30 Aralık 2024 Pazartesi

Yeni Yıl

 YENİ YILINI ARAYAN KÜLTÜR...


Yüzünü kâh Batı’ya, kâh Doğu’ya dönen sanayileşme çağının yeni Türk kenti, eski kentin ve köyün yüzyıllar, bin yıllar boyunca kuşaktan kuşağa aktardığı kültürü yokmuş, hiç var olmamış da eşten dosttan, konudan komşudan bir şeyler öğrenilip uygulanması gerekiyormuş gibi bir düşünce tarzı sergiliyor.


Oysaki 1300 yıl önce Bilge Tonyukuk hangi dilde bengü taş dikmişse, Kaşgarlı Mahmut ve Yusuf Has Hacip 950, Hoca Ahmet Yesevi 850, Hacı Bektaş Veli 800, Yunus Emre 700, Ali Şir Nevai 600 yıl önce hangi dille felsefe ve sanat yapmışsa biz de bugün aynı dille konuşuyoruz. Bütün lehçelere, şivelere, ağızlara, doğal veya zorla yapılan değişim ve dönüşümlere rağmen nasıl ki bu dilin adı “Türk dili” ise; bu dille ve sayısız eserle, birikimle, deneyimle bugüne gelen kültürün adı da “Türk kültürü”dür.


İslam dinini kabul eden Türkler, Karahanlı’dan Osmanlı’ya irili ufaklı onlarca devlet kurmamış, bin yıl boyunca bu medeniyetin bayraktarlığını yapmamış gibi insanlığa emanet ettiği tarihî eserleri, kaleleri, türbeleri ve camileri yok eden aşırılıklar, vandallıklar yetmez gibi birileri de kalkıyor “ur-formik” yeni yıl arayışlarıyla sözlü kültür kodlarını hiçe sayıyor.


Bu yeni köken arayıcılarına göre, Türklerin en eski yılbaşı günü 21 Aralık civarındaymış ve diğer kültürler bunu Türklerden öğrenmiş. Bu ilginç iddianın dayanakları ve kanıtları nedir diye bakıyorsunuz, karşınıza döngüsel takvimde ve sözlü kültürde rastlanmayan “Nardugan” ve Ayaz Ata gibi “fake” yılbaşı tezleri veya ağaçlarla ilgili inanmalar çıkıyor. 


Türkler Kuzey Yarımkürenin Büyük Bozkır’ında var olmuşlar,  kültürlerini ve hayatlarını burada şekillendirmişlerdir. Bir yılı, on iki ayı, 365 günü kapsayan, hayatlarını kolaylaştıran ve anlam kazandıran döngüsel takvimdeki bütün bilgileri ya kendileri bulmuşlar ya da çevrelerinden öğrenmişlerdir. Bu uygulamaları izah eden ve sanata dönüştüren mitler, destanlar yaratmışlardır.


Geceyle gündüzün baharı müjdeleyen Nevruz’da eşitlendiğini bilen bir kültürün, bu eşitlenmenin 23 Eylül’de kışın habercisi olarak tekrarlandığını bilmemesi mümkün müdür? Eşitlenmeyle ilgili böyle bir bilgiye sahip olan bir kültürün 21 Aralık’ta gecenin, 21 Haziran’da gündüzün en uzun olduğunu öğrenmemiş olması düşünülebilir mi? Eminim ki karakışın aman vermediği dağlara bakılarak söylenen “şu uzun gecenin gecesi olsam” türküsü ve “şeb-i yelda” sözü aynı takvim bilgisine işaret etmektedir.


Öte yandan “bütün bu bilgileri ilk önce Türkler üretmiştir” demenin de belge düzeyinde izlenebilir kanıtları yoktur. Esasen yazı ve söz sürekliliğiyle desteklenmeyen konulardaki “ilk bulan, ilk yapan” gibi hükümlerin sözlü kültürü yaşatan halktan ziyade “folk-love” duygusuyla hareket eden aydınlar tarafından üretilmiş olması muhtemeldir.


İşin uzmanlarının sözlü kültüre dayalı birikimde gördüğü ve tarihî kaynakları yorumlayarak ortaya koyduğu bilgilere göre Türkler, “yeni yıl” fikrini karların eridiği, göçmen kuşların geldiği, tabiatın yeşerdiği bahar mevsimine göre oluşturmuşlardır. 15 Şubat Hızır Cemi, Cemreler, Çarşambalar, Ergenekon ve Nevruz mitleri ile bütünleştirdikleri bu fikre “ilk önce” kendileri mi ulaşmışlar, başkalarından mı esinlenmişler tartışması da “ur-formik”, dolayısıyla sonuçsuzdur. Ayrıca “kültür sözle, tarih yazıyla başlar” hükmünce, yazı öncesine ait bir olgunun ilk biçimini yazı yoluyla belirlemeye çalışmanın anakronik çıkmazlarını halk anlatıları ve varyantlar üzerine çalışanlar iyi bilir.


Kuzey Yarımkürede çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türklerin kültüründe “bahar” ile “yeni yılın başlangıcı” arasında kurulan ilişki;  “Nevruz”, Ergenekon”, “Isıah”, “Hıdırellez”, “Saban Toy” gibi yeni yıl kutlamaları, bunlarla ilgili mitler ve ritüellerde varlığını sürdürmektedir. 


Boz Atlı Hızır veya Hazret-i Hızır’ın müjdesiyle açlıktan tokluğa, yokluktan varlığa, soğuktan sıcağa, karanlıktan aydınlığa kısacası kara kıştan yeşil bahara girildiğine ve bayram yapıldığına dair sözlü kültür tanıkları, yazılı kültür belgeleri, arkeoloji bulguları ortadadır.


En uzun gecenin yaşandığı 21 Aralık’tan Cemrelere kadar yeryüzünü kasıp kavurduğuna inanılan kötülük güçlerini, sembollerini, karakoncolosları koruyup kollayan “Zemheri”nin girişi, sözlü kültürde “yeni yıl” olarak görülmemiştir. Türk sözlü kültüründe “Karakış” ve “Zemheri” ayları ile ilgili anlatılara da bu açıdan bakmak gerekir. “Ayaz Ata” etrafında anlatılanların tarihî ve kültürel kökleri yoktur. Ayaz Ata, Rusça “Ded moroz” kelimesinin yakın zamanda yapılan çevirisidir. Türk dünyasındaki kayıtlar ve kaynaklar da bunu doğruluyor.


Kaldı ki Noel Baba’ya rakip olsun diye üretilen böylesi köksüz, mitsiz ve ritsiz uygulamaları benimsetmek ve yaşatmak mümkün olmadığı için her yıl sosyal medyada yeni figürler, yeni kahramanlar ortaya çıkıyor. Bir dönem “onların Noel Baba’sı varsa bizim de Nasreddin Hocamız var” sözü modaydı. İkisi kıyaslanır, Hoca’nın üstün olduğuna hükmedilirdi. Burada anlatı türü olarak “mit” ile “fıkra” karşılaştırıldığı için açıkça belliydi ki bu hikâye tutmazdı. Sonra bir ara Dede Korkut’tan yardım istendi. O da “destan” söylüyor, kahramanları ve kahramanlıkları anlatıyordu. Şimdi tarihte olmayan “fake” bir kahraman bulundu: “Ayaz Ata ve Kızı”...  


Bir toplumun sözlü kültürünün “yaşayan kültür” olarak varlığı, “kuşaktan kuşağa aktarım” ile ilgilidir. Yani torunun uyguladığını baba, ondan önce dede ve nihayet dedenin dedesi uygulamış mı sorusuna kültür olumlu cevap veriyorsa, o şey her ne ise artık o kültüre aittir.


Kaldı ki Batılılaşma rüzgârlarının güçlü estiği Tanzimat Döneminde Osmanlı Devleti, Miladi 13 Mart 1840’ta Julyen esaslı Rumi takvimi kabul etmiş ve bir anlamda On İki Hayvanlı Takvim, Nevruz ve Celali Takvim geleneklerini koruyarak “1 Mart”ı yılbaşı ilan etmişti.  Rumî takvimle Hicri takvim, bir süre birlikte kullanılmış, 1870’ten sonra mali işlerde tamamen Rumî takvim tercih edilmiştir. 1980'lere kadar gelen "mali yıl" uygulaması da bunun devamıdır.

 

Bugün yılbaşı olarak resmen benimsediğimiz 31 Aralık, Gregoryen temelli Miladi takvimdir ve Türkiye tarafından1926’dan sonra kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan sonra bütün dünyada yaygın kullanımıyla 21 Aralık’taki “en uzun gece” veya “25 Aralık’taki “Noel”den mitik ve dinî anlamda uzaklaşarak “lâ-dinî”, popüler ve küresel yeni bir kültüre dönüşmüştür.  


Bununla birlikte kitle kültürü veya popüler kültür dediğimiz alanı boş bırakmayan kültür endüstrisi aktörleri, yaratıcılıklarını başta Noel Baba olmak üzere kendi kültürlerinden yana kullanmaya devam ediyor ve yeni yılın etrafını kendi mit, rit ve pratikleriyle örüyor. Öte yandan Nevruz, Hıdırellez gibi pek çok diğer yeni yıl kutlaması,  UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras Listelerinde “insanlığın ortak mirası” olarak koruma altına alınsa da yerelden ulusala veya bölgeselden küresele geçemiyor. 


Sürekliliğini koruyan sözlü kültürlerin en özgün ve güçlü yönlerinden biri de eskiyen gün ve bayramların ritüel ve uygulamalarını yeni günlere aktarmasıdır. Bu konuda Türk kültürü iyi bir örnektir. Mesela Nevruz ve Hıdırellez üzerinden bakıldığında bir yeni yıl müjdecisi olan Boz Atlı Hızır veya Hazret-i Hızır’ın güçlü ve belirleyici varlığının kültürel devamlılık içinde karşımıza çıktığını hatırlamak gerekir. 


Türk aydını ve kültür endüstrisi, enerjisini ve vaktini “Nardugan” veya “Ayaz Ata” gibi “fake” konulara vermek yerine insanlığın kültürel çeşitliliği ve zenginliği esprisiyle 31 Aralıktaki yeni yılla ilgili yaratıcılık, tasarım ve ilham kaynakları arasına uçan atı ile kaftan kafa yeten, isminin anıldığı her yerde hazır olan Boz Atlı Hızır’ı almalıdır.

Oğuz öcal

Değerli Hocam, Nardugan bayramı üzerine çeşitli yazılar yazanlardan biri de benim. Her görüşe saygım vardır. Çok hassas ve önemli bir konuya değinmişsiniz teşekkür ederim. 

Bu konuda şu görüşlerimi beyan edip izniizle bir önerid bulunacağım:


Türkler tarih sayfalarında yer almaya başladıkları binlerce yıl önceki ilk dönemlerden beri yeni yılı ve yılbaşını Akçam ağaçlarını süsleyerek, ateş yakararak ve dans ederek kutlamışlardır. Bu özel güne “Nardugan Bayramı” adı verilmiştir. Nardugan Bayramı farklı Türk topluluklarında “Nardugan”, “Mardugan”, “Raştua”, “Koyaş Tuğa”, “Nartavan”, “Nartukan”, “Nardava”, “Nardvan” gibi çeşitli biçimlerde  adlandırılmıştır.

Nardugan, Türklerde Güneş'in Doğuşu anlamına gelen ve Ön Türkler'deki atalar kültü döneminden günümüze kadar Orta Asya coğrafyasında Güneş kültü adına kutlanan önemli bir bayramdır. 

Her yıl 22 Aralık'tan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır. Bunun nedeni ise Türklerin eski inanışına göre tıpkı Mısır mitolojisinde olduğu gibi gece ile gündüz sürekli savaşırlar.  21 Aralık günü en uzun gecedir ve ardından Güneş daha çok görünmeye başlar, günler uzar.  Bu yüzden Türklerce Ay yılı esasına dayalı olarak 22 Aralık gününü takiben ilk dolunayın çıktığı gün yeni yılın ilk günüdür.

Hıristiyanların İsa’nın doğuşu olarak kutladığı  Noel bayramı, İsa’dan önce  çok eski zamanlarda Türklerin yeniden doğuş bayramıdır. 

