeynep kızı gelin ediyorlar. Telli zurna ilan ediyor, herkese duyuruyor bu düğünü. Davul zurna üç gün boyunca bu güzelliği herkese duyurmak için çalarda çalar. Yağmur öğretmen çok merak etmiş. Bizde oraya gidebilirmiyiz. demiş. 

Leylek  isterseniz sizi oraya götüre bilirim demiş. Dünya Köylüsü Bilge kadın olur yöremizin gelenek ve göreneklerini yansıtan bu düğüne bizde gidelim demiş. Sesin geldiği yöne doğru yaklaştıkça telli zurnanın sesi ve davulun sesi çok daha net duyulur olmuş. Gök yüzünden yer yüzüne doğru kuş bakışı baktığında aşağıdaki insanlar karınca gibi görünüyormuş. Yere doğru yaklaştıkça insanlar büyümüş. Leylek köy meydanına insanların şaşkın bakışları arasında inmiş. Köy halkı leyleğin getirdiği misafirleri ayakta karşılamışlar. Bilge kadın çok teşekkür etmiş. Leylek havalanırken lak lak lek lek diye ötmüş.

Bilge kadın, Yağmur öğretmen, ve Yusuf öğretmen unutmadım aklımda diyerek el sallamışlar. 

Davetsiz misafirleri Köy meydanında köyün muhtarı ve düğün sahibi hoş geldiniz diyerek karşılamışlar. Dünya köyüne gelen misafirleri Baş köşeye oturtup lezzetli ikramlarla donatılmış bakırdan honca tepsisinin içinde sunulan yöresel yemeklerle dolu sofraya davet etmişler. Karınlarını doyurduktan sonra, davul zurna eşliğinde oynanan “Omuz Halayını” hayranlıkla izleyen Yağmur öğretmene Dünyada ve Türkiye’de ilk ve tek başka yerde göremeyeceğiniz “Omuz Halayı” bu yörenin kadına verdiği değerin simgesidir demiş Bilge kadın. 

“Ey kahraman!  Türk kadını sen yerlerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın “ sözünün vücut bulduğu bu topraklar Yağmur öğretmenin içini aydınlatmış.

Başında muhtar şapkasıyla ve vakur duruşuyla gelinin babası, kızının koluna hediye olarak geleneksel el sanatıyla yapılan Tokat bileziğini takmış. Gelin ayağında aynalı çarığı, başında telli duvağı ile babasının elini öpmüş. Her zaman başımın tacısın kızım. Bak  kızım baba ocağının kapısı sana her daim açıktır. Oban şenlikli, yuvan kutlu, hanen mutlu olsun. Bir yastıkta kocayın demiş ve  kızını ata bindirmiş. Düğümsüz yulardan gem vurulan atın ipini  damadına teslim etmiş. Yolunuz bahtınız açık olsun güle güle gidin demiş. 

Bilge kadın dünya Köylüsü 

Bizim ellerde kadın su gibi AZİZDİR. 

Sevdiğinin gözlerinin renginde yeşil akar YEŞİLIRMAK olur. 

Bizim ellerde kadın kale gibidir. Dimdik durur yıkılmaz, yılmaz mücadelecidir. Kötülüğü zindanlarına hapseder, güzelliğe iyiliğe yol verir. Darun Nusret gönüllüdür.

Bizim ellerde kadın Anadolu’nun mayasıdır. 

7 bin yıllık tarihiyle 14 medeniyeti koynunda büyütmüştür. Anadolu’yu bir tencere süt olarak düşünürsek , bu bir tencere sütü çalmak için bir kaşık yoğurda ihtiyacımız varsa işte o bir kaşık yoğurt bizim insanımızın bozulmamış fıtrat ayarındaki ahlaki değerleridir. Demiş Bilge kadın. 

Yağmur öğretmen duydukları ve gördükleri karşısında çok etkilenmiş kökleri bu topraklara dayandığı için kendini çok güçlü hissetmiş.               Mutluluktan gözleri Yusuf öğretmene doğru çevrilmiş. Göz göze geldikleri anda sanki Yusuf  öğretmen yıllardır bu anı bekliyormuş gibi eli annesinden miras kalan cebindeki kutuya gitmiş. Kapağını açmış ve mercan taşlı “kaz ayağı yüzüğü” eline alıp diz çökmüş. Herkesin önünde Yağmur öğretmene benimle evlenirmisin demiş.Yağmur öğretmen mutluluktan gülen gözlerinden akan damlalarla evet evet derken anneannesinin ilk yaş gününde aldığı kulağındaki mavi boncuklu per per yani “pır pır küpeler “heyecanla pırıl pırıl parlayarak gelecek güzel günlerin müjdesini fısıldamış kulağına. İki aşık kumrular gibi El ele, el hakka deyip yürümüşler güzel günlere doğru…

Teşekkürler Teşekkürler…

Sizlerde bir gün yaşadığınız şehri keşif yolculuğuna çıktığınızda sokaklarında, mağaralarında, dağında, taşında rastladığınız sembolleri okur, duyduğunuz seslere kulak verirseniz gönül gözüyle bakar ve kendinizden bir parça ile bağ kurarsanız size ait izlere muhakkak rastlarsınız…

Bu topraklar neyse biz oyuz. Aslımızı inkar etmeyelim. Bu toprakları tanımadan ne yazar, ne usta, ne insan olursunuz. Doğduğun şehri tanıdığın için sahip çıkarsın özüne. Kah usta olur, kah yazar, kah şair, kah kadın, kah erkek tecrübeleriyle DEMLENMİŞ İNSAN yani KAMİL İNSAN olursun bu topraklarda. 

Ben ana yım

Ben dolu yum

Ben Anadoluyum.

demiş Bilge kadın. 


Okul müd Pelin hanım çocuklar yarın hep birlikte Yağmur öğretmenimizin önderliğinde mağarayı gezmeye gidiyoruz. demiş…

Çocuklar oley diye hep bir ağızdan bağırmışlar. 

           Masallarda bir peri çıkar karşınıza gerçek hayatta ÖĞRETMEN. Yağmur öğretmen kurduğu bu masal köyünde ziyarete gelen tüm çocuklara dedelerden, ninelerden derlediği Anadolu masalllarını bir bir anlatmış…Bu masalllara Yusuf öğretmen kavalıyla ses vermiş. 77 yaşındaki Dünya Köylüsü Bilge kadın mağaranın kapısında gelen misafirlere eşlik etmeye devam etmiş…

Gökten üç elma düşmüş …

Biri anlatana…

Biri dinleyenlere, birisi de bu sırra erenlere …

Dünya Köylüsü 

Ayla Bağ 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder