11 Kasım 2024 Pazartesi

UstaÇocuk

Usta çocuk 

Annesi Elife seslendi. Sofra hazır herkesi yemeğe bekliyorum. Babası, anneannesi,  annesi ve Elif sofraya hep birlikte oturdular ve yemeklerini yediler. 

Elif’in dikkatini masa örtüsünün desenleri çekti. Kumaşa dokunarak renklerini ve desenlerini incelemeye başladı. Anneannesine masa örtüsündeki çiçeğin adını sordu. Anneannesi Elvan çiçeği dedi. Elif ilk kez duymuştu Elvan çiçeğinin adını.  Nerde yetişir? Kokusu nasıldır acaba dedi. Çok merak etti. 

Anneannesi Elvan çiçeğini Elif’e anlattı. Masa örtüsündeki Elvan çiçeğinin renkleri çok güzel dedi Elif. 

Masada annesinin yaptığı baklalı dolmayı yedi ve gendüme çorbasını sıcak sıcak içti. Karnı doyduktan sonra masadan kalktı. Annesine teşekkür etti. Ellerine sağlık annecim yemeklerin çok lezzetli olmuş dedi. Annesi afiyet bal şeker olsun kızım dedi. Ellerini yıkadı. Odasına gitti. Yarım kalan ödevlerini tamamladıktan sonra çantasını hazırladı. Biraz kitap okuduktan sonra erkenden yattı. Yarın okula gidecekti. Öğretmeni şehir müzesini gezmeye götüreceği için çok heyecanlı idi. Sabahleyin annesinin sesiyle uyandı. Elini yüzünü yıkadı. Kahvaltısını yaptı. Sütünü içti. Taze haşlanmış yumurtasını yedi. Babası arabası ile Elifi okula bıraktı. Elif sınıfa girdiğinde bütün arkadaşları gelmiş öğretmenlerinin sınıfa gelmesini bekliyorlardı. Nihayet öğretmenler zili çaldı öğretmen sınıfa girdi. Çocuklar günaydın dedi. Sınıf yoklamasını aldıktan sonra servislerle şehir müzesine gideceğiz ve orada şehrimize ait zanaatları ustaların ağzından dinleyeceğiz dedi. Çocuklara Heyecanlı mısınız diye sordu. Çocuklar hep bir ağızdan çok heyecanlıyız öğretmenim ilk defa bir müze gezeceğiz dediler. Servisler geldi. Çocuklar bindi. Açık hava müzesi gibi olan Sulusokak Akademisinin merkezinde bulunan Şehir müzesinin önünde indiler. İkişerli sıra halinde müzeye girdiler. Elif hayretle etrafına baktı. Müzenin girişinde sağ  tarafındaki siyah beyaz resimler pek dikkatini çekmedi. O sırada Öğretmen çocuklar alt kata iniyoruz sırayı bozmadan yürüyelim dedi. Bir çok ustanın ve zanaatların bulunduğu bölüm altkatta. Merdivenlerin tam karşısında deri ustasının maketi vardı. Şehir müzesinin rehberi derinin kullanıldığı yerleri şöyle bir sıraladı. “Çok eski zamanlarda aynalı Çarık yapımında kullanılmış. Eğer, hamut, çanta, ayakkabı ve son teknoloji ile tekstil alanında kullanılmış”dedi. Biraz daha ileriye doğru gittiklerinde rengarenk yazma ve sofra bezlerinin sergilendiği bölümde tahta baskı yapan ustanın maketiyle karşılaşınca Elifin gözleri Işıl Işıl ışıldadı. Renklerin güzelliğine ve desenlere baktığında müzede sergilenen örtünün çiçek desenini annesinin masa örtüsündeki desenle aynı olduğunu gördü. Hemen öğretmenine Elvan çiçeğini anlattı. Müzede çocuklar için ayrılmış özel bölümde ustanın yardımıyla çocuklar tek tek baskı yaptılar. Elif kalıbı eline aldığında çok heyecanlandı. Kendi seçtiği Atatürk Kocatepe’de kalıbını beyaz tişörtün üzerine kendisi bastı. Yumrukla kalıbın üzerine vurunca Atatürk deseni çok güzel eksiksiz bir baskı ile tişörte geçti. Elif kalıbı kaldırdığında gördüğü resme hayranlıkla baktı. Çok mutlu oldu. Çengel köy deseni ve elmalı yazmayı ilk defa gördü. Hikayelerini dinledi müze gezisi bitince okula geri döndüler. Akşam eve gidince müzede gördüklerini ve baskılı tişörtünü ailesine gösterdi. Akşam yemeğinde sofrada anneannesine ve annesine müzede gördüklerini bir bir anlattı. Elif resim çizmesini çok seviyordu. Lisede derece almıştı. Üniversiteyi mimar Sinan mimarlık fakültesinde okumuştu. Hocası  Elifin çizimlerini çok beğeniyor ve Elif bu çizimlerini moda tekstil alanında kullanırsan çok başarılı bir modacı tasarımcı olabilirsin demişti. Aklında hep çocukken masanın üstünde gördüğü çiçek resmi ve şehir müzesinde gezerken öğrendiği baskı yazma ustalığı vardı. Üniversite hocasını söyledikleri kulağına küpe yapmıştı. Okulunu bitirdikten sonra bir ustanın yanına çırak olarak girdi ve ıhlamur ağacından kalıp oymasını öğrendi. Daha sonra kumaş üzerine baskı yapmasını öğrendi. Elifin El becerisi çok güzeldi. Ustası Elife bu dünyada her bir insanın, her bir hayvanın, her bir bitkinin doğuştan getirdiği tek bir yaşam amacı vardır. Kendini gerçekleştirmek. Sende  bu işi severek yaptığın  için çok çabuk öğreniyorsun dedi. Elif 23 yaşında  aldığı eğitimler ve kendi arzuları doğrultusunda inanarak kendi kurduğu atölyesinde yöresinde dokunan kumaşlara baskı yaparak otantik ürünler üretiyor ve trend yol, Amazon gibi sitelerde ürünlerini tüm dünyaya pazarlıyordu. Ürünlerin kalitesinden memnun olan müşterileri sayfasının altına yorum yapıyorlar  ve bu yorumları okuyan müşteriler alışveriş yaparak memnuniyetlerini dile getiriyorlardı. 100 metre karelik atölyesinde iki kişi ile yaptıkları üretimlerine canla başla gece gündüz çalışarak yetiştirmeye çalışıyorlardı. İngiltere kraliçesi elizabet sitelerinden eli belinde motifli flar aldığında çok mutlu oldu. İnancından vaz geçmeyerek üretmeye devam eden Elif bir milyon takipçisi ile tüm dünyaya şehrini tanıtmanın gururunu yaşıyordu. Gelen talepleri karşılamak için yanında çırak çalıştırmaya başladı. Üniversitede hocası geleceğin mesleklerini sayarken otantik üretim yapan butik atölyelerin revaçta olacağını ve zanaatların insanın ruhuna  sağlığına kattığı değeri küçük yaşta idrak etmiş ve kendi işinin patronu olmasının mutluluğunu yaşıyordu. Babası usta olcak çocuk ta küçükten belli oluyor dedi. Elifin merakı onu yazma baskı ustası yapmıştı. Elif çok sevdiği Zeynep arkadaşını da yanına alarak tasarladığı ürünleri kıyafetlerde ve tekstil alanında uyarlayarak fark yaratması ünlü modacı Cemil ipekçi’ ninde dikkatini çekmiş ve birlikte çalışmak için teklif önerisi sunmuştu. Bu teklife çok sevinen Elif modanın duayeni Cemil İpekçi’yle çalışmak bir onurdur. Fakat ben kendi markamı yaratmak istiyorum der ve gelen teklifi red eder. Kendi markasını tüm dünyaya tanıtırken köklerden kopmadan aslına sadık kalarak yeni yorumlamalar yapan Elifin desenleri çok rağbet görüyordu. Bir Türk olarak modaya yön vermek harika bir duygu. 

Çocukken yemek yediği masa örtüsünün desenine hayran kalan ve ilk okulda gezdiği şehir müzesindeki yazma baskı desenleri ve üniversitede hocasının tavsiyeleri üzerine içindeki var olan potansiyeli kurduğu atölyesinde açığa çıkartan ve dünya modasına yön veren bir kadın usta olarak üretmeye ve çalışmaya çok önem veren Elif kendisinden sonra gelen genç arkadaşlara örnek olmuştur. Tüm dünyada düzenlenen moda haftalarına kendi tasarladığı kreasyonları ile katılım sağlayan Elif dünya modasında öncü bir isim oldu. En çokta gençler arasında bir numara olan Elif ve Zeynep ELZE markasıyla yok satıyordu. Geleceye köprü olan köklerinden beslenmek onu çok güçlü kılıyordu. Yeteneklerine göre eğitilmeyen çocuklar hayallerine kanat çırpamazlar. 



8 Kasım 2024 Cuma

ATAYA SON NÖBET

 RÖPORTAJ:  Yekta Güngör ÖZDEN (1932)

Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı
Atatürkçü Düşünce Derneği E.Genel Başkanı

Gözlerimi kapatıp Cumhuriyetimizin ilk kuruluş yıllarını hayal ettiğimde, zorlu mücadelelerle şekillenen bu ülkenin cesareti, ileri görüşlülüğü ve devrimleriyle tarihe rota çizmiş bir yön belirleyici en büyük lider Mustafa Kemal Atatürk’ü görüyorum. O, sadece bir askeri deha değil, aynı zamanda bir ulusun kaderini yeniden yazan değerli bir devlet adamıdır. Atatürk'ü sadece tarih kitaplarında okumak yetmez, bugünün Türkiye'sinde ki yolculuğumuzda onun ideallerinden ilham almamız şarttır. Onu tanımak ve öğrenmek, geçmişin ışığını taşıyan bir hazinenin açığa çıkması gibidir...

Tarihte büyük liderlerin anıları, onların geride bıraktıkları derin izlerle hatırlanırlar. Onların değerleri, sadece hayatımızda değil, o dönemde yaşayan insanların yüreklerine kazınan hislerde yaşar. Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu olarak ulusumuzun kaderini çizdi ve dünya üzerinde saygınlığımızı yeniden sağladı. Onu sonsuzluğa uğurlarken yaşanan tüm duygular, milletimizin hafızasına kazınan en derin anlardan biri oldu.


Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, ölümünün 86. yılında tüm yurtta anılacak.  Anıtkabir yine ziyaretçi akınına uğrayacak. Atatürk’ün naaşı, 10 Kasım 1938’de hayatını kaybettikten sonra 21 Kasım 1938’de geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi’ne konulmuş, 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e nakledilmişti. Bu ana tanıklık eden bugün hayattaki tek kişi Anayasa Mahkemesi Onursal Başkanı Yekta Güngör Özden’i ziyaret ettik evinde… Beni görür görmez 2019 yılında kendisini bir konferansa davet ettiğimi hemen hatırlaması beni ne kadar mutlu etti bilemezsiniz. Kahvelerimizi içerken Sayın Özden, 71 yıl önceki o günü zaman zaman duygulanarak bana anlattı. “Bugün bile aynı acıyı hissediyorum. O gün Ankara sokaklarında çıt çıkmıyordu. Kuşların kanatları, askerlerin yürüyüşü ve pencerelerdeki, kapılardaki insanların hıçkırık seslerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu.” derken, babamın da o gün Atayı taşıyan, hayatta kalan sayılı Harp Okulu subaylarından biri olduğunu öğrenince artık gözyaşlarını tutamadı. 

Bugün, o özel ve hüzün dolu saatlere tanıklık etmiş, hayatta kalan son kişiyle geçmişin izlerinde dolaşacağız. Atatürk'ün son yolculuğundaki tarifsiz hüznü, ulusun kalbini saran derin sevgiyi bizzat hissederek, o anların içinde adeta yeniden kaybolacağız. Bu röportaj, bir an değil; Bir ulusun yasını, gururunu ve Atatürk'e olan sonsuz minnettarlığını yansıtan bir zaman kapsülü olarak arşivimizde yerini alacaktır...

Sayın Yekta Bey, 4 Kasım 1953’te Atatürk’ün geçici kabrinden (Ankara Etnografya Müzesi) çıkarılışında bulunmuş, burada Gençlik Nöbetini yönetmiş, 10 Kasım 1953’te Anıtkabir’e taşınma sırasında kortejin yöneticilerinin biri olduğu gibi Atatürk’ün gömülüşünde hazır bulunan on sivilden, yaşamda kalan tek kişi sizsiniz? Bu nasıl bir his yaratıyor sizde?
“Ankara o gün çok sessizdi, havada bile muazzam bir ağırlık vardı. 1953 yılı 4 Kasımında Etnografya Müzesinde Atatürk’ün tabutunun çıkarılışında hazır bulunmak için görevlendirildim. Nasıl büyük bir onur benim için… O zaman ben Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı yöneticilerinden biriydim. Aynı zamanda Türkiye Milli Talebe Federasyonu yayın komisyonu başkanı, Devrim Gençleri Dergisinin de yazı işleri müdürüydüm. 15 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ikinci kez Ulus’tan uğurlanacaktı. Atatürk’ün naaşı, geçici kabri Etnografya Müzesi’nden ebedi istirahat yeri Anıtkabir’e taşınacaktı. 4 Kasım 1953 tarihinde tabut çıkarıldığında, Anıtkabir’e taşınmadan Etnografya Müzesi’nde altı gün boyunca saygı ziyareti için halka açıldı. Bu süreçte katafalkın başında nöbet tutanlardan biri de 21 yaşında olan benim… Türk gençliğini temsil etmek üzere burada bulunuyorum. Altıncı günün sonunda yapılan devlet töreninde cenaze kortejinin içinde yer alacak, Anıtkabir’e yerleştirilmesine eşlik ederken, Atatürk’ü son kez görüyor, gözyaşları içinde üzerine toprak serpiyordum. İşte böyle tarifi mümkün olmayan acı bir gündü…

4 Kasım günü Atatürk’ün naaşı halkın saygı geçişi için katafalka kondu. Ben ilk günkü nöbeti tuttum. Halk büyük ciddiyetle akın etti. 9 Kasım günü geldiğinde Atamızın tabutunu açmakla görevli 10 kişi büyük bir sessizlikle görev yerindeydik. İş Teknik Okulu Müdürü Şevket Bey komutuyla bir elektrikli motor testere getirildi. Ortam o kadar sessizdi ki adım sesleri bile rahatsız ediyordu. Kablolar uzatıldı, prize sokuldu ve cihaz çalışmasıyla birlikte büyük bir halı büyüklüğünde mermer parça zeminde kesildi. Aşağıya vinç indirildi. (Fotoğraflarını gösteriyor) ‘Aman dikkat çarpmayın’ nidalarının arasında ‘lütfen çok dikkat edin’ sesleri duyuluyordu sadece. Atatürk’ün tabutu yüzeye çıkarıldı. Atatürk’ün tabutu bayrağa sarılmıştı. Kız Teknik Okulu Öğrenci Derneği Başkanı Türkan Yaylalı (Şuanda İsviçre’de yaşıyor) nezaretinde öğrenci kızlar tahta tabutun içinden çıkarılan çelik tabutu temizlediler. Çelik tabut pırıl pırıl parlıyordu. (Fotoğraflarını gösteriyor) Kızlar ahşap tabutun küflenmiş kısımlarını temizlerken, İş Teknik Okulu Müdürü Kemal Kerpiç ve iki yanında öğretmenlerle, elinde ki elektrikli testere yardımı ile bu sefer çelik tabutu açtılar.Çelik tabutun içinden Atatürk’ün beyaz kefenli bedeni çıktı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı, Ankara Valisi, Belediye Reisi, Atatürk’ün manevi evladı Abdurrahim Tuncak, kızkardeşi Makbule Atadan, Atatürk’ün son genel sekreteri ve ben vardık. Tabut açıldı.Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Profesörü Kamile Şevki Mutlu Hanım yanımıza geldi. Atamızın tüm bedenini kontrol etti. Atatürk'ün iki koltuğunun altında İstanbul'da Gülhane Askeri Tıp Akademisi öğretim üyelerinden bir doktor, Atamızın vefatında iki koltuk altına, içindeki bileşenleri de yazılı iki ilaçlı şişe koymuştu. Prof. Dr. Kamile Şevki Hanım onları da açtı kontrol etti. Atatürk’ün naaşı tabuttan çıkarılıp yıkandı. Yeniden tabuta konuldu. Cenaze namazı kılındı. (Bunu tekrar tekrar söyledi, Atatürk hakkında kasıtlı olarak ne kadar yanıltıcı bilgiler yayılıyor, çok kızıyorum bunlara dedi...)

Atatürk bir gün önce tıraş olmuş gibiydi. Gözünün açık mı kapalı mı olduğu anlaşılmayacak şekilde sıcak duruşu ve asaleti vardı. Sanki bize bakıyor gibiydi. Atatürk'ün yüzündeki o güzellik hâlâ tazeliğini koruyordu. İşlemler sürerken biz de tabii Atatürk'e hayranlıkla baktık. İnsan o an gözyaşlarına hakim olamıyor. Atatürk'ün na’şında hiçbir bozulma veya değişiklik yoktu. Gömüldüğündeki gibi duruyordu. Tekrar kefenini itina ile kapattılar ve hepimizin gözyaşları arasında kendisini toprağa yerleştirdik. Üzerine Selanik, Kıbrıs ve ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen topraklar serpildi. Türk gençliğinin asil kanı Ata’yla buluşsun diye bir gün önce kız ve erkek öğrenci yurtlarından kanlar aldırmıştım. Onları mezarın toprağına döktük. Ellerimizle toprağı düzelttik. Resmi işlemlerden sonra İnönü ve Köprülü Paşalar içeri girdi.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar ‘Buyurun Arkadaşlar!’ dedi ve mezar alanından sırayla çıkmaya başladık. Makbule Hanımın yanına gittiğimde artık hıçkırıklarını tutamıyordu. Sendelediğini görünce sessizce onun koluna girdim ve yavaş yavaş birlikte yukarı çıktık. O ana kadar Atatürk’ün öldüğüne hiç inanmamıştım. O gün ve sonrasında da uzun süre hıçkırıklarımızı tutamadık. O gün  Anıtkabir’de Cumhurbaşkanı Bayar’ın hiç unutamadığım tümcesi, ‘Seni sevmek milli bir ibadettir’ oldu.”

Büyükbabanız yargıç, büyük dedeniz ABD Başkanı Wilson’a kınama telgrafı çeken Niksar Redd-i İlhak Cemiyeti Başkanı,İstiklâl Madalyası sahibi ve Belediye Başkanlarından Hacı Mahir Turhan Bey. Sanki kuşaklar arası görev devir teslimi yapılmış gibi…
“Benim babam tarafından cumhuriyetin ilk iki yılının hakimi onlarda kadı, anne tarafından da ailemde Niksar Belediye Başkanlığı yapmış Hacı Mahir Turhan Bey var. Bu kişi iki kez Hacca gidip gelmiş bir kişi ve Topal Osman’ı da Niksar da ağırlamış bir zat. Böyle bir aileden geldim. Babam ilkokul öğretmeniydi. Annem kızıl saçlı mavi gözlü bir ev kadınıydı. Çok güzel bir kadındı. Hukuk Fakültesi öğrenciliğimde hem talebe cemiyetindeydim hem de Türkiye Milli Talebe Federasyonu Devrim Dergisi müdürüydüm, hiç boş durmadım. Ben hep çok çalıştım. Lisede Duvar gazetesi çıkarıyorduk, iki kez liseye Aşık Veysel’i davet ettim. Her zaman atılgandım, gayretliydim ve ciddi işlerle uğraşmayı seviyordum. Orta birinci sınıfta şiir yazmaya başladım. Okulda hocalarımızı eleştirel şiirler yazdığım için babamı okuldan çağırırlardı.”

İlk kez 10 Kasım 1960’ta Anıtkabir’de ve sonrasında her yıl 19 Mayıs törenlerinde okunan Gençlik Andını yazdınız. Neden yazmak ihtiyacı duydunuz? Tam olarak Gençlik Andının metni nedir?
“Atatürk’e olan bağlılığımı tanımlayabilme gücüm yoktu. Atatürk sevgisiyle büyümüş bir gencim. 92 yaşıma geldim, benim için hala Atatürk hiç batmayan bir güneş. Anıtkabir’e hâlâ çok düşkünüm. En hayran olduğum şey Atatürk ve İsmet Paşa’nın bir ay ve yıldız gibi yanyana bulunması. Atatürk’ü o kadar sever sayarım ki, onun adıyla yetiştim, babam öğretmen olduğu için evin her yerinde eski Türkçe ve yeni Türkçe Atatürk afişleri vardı.”

Yekta Güngör Özden’in yazdığı, Milli Birlik Komitesi onuruyla 10 Kasım 1960 yılında okunmaya başlanan Gençlik Andı, son kez 19 Mayıs 2003 yılında 19 Mayıs Stadyumunda okunmuştur. Sözleri şöyledir;

Türk Gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyet ve Devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, Her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığı geçmek için tüm zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü veri, kendimizi Büyük Türk Ulusuna adarız.

Üzerinizde hiç birimizin kaldıramayacağı kadar büyük bir sorumluluk var, yaşadıklarınız, çalışmalarınız ve tecrübeleriniz çok ağır. Tüm bu ruh durumuyla gençlere ne demek isterdiniz?
“Atatürk bizim yaşam, varlık güneşimizdir. Atatürk gibi bir değeri ona yaraşır olmak çabası ile yaşatabiliriz. Palavralarla, laflarla değil… Atatürk siyasi görüntülerin üzerinde evrensel bir büyüğümüzdür. Ona yakışır olmak bizim başlıca sorumluluğumuz olmalıdır.”

Türk Gençliği nerede hata yapıyor bu konuda?
“Atatürk ilkelerini maalesef tam anlayamadılar ya da biz anlatamadık. Anlamak için çaba da harcamıyorlar işin kötüsü, onun için de sahip çıkıp koruyamıyorlar. Siyasal iktidarların siyasal yanlışlıklarına karşı gençlik olarak varlıklarını demokratik yollardan gösteremiyorlar. Aslında siyasetin çok üstünde bir konu bu.”

Hayatınızda ilham aldığınız kişiler var mı?
“Babamın çok etkisinde kaldım, edebiyatla uğraşan, birkaç dil bilen bir ilkokul öğretmeniydi. Hakim çocuğu ve donanımlı biriydi. Yahya Kemal’i çok severdim. Necip Fazıl’ı kişi olarak sevmezdim ama şiirlerini severdim. Dünyada ilham aldığım kişi William Shakespeare diyebilirim.”

Entelektüel bir insan nasıl olmalı?
“Bu kişi toplumla ilişkilerini kesmemeli, basını daima izlemeli, dergi-gazete alışkanlığı olmalı, kitap okumaktan hiçbir koşulda vazgeçmemeli, kültürel çalışmaları izlemeli, katılmalı. Konferanslara gitmeli, konserleri takip etmeli. Kendini dışarı kapamış insanların ne topluma ne de kendine hayrı olur.”

Biraz Anayasa Mahkemesi Başkanlığınız ile ilgili sorular sormak istiyorum. Sizce Anayasa Mahkemesi'nin, Türkiye'nin demokratik sistemindeki en önemli rolü nedir ve bu rol zaman içinde nasıl değişti?
“Hukuk devleti niteliğini gölge düşürmeden gerçekleştirmektir. Son zamanlarda Anayasa Mahkemesinin kendi çalışmalarında ben bir zaaf görmüyorum, açıkça şöyleyim. Ancak, genel yönetimin hukuka bağlılığı üzerine ciddi kuşkularım var. Fiiliyat dediğimiz eylem, tutum ve davranışlarda yönetim önde olduğu için de onların çabaları ve çalışmaları daha çok yansıyor. Ben bugün ki devlet yönetiminde ki kişilerin tutumları nedeniyle hukuksallık niteliğinde bir gölge olduğu kanısını taşıyorum.”

Türkiye'de yapılan veya önerilen anayasal değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçekten reforma ihtiyacı var mı?
“Ben anayasanın ilk dört maddesinedokunulmamasından yanayım. Onlar ölçülüp biçilmiş hatta halk dilinde süzülmüş hukuk kurallarıdır. Onlarla uğraşmak devlet yönetiminde ki başıbozukluğu, aksaklıkları ve kötülükleri kışkırtmaktan başka bir işe yaramaz. Anayasa maddeleri biraz daha azaltılabilir ya da sadeleştirilebilir. Ama bugün ki içeriğinin amaçladığı durumlardan asla vazgeçilmez. Tabii ki her şeyin reforma ihtiyacı var, zaman ilerliyor ve yapılanlar geride kalıyor. Zamana ve gereksinimlere uydurmak için yenilenmeyecek hiçbir şey yoktur. Ancak dediğim gibi dokunulmaz maddeleri vardır.”

Anayasa Mahkemesi'nin bağımsızlığı konusunda hangi temel prensipler olmalı?
“Anayasa Mahkemesi üyeleri seçiminde çok özenli davranmalı, çünkü anayasayı uygulayacak ve uygulatacak kimselerin duyarlılıkları, bilgileri ve ahlakları yeterli olmazsa istediği kadar Anayasa Mahkemesini bir değil beş tane kurun yine bir şey elde edilmez. Bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Ama Türkiye de yönetimde olduğu gibi adalette bile siyasi ağırlık hissediliyor.”

Hak ve özgürlüklerin korunması konusunda Anayasa Mahkemesi'nin yaptırımı nedir?
“İki tür yaptırımı var;
1. Anayasanın ve hukuk kurallarının uygulanmasında Anayasa Mahkemesi aldığı aydınlatıcı kararların çok önemi var. En üstteki kuruluş olduğu için.
2. Hukukçuların çok iyi yetişmiş olması şart. Hukukçuların bilgisi ve ahlakı, hukuk devletinin başlıca güvencesi ve temel kaynağıdır. İstediği kadar okusun ahlaksız bir hukukçu ise on tane diploması olsun ne yazar… Bir ülkede hukukçu sayısının çok olması bir ölçü değildir. Nicelikten ziyade nitelik önemlidir.”

Türkiye'de yargının geleceği hakkında düşünceleriniz nelerdir?
“Hukuk devleti olarak ulusal yapımızda ve ulusal yapımızı temsil eden yönetim biçiminde büyük bir önceliği ve ağırlığı vardır. En yetkili yapıdır. Hukuk bunların güvencesidir. Çünkü hukuk, adalet dediğimiz kavramı yaşama geçiren bir sistemin adıdır. Burada tarafsızlık olmazsa, burada bilgi olmazsa, burada ahlak olmazsa, burada çalışkanlık olmazsa hukukun adından başka hiçbir şey olmaz.”

Sizce Anayasa Mahkemesi ve halkın anayasal hakları arasındaki denge yeterli mi? Bu konuda nasıl bir çalışma yapılmalı?
“İki önemli durum söz konusudur;
1. Yönetimin siyasal ağırlığı üste alıp, adaletin ağırlığını ve ışığını, gücünü ve etkisini ötelemesi.
2. Adaletin olmadığı yerde karanlık vardır, yaşam güneşidir adalet. Adaletin olmadığı yerde haksızlık ve kıyım vardır. Kötülükler vardır. Adalet bizim varlığımızı sağlayan gücün adıdır.
Akıllı, ahlaklı, çalışkan ve yansız hukukçulara ihtiyacımız vardır. Halk devletine ve devletinin yasalarına güvenebilmeli, sahip çıkmalı.

Siyaset iyi olmadıktan sonra yargıya bu yansıtılmadığı takdirde bu dengeden bahsetmek mümkün değildir. Bizim adalet duygumuzu aileden başlayıp, ilkokul da bile pekiştirecek çabalar lazım.”


Gençlere hangi tavsiyeleri verirsiniz?
“Gençlerin ülkemizin varlığına, ülkemizin değerlerine, Atatürk ilkeleri doğrultusunda sarılmaları, ödün vermeden çalışmaları gerek. Ahlakı yaşam kaynağı olarak kabul etmeliler. Sıfat, unvan, makam, gelirleri kaynak değil, kendi ruh temizlikleri, beyin ışıklarıyla da ulusa ve ülkeye hizmeti öne almaları gerekir. Ülkeye ne bırakıyor bu önemlidir. Yediği, içtiği, giydiği kendine harcadığı zamanla ülke hiçbir şey kazanmaz. Geriye bırakacağımız şeyler olmalı. Ülkeye hizmet duygumuzu tekrar kazanmalıyız.”

Değerli vaktinizi bizlere ayırdığınız için çok teşekkür ederim.
Asıl ben sizlere teşekkür ederim.

Dilek Alp 

2 Kasım 2024 Cumartesi

Röportaj-2

Remzi ÖZKAN : Değerli hocam söyleşimize geçmeden önce kısaca kendinizi tanıtmanız mümkün müdür?

AYLA BAĞ : Öncelikle tüm okuyucularımızı canı gönülden en kalbi duygularımla selamlıyorum. Bana bu fırsatı verdiğiniz için size çok teşekkür ederim Remzi hocam. 

Ben Dünya Köylüsü Ayla Bağ 1971 yılında Tokatın Niksar ilçesinin Bayraktepe Köyü’nde dünyaya gelmişim. İlk okulu Artova, ortaokulu Antakya, liseyi Yozgat Aydıncık lisesinde bitirdim. Beş kardeşiz. Babam öğretmen, annem ev hanımı. Evliyim. İki evladım, dünyalar tatlısı bir torunum var. Yayınlanmış dört kitabım var. Beşincisi yolda. Yazmayı, okumayı, gezmeyi ve beni yaradanı çok seviyorum. Hayat denen bu yolculukta kendimle yarışıyorum. Ve kendimi keşfediyorum. 

Remzi ÖZKAN : Değerli hocam, hem sosyolog ve hem de yazarsınız. Bu iki rolün bir arada size sunulmuş olmasını nasıl değerlendirirsiniz? İyi bir yazar olabilmek için iyi bir gözlemci olmak gerektiğine inanan biriyim. Bu bağlamda sosyolog oluşunuzun yazarlık açısından sizi avantajlı kıldığını düşünüyor musunuz?


Ayla BAĞ: Hocam çok güzel bir soru teşekkür ederim. Sosyoloji insanı her alanda inceleyen bilim demek, yani toplum bilimi demek. Toplumun en küçük yapı taşı ailedir. Aileyi bireyler oluşturur. İlk gözlem yerimiz ailemizdir. Anne babayı taklit ederek hayata başlarız. Objektif bakabilmeyi, baktığın yerden anlam çıkartmayı, çıkarttığın anlamı düşünmeyi ve ilimin bilimin ışığında kendini inşa etmede bu yetiyi kullanmak bilgi ister. Sosyoloji bana bunu öğretti. Bilgilenmek için okumak ve öğrendiğin bilgiyle bağ kurmak gerek. İşte bu anlamda sosyoloji bilimi benim işimi çok kolaylaştırdı. Doldum ve taştım. Hikaye dinlemesini çok seviyorum. Dinlediğim hikayenin özünden besleniyorum. Kocaman kalınlıkta roman yazılacak bir insan hikayesinden bir cümle özü alarak yolumda yürüyorum. Dünya üzerinde insanlar bir direktir. Bu direkler üstünde sevgiye ait bir not vardır. Ben bu notu okuyorum. Yazmak için gözlem çok önemli… sosyoloji bilimiyle bunu bütünleştirmek elbetteki benim kalemimi güçlendirdi. Bu açıdan çok şanslıyım. 


Remzi ÖZKAN : Çok hoşuma giden, çok ilginç ve dikkat çekici bir ön ad koymuşsunuz isminizin önüne: Dünya Köylüsü…Böylesine harika bir icadı nasıl düşündünüz, size niçin “Dünya Köylüsü” densin istiyorsunuz?


Ayla BAĞ: Bu dünya insan tarlası. Burada insan ekilir insan biçilir. Artık dünya iletişim araçlarının sayesinde küçük bir köy oldu. Birisi Çin’de hapşırsa biz burada çok yaşa diyoruz. Dünya üzerinde var olan insanları çok dallandırıp budaklandırmaya, ayrıştırmaya, şucusun,  bucusun deyip bölmeye gerek yok. İyi insan, kötü insan dedim ve ikiye böldüm insanları. Dünyayıda aşağı mahalle yukarı mahalle diye ikiye ayırdım. Safımı belirledim. Yolumda yürüyorum. Bilmiyorum ne haldeyim gidiyorum gündüz gece. Dünya köylüsü demek bozulmamış, fıtrat ayarında, doğal, samimi insan demek. Toprağa düşen tohum demek. Yalansız, dolansız insan demek. Bende bu dünyaya insan olarak geldiysem mevlamın bana verdiği meziyetleri açığa çıkartarak insanlığımın gereğini yapma, hakkı hakka teslim etme gayretindeyim. 

Olgunlaşmak için hamdım, yandım, piştim demek gerek. Bu yolda yanarak aşk yürüyorum. 


Remzi ÖZKAN : Kitaplarınızda daha çok hangi temalara yer veriyorsunuz?

Ayla BAĞ: İnsan başlı başına ana tema. 

Başarılı insan hikayelerinden feyz almak ve Zanaatkarlarımızın  yaptığı sanat eserlerinin taşıdığı anlam beni çok etkiliyor. Şehrimizin doğal ve tarihi yerlerini masallarımda kaleme aldım. Yaşadığım şehrin her yönünü işlemeye çalışıyorum. 

Remzi ÖZKAN : Söz kitaptan açılmışkenkitaplarınızdan da biraz bahsedelim mi değerli hocam? Eserlerinizi kısaca tanıtır mısınız rica etsem?

Ayla BAĞ: Kitaplarım çocuğum gibi. Her harfini her satırını çok seviyorum. Yayınlanmış dört eserim var. 

1. si Yaşayan KIRKKIZLAR efsanesi.

Kırk kadının hayat öyküsüne yer verdim. 

Tokat valiliğinin himayesinde proje olarak kitapta yer alan kadınlarımız öğrençilerle okullarda buluşturuldu ve hayat hikayeleri kendi ağızlarından anlatıldı. Bu çalışma Türkiye’de bir ilk oldu. Bundan dolayı çok mutluyum. 

2.si YAŞAYAN EFSANELER İLK TEK VE SON USTALAR kitabı 

Unutulmaya yüz tutmuş Geleneksel el sanatlarımızı yaşatmaya çalışan ustalarımızın hikayeleri ve zanaatlara yer verdim. 

Ahiler kervanı çalışması ile okullarda öğrencilerle ustalarımız buluştu ve zanaatlarımız gençlerle tanıştırıldı. 

3-4.kitabım DÜNYA KÖYLÜSÜ AYLA BAĞ’DAN MASALLAR  masal kitaplarında dünyanın en büyük ikinci mağarası olan Ballıca mağarasının masalını yazdım

KIRKKIZLAR efsanesini masal tadında anlattım. Zaman değişti. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım. Masal anlatarak uyutan nesilden, Bu topraklarda kendi masalını yazarak herkesi uyandıran nesillere selam olsun…Mustafa Kemal Atatürk gibi. 

Beşinci kitabım yolda. Yazmaya üretmeye devam edeceğim. 

Remzi ÖZKAN :Birçok yerde söyleşilerde bulundunuz ki bu konuda maşallahınız var, oldukça aktif durumdasınız. Buradan hareketle şunu sormak istiyorum:  Sadece batyemenin, yaprak sarması dağıtmanın ve Ellik oyunu oynamanın, kendini parçalarcasına siyasilerin arkasından koşmanın kültürel faaliyet zannedildiği bazı oluşumlarda Tokatlı bir yazar olarak hak ettiğiniz değeri gördüğünüzü söyleyebilir misiniz? Bu durumun, gelecekte Tokatlı yazarların gelişimine ne gibi olumsuz etkileri olabilir?Tokatlı yazarların hak ettiği noktada olabilmeleri adına ilgili kurum ve kuruluşlardan beklentileriniz nelerdir?

Ayla BAĞ: Çok teşekkür ederim hocam. Evet Tokat genelinde 180 söyleşi gerçekleştirdim. Dilim döndüğünce insanımızı anlatmaya çalıştım. 

Ama maalesef her şey sosyal medya aracılığı ile yapıldığı için derin kültürel anlamı olan değerlerimize değinmeden yüzeysel sığ geçişlerle günü birlik popüler kültürün ve siyasetin oluşumlarının gölgesinde özümüzden uzaklaşıyoruz. Gerçek manada işler yapılmıyor. Bunun herkes farkında. Yazarın çizerin hiç bir ehemmiyeti yok. Kitap fuarlarında, okullarda, konaklarda yazarlara daha çok yer verilmeli söyleşiler yapılmalı. Şehri tanıyan yaşayan yazarın dilinden şehir tanıtılmalı. Yerel yazarlara destek verilerek kitapları okullarda okutulmalı. Yazar küstürülmemeli. Yazarın siyaseti olmaz. Yazar bunların üstünde düşünce, fikir üreten, görülmeyeni gören, söylenmeyeni söyleyen farklı bakış açısıyla yorum yapan kişidir. Kıymeti bilinmeli ve el üstünde tutulmalı. Kıymet bilenlere selam olsun.

Remzi ÖZKAN : Eserlerinizde yerel değerlere oldukça önem verdiğinizi biliyorum. Böyle bir proje yapmayı nasıl düşündünüz? Bugüne kadar bölgenizdeki hangi değerleri taşınız kitaplarınıza?

Ayla BAĞ: Benim için yaşadığım şehir laboratuvar. Bu laboratuvarda her şey var. Her şeyden önce insan çok kıymetli, bu şehrin vitrini zanaatkarlarımız çok değerli. Eşi benzeri olmayan doğal oluşumları ile Unesco tarafında dünya mirası listesinde koruma altına alınan Ballıca Mağarası bizim için çok büyük bir değer. Danişmentlilere baş şehirlik yapan danışılan adamların diyarı Niksar havasıyla suyuyla efsaneleriyle ayrı bir cennet. Bu güzelliklerin bilinmesi duyulması için söylemlerime ve yazmaya devam ediyorum. 

Bu topraklar çok kıymetli. Kendi kültürümüzü bilmeden tanımadan hiç birşey olamayız. Köklerimizden beslenirsek ulu bir çınar oluruz. 

Remzi ÖZKAN : Peki hocam, yazarlığa nasıl başladınız? Sizi bu alana iten şey ne oldu?

Ayla BAĞ: Edebiyatçı değilim. Hikaye dinlemesini ve anlatmasını çok seviyorum. Komşum arkadaşım Nurdan hanım bir gün “ Ayla hanım çok güzel hikayeler anlatıyorsun bunları yazsana dedi. Hiç aklımda olmayan şeyi aklıma getirdi neden olmasın dedim ve KIRKKIZLAR efsanesinden çok etkilendim yaşayan kadınlarımızın hikayelerini dinledim ve kaleme aldım. Böylece yazmaya başladım. Edebi anlamda yazım yanlışlarım olabilir ama ben kendime anlam taşıyıcısıyım diyorum. Anlata bildim mi?  Anlata bildiysem ne mutlu bana. 

Remzi ÖZKAN : Şimdiki sorum biraz can sıkabilecek bir soru. Çünkü birilerinin bu sorudan rahatsız olacağını hissediyorum. Sizce yerel yazar kavramı ne anlama geliyor? Türk yazarları arasında böyle bir kavramı şahsen ben kabul etmiyorum. Bir yazar ya vardır ya da yoktur. Ya yazar olabilmiştir ya da olamamıştır veya daha farklı bir açıdan bakacak olursak henüz keşfedilmemiştir veya diğerleri kadar şans verilmemiştir. Zaten yerel yazar etiketi yapıştırılmış bir yazarın şanslı olabilme durumu yok çünkü bir fuarda bile en dar ve en kör noktalara adeta itiliyorlar. Bu durumda o yazarın tanınma şansının olamayacağı aşikar. Bence bu durum, Türk Edebiyatı açısından çok sakıncalı bir durum ve gelecekte güçlü ve farklı yazarlar görebilir miyiz, diye endişe ediyorum. Bu konuda siz neler söylersiniz?

Ayla BAĞ: Size yürekten katılıyorum hocam. Bana göre Yerel yazar demek Yerel değerlerden beslenerek evrensel değerlere uzanan kalemler olarak nitelendiriyorum. Bir yazar kendi köklerinden beslenir. Yani doğduğu coğrafya, yaşadığı şehrin kültürel değerleri, okuduğu kitaplar hepsi yazarı yazar yapar. Dünya çapındaki yazarlara baktığımızda onlarda kendi köklerinden beslenmiş ve evrensel değerlerde dal budak verip meyve vermişler. Yerel olmadan evrensel olamayız. Yerel kalıbını kırmak için evrensel değerlerde buluşmalıyız. İnsan dünya köyünde yetişir. İnsanı insan yapan etik değerlerdir. Dünyanın neresine giderseniz gidin yalan kötüdür. Adalet, merhamet sevgi cesaret gibi değerlerden yoksun anlatımlar bir değer değildir. Kalıcı olmak için iz bırakmak gerek. İz bırakmak içinde yüreğinin sesine kulak vermek gerek diye düşünüyorum. Kitap fuarlarında yerel yazarlara daha çok imkan verilmeli. Baş üstünde taşınmalı. Taşınmıyorsada bu onların vizyonsuzluğu diyebiliriz. 

Remzi ÖZKAN : Sizce iyi bir okuyucu nasıl olmalı? Bir kitap alırken, bir kitap fuarında gezerken nelere dikkat etmeli?

Ayla BAĞ: Bu çok güzel bir soru. Teşekkür ederim hocam. İyi bir okuyucu ne okuduğunu bilmeli. Ne okuyacağını da bilmeli. Kişisel gelişim, polisiye, macera, fantastik, deneme, biyografi, tarih, felsefe hepsi insanı inşa eder. Okuduğumuz şeyleri kendi süzgecimizden geçiririz ve bizde ki var olan değerlerle anlamlandırırız. Bu bizim vizyonumuzu genişletir. Açık fikirli olmamızı sağlar. Her türlü kitabı okumalıyız. Ama önce Kur-anı Kerimi okumalıyız. Çünkü Kur-anı Kerim mihenk taşımız olmalı. Kitap fuarları kitap ticaretinin yapıldığı yerler. Ön araştırma yapılmalı. Yazarlar hakkında bilgi edinilmeli. Bazende bilmediğiniz tavsiye edilen kitaplara yer verilmeli süprizlere açık olmalıyız. Tüm okuyuculara bol kitaplı günler diliyorum. 

Remzi ÖZKAN : Son olarak, yazar adaylarına ne gibi önerilerde bulunursunuz, diye soruyor ve röportajımıza renk kattığınız için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Güzel ülkemin güzel bir köşesinde yine karşılaşabilmek dileğimle.

Ayla BAĞ: Kıymetli hocam çok teşekkür ederim. Yazmak isteyen adaylar yazamıyorum olmuyor deyip vaz geçmesinler. Küçük küçük yazsınlar. Karalasınlar. Bu işin eğitimini uzmanlardan alsınlar. Bir gün kendilerine inanamayacaklar. Bunu ben mi yazdım. Tavsiyem, çok okusunlar, çok gezsinler, çok yazsınlar, çok hikaye dinlesinler. Yani yaşamın ta göbeğinde var olsunlar. Hayatın içinde yaşayan insan olsunlar. İnsanların dertleriyle dertlensinler. İnanın bu yazmak isteyenleri daha çok olgunlaştıracak. Ve kaleminizi güçlü kılacak. 

Kıymetli Remzi Özkan hocam çok teşekkür ederim. Banada bu güzel köşenizde sorularınızla dertleşme imkanı verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Kitaplarınızla, şiirlerinizle, bestelerinizle bizlere ve gençlere öncü olduğunuz için teşekkürler. Kaleminiz daim olsun iyiki varsınız.

Kendi kitabını yazan, Kendi kitabının baş kahramanı olan, kalemlere selam olsun…

Güzelliklerde buluşmak dileğiyle…

Dünya Köylüdü 

Ayla Bağ