Türklerin kutladığı, Türk ve Altay halk kültüründe bereket töreni olan Paktıgan ve Türk ve Altay halk kültüründe bünyesinde koç katımı uygulamalarını da bulunduran Koçagan bayramlarıyla da uyumlu olan Nardugan'ın, gündönümüne dayalı bayramlarla birlikte üçlü bir yapının parçası olduğu görülmektedir.

Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre, yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı vardır.  Bu ağaca  hayat ağacı denmektedir. Türkler için büyük bir önem taşıyan  bu hayat ağacı,  Orta Asya’da olduğu gibi  Anadolu’da da motif olarak  bütün halı, kilim, nazarlık,  kırlent vb. işlemelerimizde görülmektedir. Çeşme başlarında, çinilerde ve Türk kültürünün önemli tarihi belgelerinde karşımıza çıkmaktadır. 

Çam Ağacı, ilk çağlardan itibaren Türkler için mukaddes ağaç sayılmıştır. Onun şerefine, insanların putlara taptıkları zamanlarda 3-4 bin yıl önce bayramlar düzenlemişlerdir.

Anadolu’da “Dağların kadısı katran, müftüsü çamdır” diye bir söz vardır. Bu sözle Tanrı’nın kutlu ağacı çam insanlara dini öğreten müftü ile sembolleştirilmiştir. 

Altay destanlarında çam ağacı, yeniden dirilişi, esenliği sembolize eder.  Yıllardır,  Hıristiyan  adeti olarak görülen çam süsleme geleneği de, aslında bizim Atalarımızdan miras kalmış önemli bir geleneğimizdir.  Tüm Türkler, ölümsüzlüğün simgesi olarak kabul ettikleri ve Türk Mitolojisi'ne göre tüm insanların türediği ağaç olan Akçaçam Ağaçları'nı süsler ve bu ağaçların altında, çevresinde geleneksel oyunlar oynar, kopuz eşliğinde şarkılar söyler ve eğlenceler düzenlerlerdi.

Orta Asya’daki Türk inançlarına göre, Yeni yıl dediğimiz Nardugan  Bayramı eş, dost, akraba gibi yakınlarla bir araya gelerek kutlanırsa ömür çoğalır ve yeni gün uğur getirir. 

Bu bayram için herkes evlerini temizler ve güzel giysiler giyinir.  Yalnızca Orta Asya’da yetişen akçam ağacının çevresinde ise türlü çeşit şarkı söylerler ve eğlenceli oyunlar oynarlardı. 

Batılılar, İsa’nın doğum gününü,  25 Aralık olarak gösterip,  Christmas  yani Noel adı ile özünde doğa sevgisi ve eğlence yatan Pagan anlayışını birleştirip Noel adı ile dünyaya yaymışlardır.  

Noel Baba’ya kırmızı beyaz tulum giydirilmesi ise  ticari amaçla reklam için  Coco Cola  adına reklam afişleri hazırlayan Haddon Sundblum’un yaptığı uydurma bir eylemdir.   

Türklerde güneş çok önemlidir.  Türklerin inançlarına göre 22 Aralık tarihinde Gece ile Gündüzün tüm gece süren savaşının ardından kazanan Güneş olur.  Bu zafere de Nardugan  yani Doğan Güneş denir.

Binlerce yıldan beri birçok kültürde nar, bolluk ve bereket simgesi olarak kullanılmıştır.

Doğu Akdeniz, Mezopotamya, İran, Urartu ve Ege kültürlerinde, edebi kaynaklarda sıkça sözü geçen ve sembolik önemi ön plana çıkan nar doğum, ölüm, hayat, bereket ve bolluğu simgeler.  

Antik Mısır’da ölüler, ikinci yaşamın umuduyla, narla birlikte gömülmüşlerdir. 

Halk kültüründe Nar güneş anlamına da gelir. Tugan ise doğandır.  Birleşimi de “Doğan Güneş”’tir. Bu zaferi Türkler, Akçamın  yani Hayat Ağacı’nın altında şenliklerle kutlamışlardır.

Orta Asya’daki Türk kavimleri 25 Aralıkta gün uzadığından  Tanrıya şükür için akçam ağacını süslemiş ve altlarında Tanrıya hediyeler koymuşlar ve gelecek sene için dileklerini  tıpkı Hıdrellezde ev araba şekli yapıldığı gibi  ağacın altına çizip bırakmışlardır. Bu ağaç kültü  Türkler’den Hristiyan kültürüne, Hunların Avrupa’ya göçmeleri sayesinde geçmiştir. 

Altay Türkleri, duaları Tanrı’ya ulaşsın diye de Hayat Ağacı’nın altına hediyeler bırakmışlar, hayat ağacını süslemişlerdir. Bu gün yılbaşı ağacı diye çam dallarının süslenmesi bu geleneğin uzantısıdır.  Bu adetler Türkler yoluyla Avrupaya geçmiştir.  Noelle falan ilgisi yoktur.  

Avrupaya giden Hunlar adetlerini orada devam ettirince batılılar da onlardan görerek kendileri de yapmaya başlamışlardır. 

İznik konsülünde bu adeti İsa'nın doğuşu olarak kabul edelim demişler ve Hıristiyanlar kendileri de kutlamaya başlamışlardır. İsa’nın doğumu ile hiç bir ilgisi yoktur.  İsanın doğumu 6 ocaktır. 25 Aralık'ın ise Hıristiyanlar için bir kutsallığı olmadığı gibi 31 Aralık’ın da ilgisi yoktur.  

İsa doğduktan sekiz gün sonra yahudi geleneklerine göre sünnet edilmiştir. Kilise bu günü yılın başladığı gün olarak belirlemiştir. Bazı kiliselerde 1 Ocak günü bu sünneti anma ayinleri yapılır. Ermeni kilisesine göre yılbaşı 13 ocaktır.

Başkurtçada Ayaz Ata “Kış Babası” olarak yer alır. Torunu ise “Kar Güzeli” adıyla anılır. Tatar kültüründe “Kış Babası”, torunu ise Kar Kızı  olarak bilinir.

Ayaz Ata  ülkemizde pek bilinmese de  kültürümüzün önemli bir parçası olan bu gelenek   Kazakistan,  Kırgızistan,  Özbekistan, Türkmenistan   gibi devletlerde hâlâ kutlanmaktadır.

Görüşümüz doğrultusunda  beyanda bulunanların ifadelerinin: 

               [ “Ayaz Ata tarihi geçmişi 10 bin yıla uzanan proto Türk topluluklarında Yel Ana olarak anılırdı. Çünkü o dönemki Türkler ana erkil bir topluluktu. Ataerkil dönemle birlikte Yel Ana’ya Yel Ata denilmeye başlandı. Zaman içerisinde Ayaz Ata ismi verildi.” (Özkul Çobanoğlu);

“Kadim Türkler, güneşin zaferini ve yeniden doğuşunu, büyük şenliklerle ‘Akçam Ağacı’ altında kutlardı. Nardugan olarak bilinen bu bayram, Hunlar tarafından Avrupa’ya taşındı. Hristiyanlar, Nardugan törenini İsa’nın doğumuyla ilişkilendirip Noel adıyla kutlamaya başladı.” (Muazzez İlmiye Çığ)  

“Türkler’in  yeniden doğuş bayramı Nardugan’dır.” (Prof. Dr. Nurullah Çetin)]

, "Türkler, milattan önceki yüzyıllarda bile yıl döngüsü olarak kabul edilen 21 Aralık gününü törenlerle kutlamıştır. Türk kültüründeki Ayaz Ata geleneği, Hristiyanlık'taki Noel Baba veya Ruslardaki Ded Maroz mitolojisiyle ilgili değil, tam tersi onlardan çok eskiye dayanan mitolojik bir gelenektir."  (Prof. Dr. Salih Yılmaz) deyişlerinin bizim dile getirdiğimiz konulara paralellik gösterişi bilim aleminin de ortak  görüşte olduğunun işaretidir. Ünlü yazar Cengiz Aytmatov'un "Gün Olur Asra Bedel" adlı romanında Ayaz Ata geleneği Türklerin mitolojik kahramanı olarak işlenmiştir.

Oldukça hassas ve önemli olan bu konuyu Üniversitelerimize Türk Dünyasından gelen öğrencilere tez ya da araştırma konusu yaptırılmasını,  sonuçların  araştırmacıların ve Türk halkının bilgilerine sunulmasını öneriyor,  yeni yılın tüm insanlığa uğur getirmesini diliyorum.

Mehmet Yardımcı